arşivUlus IrkadKarşı devrimin indikasyonları -1- - Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

Karşı devrimin indikasyonları -1- – Ulus Irkad

Yeniçağ podcastını dinleyin

1969 Küba Devriminden sonra Doğu Bloku ve Sovyetlere ilk defa geziye giden Che Guevara duyduklarına inanamaz. Sovyetler Birliği Vietnam gibi ülkelere silah yardımı yaparken  karşılığında para da almaktadır. Nam-ı Diğer Che adlı kitapta bu olay şu şekilde yazılmıştır:

“…Daha sonra Che, Çin’in o sıralarda Kore Savaşı’nda kullandığı silahlarla ilgili SSCB’ye olan borcunun ödemesini yeni tamamladığını öğrenecek, beti benzi atacaktı. Bir sosyalist ülke başka bir sosyalist ülkeye kendini yine sosyalist olan başka bir ülkeye karşı savunmak üzere verdiği silahların parasını mı alıyordu?”(sf.358). Aslında her sonucun da  bir sebebi vardır. SSCB niye böyle davranıyordu.? Eğer detaylar iyi incelenirse bunların sebebi ortaya çıkabilir veya az çok nedenini anlayabiliriz. İsterseniz 1917 sonrasında neler olmuş SSCB’de bir bakalım:

1917’deki sonuca götüren olaylarda önde gelen bir role sahip olmayı başaramaması Stalin için hiç geçmeyen bir utanç kaynağıydı. Troçki iktidarın ele geçirilmesinde çok daha sonuca götürücü bir rol oynamış ve önemli olmak açısından Lenin’den sonraki sıraya oturmuştu. Lenin sürgünden dönünce, Petrograd’da yapılan toplantıda Stalin’in bulunduğuna dair bir kayıt yok. Stalin, resmi biyografisinde kendi rolünü yeniden yazdı. Olayları Troçki’nin değil, kendisinin yönettiğini ileri sürerek, kendisini Lenin’le özdeşleştirdi ve onunla aynı düzeyde olduğu yalanına başvurdu.

Stalin’in Troçki’yle rekabeti sertti çünkü Troçki, Stalin’in imrendiği konumdaydı. Lenin’in ölümünden sonra Stalin denetimini pekiştirmek ve devrim tarihinde Troçki’nin rolünü yeniden yazmak için sistemli bir şekilde harekete geçti. Troçki’nin “sürekli devrim” kuramını, Lenin’in “proleter devrimi” kuramının tam tersi olarak niteledi. 1925’te Troçki’nin istifaya zorunlu kılınmasından sonra Stalin, saldırgan, paranoit denetimci yapısını tipik bir şekilde ılımlı bir maske arkasına gizledi, tercih edilen parti çizgisine karşı çıkan bu bolşeviklere anlayışlı davranılmasını önerdi. 40 milyon insanın kafasını kesecek olan kişi, “kafa kesmek partiye zarar verecek büyük bir tehlikedir” dedi. Stalin “kafaları kesme” konusunun korkunç sonuçlarına ilişkin kendi aklı başında uyarısını dikkate alamadı ve süreç bir kez başlatılınca durdurulamadı(ROBINS,POST,2001:295).

Ele alınan bu dönem Batı’daki Marksistlere göre işçi sınıfı hareketi ve sovyetlerin kendi tarihinde en karanlık bir dönemdir. Gene de bugün bile yeni bir Sosyalist dünya için savaşım, bu olayların niçin olduğunu anlamadan ve dersler çıkarmadan olanaksız görülmekte. Suçların, ihanetlerin ve vahşetin arka planına karşın Sosyalizm’e olan yıkılmaz inancın Sol muhalefet tarafından canlı tutulduğunu Rogovin parlak bir biçimde gösteriyor. Troçkistler, Stalin’in cellatları tarafından kesilirken en dirençlileri oldu(TAAFFE,9 Ağustos 1998:8).

Kruşçev bile 1923’te Troçki’nin parti içi demokrasiyi temin için uğraşını desteklemişti. Tabi bu Stalin ve çevresinin kuşkusunu çekmiş, Kruşçev Moskova yargılamaları sırasında Stalin terörüne kurban gitme tehlikesi altında kalmıştı. Sedov ve Regovin kitaplarında halkın Stalin’in yargılarına katılmadıkları yazılmıştır. Onlara göre Stalin dünya burjuvazisi ile anlaşmak için eski Bolşeviklerin kellelerini sunmaktaydı. Stalin onlara göre Ekim Devrimi’nin devrimci ve enternasyonalliğinden kopmayı sembolize ediyordu.

Kabaca 1930’ların ikinci yarısını kapsayan Moskova Duruşmaları dönemi, Stalinizm olgusunun anlaşılması açısından en kilit dönemlerden biridir. Bu süreç içinde Stalin, Parti ve Komintern içindeki tüm muhaliflerini ve Ekim Devrimi’nin tüm eski Bolşevik önderlerini tamamen tasfiye edecek, yani öldürtecektir: Kimisi suikasta kurban gider (Troçki gibi); kimisi düzmece mahkemelerde “hainlikle” suçlanıp, suçlarını “itiraf” ettikten sonra enselerine kurşun sıkılarak idam edilir (Zinovyev, Kamenev, Piatakov ya da Buharin gibi); kimisi aynı mahkemelerden sonra yollandıkları toplama kamplarında ve hapishanelerde ölür (Radek, Sokolnikov ya da Rakovski gibi); kimisi gizlice “yargılanıp” sessiz sedasız kurşuna dizilir (Tukaşevski ya da Yakir gibi); kimisi düpedüz “yargısız infaz” kurbanı olarak hücrelerinde ya da toplama kamplarında yokedilir (Preobrajenski, Smilga ve Mdivani gibi); bazıları ise çareyi intihar etmekte bulur(Tomski, ordjonikidze ya da Gamarnik gibi)(BENER, Ocak 2000:106).

Aslında Moskova Duruşmaları, çok daha geniş bir “temizliğin” görünürdeki “meşru” paravanlarıdır. Sovyet tarihçi Roy medvedev, rejimin yıkılmasından önce kaleme aldığı bir kitabında, ulaşabildiği arşivlere dayanarak 1936-1939 yılları arasında bu yolla öldürülen siyasilerin sayısının 500 bini bulabileceğini iddia eder. Daha yüksek rakamlar telaffuz edenler de vardır (birçok tarihçi 700 bin rakamında mutabık kalmıştır). Bu dönemde Katledilenler sadece parti içi muhalifler değil, Stalinizm’in kendi iktidarı için tehlikeli bulduğu tüm aydınlar, tüm sanatçılar, tüm yerel ve ulusal düzeydeki siyasi, sendikal ya da idari yöneticilerdir. Katledilenler arasında birçok Stalinist militan ve yönetici, hatta Stalin’in emrindeki gizli servis NKVD’nin  şefleri Yagoda ve Yezov bile bulunmaktadır. Tarihin en büyük “Komünist avı” olarak niteleyebileceğimiz bu katliamların emrini veren düzmece Moskova Duruşmalarının senaryolarını yazan elbette Stalin’dir. Ancak tüm bu olup bitenleri sadece Stalin’in iktidar hırsı, gaddarlığı ve çılgınlığı ile açıklamakla yetinmek de elbette mümkün değildir. Dolayısıyla her şeyden önce bu “çılgınlığa” yolaçan siyasi ortamı hatırlamakta yarar vardır.

1930’lar, Stalin iktidarının içte ve dışta ciddi zorluklarla karşı karşıya olduğu bir dönemdir. İçte, bir yandan bürokratik hedef ve yöntemlerin yolaçtığı korkunç israf ve çılgın tempolarla birlikte gelişen ağır sanayi hamlesinin getirdiği görece bir kalkınma; öte yandan tarımda yaşanan felaketler, yani tarımsal ve hayvansal üretimin büyük bir çoğunluğunun telef olduğu ve milyonlarca köylünün katledilmesiyle sonuçlanan “zorunlu kollektifleştirmenin” yarattığı çöküntü, iç içe geçmiştir. Bu ekonomik politikaların gerek parti içinde gerekse ülke içinde doğurduğu ciddi muhalefet ve hatta direniş, Stalinist iktidarı sık sık çizgisini değiştirmeye zorlar. Dışta ise, SBKP önderliğindeki Komintern’in Almanya’da geliştirdiği politikalar tam bir fiyaskoyla sonuçlanmış ve Avrupa’nın en güçlü ve örgütlü işçi sınıfının ve komünist partisinin bulunduğu Almanya, Hitler’in Nazi Partisinin iktidarına teslim olmuştur. Bu dönemde Komintern de kısa aralıklarla birbirine zıt politikalar savunmak zorunda kalır. Art arda gelen bu yenilgiler ve siyasi yalpalamalar, özellikle de Hitler’in zaferi sonucunda savaş tehlikesinin başgöstermesi, Stalin’in parti içindeki iktidarını ve inandırıcılığını sarsmaya başlar(BENER, Ocak 2000:106-107).

-DEVAM EDECEK-

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
357AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin