Su gelecek denilince insan heyecanlanır ve etrafına bakar, suyu nasıl kullanacağını düşünür ve yapılması gerekenleri saptamaya çalışır değil mi? Ancak bizimkiler bunu yapmadılar. Binlerce kişiden oluşan bir yönetim var, onların arasında olacakları düşünüp programlar yapmakla görevli üst kademe görevlisi olanlar var. Onlar daha su gelmeden gelmesinin gerekli olduğunu düşünmüş olması gerekenler de vardı. Gelmesi için kafa yorup gemi ile balonla denemeler de yapıldığını gördüğümüze göre gerekli göre kişiler Türkiye’de de vardı. Yani daha boru ile su taşımanın sorunları çözülmeden incelenen ve bunları düşünüp kararlar verenler ve harcamalar yapanlar oldu. Kısacası konu iyice incelenmiş olmalıydı.
Türkiye ile antlaşma yapmak rutin iş olmuştu. Paket geldi paket gitti diye haberler gazetelerde haber oldu, bazıları protestolarla da karşılandı. Yıkım paketi gibi adlar da takıldı. Edebiyatımızı zenginleştirdi idi.
Sık sık bu su kaça mal olacak ve hangi alanlarda kullanılacak sorular soruldu. Suyun kaça mal olacağı bizim konumuz değil diyen üniversitelerden ünvanlılar çizgi filmlerle deniz dibine yatırılan boruları gösteren konferanslar da düzenlediler.
Gel gelelim suyun kaça mal olacağını açıklayan olmadı. Hala da öyle… Kaça patlayacağını öğrenemedik.
Su çok maksatlı kullanılacak. Evlere kullanım suyu ve içme suyu olacak, tarımda sulama suyu olacak. Hadi, evlere suyu pahalı yapalım ama tarıma, bitkisel olsun, hayvani olsun, pahalı su verirseniz yerli tüketiciye de ihracata da veremezsiniz. Yerliye verseniz kaçakçılık sizin yasaklarınızı aşar. İhracata prim yetiştiremezsiniz. Zaten şimdiki halde desteklemediğiniz ihracat ürünü yok derecesinde…
Yoksa amaç tarımın niteliğini temelden değiştirmek mi?
Paketlere bakarsanız ve zamanın müsteşarı Özal’ın dediğini hatırlarsanız tarımdan artık umut kesmeyi önerdi idi. Hep beraber ayağa kalkılmış ve sözde hükümet de tarıma destekten vazgeçilmeyeceğini söylemişti. Pakette yer alan ifadelerin anlamını kavrayamadığımızı iddia etmişti. Bu tartışmalar kesilmemiş ve Türkiye yardımları da alınıp tarımın ölme de zarınca kabilinde sürdürülmüştü ve sürdürülmektedir.
Liberal ekonomik görüşte kendi ayakları üzerinde durmayan sektöre yaşam hakkı tanınmaz ama iki arada bir derde olan hükümetlerle destek verirseniz kapitalist gene de yardımın süreceğini tahmin ettiği zamana bağlı olarak ondan para kazanmaya devam eder. Bu arada devlet desteklerinin haksız rekabete neden olduğunu ve sürdürülebilirliği olmadığını ileri sürer durur. Devlet desteği ile geçinenler de yarı aç yarı tok yaşarlar ama devlete dolayısıyla da siyasilere bağlı olurlar. Siyaset de ayrımsız ve geniş kitlelere ekonomik destek diye değil yandaşlara destek olarak iş görür.
Bu tip yönetimlerde isteyen istediği kadar su desin, maliyeti desin ne derse desin umursama görülmez.
Yanlış mı? Suyun kaça mal olacağını bildiğini gösteren tek bir bakan veya mebus çıkmadı; yüz milyonlarca dolar harcana bir proje ve hale bakın durum belli değil mi? O protokolleri ve antlaşmaları yaparken hiç merak eden çıkmadıysa umursuyorlar denilebilir mi?
Onların işi gücü başka…
Bir liberal ekonomide suyun tümünün tek bir kuruluşta olmasını düşünmek için herhalde buralarda yaşamak gerek. Özelleştirme rekabetle verimi artırır diye konuşurlarken tüm suyu tekelleştirmek akıllara sezadır. Tekeli alan memnun olur. Tekel olacaksa devlet tekeli olmalı diyen de liberal ekonomik yanlısıdır. Çünkü özel (kişisel) tekel yıkıcı olur.
Olsun varsın diyen Türkiyeli yetkililer suyun parasını alamayacaklarına inanıyorlarmış. Öyle deniliyor. Türkiye’de rekabette yarar gören elektrikte tekel yaratmadı, yoksa öyle biri yok muydu? Barajlar kralını unutmadık. Elbette bulunurdu. Bir soru da yap işlet devret derler ama devredenden bahseden yok. Yapacağı bilirlermiş acaba devredeceği veya devralacağı bilen var mı? İçimizde devredilen bir şey duyan gören veya düşünen oldu mu?
Bize tekel değil ama oligopol oluşturuldu. Cep telefonu macerası öyle başladı. Ne zaman ki devretme söz konusu oldu hükümetimiz devralayım demedi. Onun yerine uzatma pazarlığına başladı ve tüm hovarda yönetimler gibi yüklü bir meblağ alayım da sonrası Allah Kerim dedi. İşin ilginç yanı bazılarımız da devletin kazancı azaldı diye kavga çıkardı.
Bu kavga su hakkında da başladı. Belediyeler ne kazanacak diye bağırtılar ayyuka çıkınca CTP de belediyelere de antlaşmada olmayan pay kopardık diye marifet ilan etti.
Biz zavallıları pahalı suya ve telefona mahkum edecek mi diye karnı ağrıyanları duyamadık. Sanki telefon veya su için hizmet bekleyenin sahibi yok. Birleri devletin payı der diğeri belediyenin payı der ama devletin harcamalarının isabetsizliğine gelirlerinin adaletsizliğine dikkat edip her hizmetin maliyetine bakılarak değerlendirilmesini düşünen yok. Devletten haklı haksız taleplere yetişilememesinin sorunları ve su dairesinde bu su kavgası sırasında atama yapılmamasına da bakan yok.
Nerden baksak halimiz alavere dalavere Kürt Memed nöbete hali… Kürt Memed isyan etti biz?