Kıbrıs eksenine gelip, olayları konuşurken, hep belirli yanlış takıntı hemen sırıtır. İlgili olguyu ezberletilen şekli ile alıp, taraftar veya karşıt olarak yer tutulur. Oluşan gelişmeler veya farklı koşullar hiç düşünülmeden ayni nakarat tekrarlanır. Bazen öyle gelinen aşama olur ki, konuşulan ile kuram içeriğinin alakasızlaşmasına dahi dikaet edilmeden atılıp tutulur. Başlığa aldığım kuramlar ile Kıbrıs yörüngeli yaklaşım bunun güncel sadece ufak birtanesi olacak! Biz Kıbrıstan öylesine anlayış geliştirdik ki hem kendimizi merkeze koyan, savunduğumuzun mutlak kalıcılaşmasına inanarak üstüne çıkar ve kaymak ekleyerek savunuruz. Son günlerde ufak bazı sarsıntılarla ayni terane okunuyor. Örneğin; işbirlikci çıkarcıların oturduğu eksen nedeniyle değişen işbirlikcilik faydası nedeniyle aradabir olan eksen kayışını da yaşıyoruz. Avrupa hayranlı, Dünya Bankalı konuşmacı ve bununla saraya taşınan başta Akıncı ve onun önemli ekibi, son dönemde işbirlikcilikte Türkiyeleşme artışı ile AB etkisizleşme ikilemindeki kayışa başta Mustafa Akıncı hemen uydu. Su konusunda önce sesiz ve sonra oda tüm egemen işbirlikci yönetim eliti gibi savunma durumuna geldi! Yine; eskiden beri AB olayını “çözüm için” önemli dinamik görüp o tip yapılanma ile savunan şimdiki saray erkanı, yine değişen dengesel müdahaleler sonucu örneğin; AB yapısını yetersiz görüp Türkiye garantörlüğünü savunmaktan çekinmiyorlar! Dahası; Akıncı “ancak Türkiye AB içine girdikten sonra garantörlüğün tartışılabileceğini” söyledi! Bu iki olay özelikle genel hatlı ayrışma ezberler dışında, işbirlikcilerin işbirlik eksenindeki etkiye göre tutum tutmalarının önemli göstergelerinden yansıyış olmaktadır!***
Yukarda direk örnekle sunduğum Kıbrısın işbrilikci ruhiyesindeki tutum elbet ilgili yapılardaki Kıbrıs etkilerinin de önemini yansıtmamak gerekir. Örnek; CTP her ne kadar “Sosyalist” tabelasını kulanıp adına “emek partisi” dese de brakın liberal veya öteki sağ görüşleri, KIbrıslıcanın işbirlikci ruhiyesinin AKP versyonlu oyuncusu olarak karşımıza tavırlarla direk dikildi! Nitekim Su konusunda veya yapılan protokolarla adanın piyasalaşıp sermaye dış devşirme olayına kolayca kabulenen işbirlikci egemen iç kesimler de oluşturuldu!
Ayni durumu Kıbrıs sorununda yaşıyoruz. Giderek etkin Erdoğan konumu ile Kıbrıs sorununda masada Türkiyeleşmenin ayar sonrası denklemi tartışılıyor. Her ne kadar adanın AB toprağı lafı olsa da Türkiyenin kazançları ve kalıcılığı hep daha da kabararak öne çıkarılıyor. Eyer yarın Kıbrıs sorununda ufak dizayin veya “B Planı” uygulanırsa, Kapitalist genel sistemin yeni emsaleri da hukuklaşıp yasalaşacaktır! Masa Başında Akıncının ileri sürdüğü tezlere veya topluma yapılan açıklamalar bunu hep bize itiraf ediyor. Ama hala ezberle veya algıyla kavrama olduğu için, çok önemli kitle bunu hala anlayamamaktadır!*****
Böylesi bir denklemle Kıbrısta Su teslimiyeti yapılıp geriye kalana sıra gelirken; hesapta ada AB toprağı olurken, Kıbrıs sorunu Türkiyenin aB koşulu olduğu vurgulanırken de Avrupa Türkiye ilişkilerinde yeni rezaletler de oluyor. Herkes ilk öğrendiği şekli ile AB ezberini tekrarlayıp, oradan daha iyi olacağına inanırken; AB yapısındaki önemli Masrih veya Kopenhak ilkelerini sıralarken, son Türkiye AB mülteci görüşmeleri ile bu ilkelerin de silikleştiğini neyazık pratikle öğreniyoruz. Fakat Kuzey Kıbrıs AB konusunu çıkarına göre bakıp orda kaldığı için de bunu anlamaktan hala uzaktır. Bolca ödenekler alan AB işbirlikcileri ise konuyu anlatma yerine yine pay alarak kendi mevkilerini kulanma olayına bağlı kalmaya devam ediyorlar.
Avrupa basınının aylardır açık eleştirdiği, Türkiyenin AB eksenli aydınların ısrarla “son AB Türkiye ilişkileri ile biz açıkta kaldık” itiraflarını yaparken, Kuzey Kıbrıs AB eksenliler hala “nekadar para alma olanağı var uğraşının peşinde koşuyorlar!Özelikle Türkiyenin Cizre Sur gibi katliyamlarında Avrupa meclisinde ses dahi dinletilmesine rağmen, duymazlık hakimken, Zamandan İMC TV medya operasyonlarına, durmadan tutuklamalar olmasına nrağmen, Türkiyenin bu gelişmesine karşın AB sırf mültecileri Türkiyede tutma adına inanılmaz ilkelerini sıfırlayan önerileri kabuleniyor. Erdoğan elindeki şantajı içteki baskıyı görmez kılmakla brakmadı, AB taleplerinde inanılmayacak konuları dayatarak geliştirdi. Sanırım sadece Vize konusunda gelinen aşama her şeyi açıklamaya yeter ve artar.
Sadece Türkiye ile alakalı mülteci pazarlığı değil, Yunanistanda Syryza karşı baskılar uygulayan başta Merkelli AB, nedense Polonya ve Macaristan faşitleşme devlet gelişmesine tıs çıkarmıyor! Çıkarmaıyor ve Türkiyenin kutretli Cizre katletmesini de görmezden geliyor. Üstelik imzalamadığı mülteciler Cenevre anlaşması sırıtırken, Türkiyeden mültecileri tutma adına hem para öneriyor, hem başta vize konusunda oluşmayan zamine rağmen tavizler havada uçuşuuıyor. Biranlamda bildik Ab yapısının çok gerisine düşüldü. AB önemli siyasal karar alma kavşağında bu tutarlığını gösteremedi! Hele bazı AİHM kararlarını Türkiye devletinin elin tersiyle itmesi de hukuki yanıtın en keskini oldu.
Oysa Doksanlarda eneazından işleyiş ve bazı kuralalrı sonucu herkes AB yapısının demokratik ölzleri ile üye olmakla bazı haklar kazanacaklarına inanılan bir ileriye giden yapıydı. Şimdi ise bu ilkeli yapı yerine, ne olacağı tartışılan ve kararları adeta yakıcı gelecek AB noktasına gelindiğini anlıyoruz. Şüpesiz yasadışı olan Kuzey Kıbrıs için böylesi yapıda bulunmak yasal birçok kazanım elbet sağlayacaktır. Fakat sağlanacak bazı faydaları şimdiden Türkiyeleşerek teslim edilirse eyer, ilerde kulanacak içsel durumlarda kalmayacaktır. Su, Elektrik veya limanlar…. Onun için çözüm denilip AB üyeliği konulsa da elde bir şey kalmayınca o amaçlı bekleyiş de sıfırlanmış olacaktır.****
Yazı uzasa da şu ikidebir kulanılan ve Kıbrıs gazı için de tekrarlanan Boru hatlarına birkaç kelime etmeden olmayacak! Kıbrıs sorunundaki kaçınılmaz çözümde bulunan enerji gazı da simge olarak kulanılıyor. İlle de gazın Türkiyeden geçip Avrupaya gitme ezberi kulanılmaktadır. Oysa; ayni ezberin önemli tarihcesine Doksanlarda epey önem verilip başlandı. Enerji tekeleri ülkeleri kontrol altında bağımlı kılma adına bu hatları önerdiler. Sömürgeleşme gerçeğini örtme adına da, oluşacak bağla ülkelerin kendi arasındaki sorunların azalacağını da haykırdılar!Dünya Bankası uzmanlarına ve işbirlikci politikacılarına bunu tekrarlatırdı.
Bu olayın gerçekleştiği Ortadoğuya bakın! Boru hatları oluşmasına rağmen savaşlar bitme yerine artı. Krizlerde hatlar kaçakcılığın simgeleşen merkezleri haline sokuldu. Bu hatlarla başta Azeri Ermeni meselesinin bitirileceği tekrarlandı. Ama tutmadı! Tam aksine; boru hatları devletler arası bağla ortaklaşma yerine, tehdit aracı olarak kulanıldı. Bunu Rusya eksenindeki ahtlarda hala yaşıyoruz. Arap ekseninde ise savaşların da ortamıyla kaçak satışların normal satışları epey sarstığı görüldü. Kriz önleme yerine, ateşleyen ve yeni formüler bulan uygulama da oldu.
Şimdi ayni terane Kıbrıs konusunda veya Akdeniz genelinde konuşturuluyor. Boruların başındaki kesim, ilgili ülke denklemi ve çeşitli yol tartışmalarındaki tutumlar hiç sorgulanmadan, sanki hatlarla sorun karla sonlanacak safsatası hala okunuyor. Nitekim Musdafa Akıncı Dünya Doksanlar ezberini alıp aynen Kıbrısa da taşıyan konuşmasını yaptı. Oysa yarınmyüzyıl çeyrekli pratik neyi gösterdiğini de hiç anlamamış gibi de cihalete oynadı! Biz bu gerçekleri izleyip yazmazsak, bizi kandırıp ayni ezberi yüksek perdeden okuyanlar da politik gelecek olarak söylemeye devam edecektir. Enerji sömürgeleşmenin aracı olan boru hatları da kanla sulanan toprağa “petrol barışı” vurgusuyla yuturulacaktır.