arşivUlus IrkadKarşı devrimin indikasyonları -2- – Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

Karşı devrimin indikasyonları -2- – Ulus Irkad

Yeniçağ podcastını dinleyin

ulusParti yönetiminin bir kısmı (ki aralarında Ordjonikidze ve Mikoyan gibi başından beri Stalin’i desteklemiş olan kişiler de vardır), Stalin’den daha “ılımlı” ve becerikli olduğu düşünülen Leningrad’daki parti yöneticisi Kirov’a, Stalin’in yerine Parti Genel Sekreterliği’ni teklif ederler (ama Kirov bunu reddeder). Yine de, 1934’deki XVII. Parti Kongresi’nde Kirov’a sadece 3 oy çıkarken, Stalin’e 270 oy çıkar. Stalin’e alternatif üretme çabası başarılı olsaydı ve Stalin 1930’ların ortasında devrilebilseydi, SSCB’nin ve insanlığın tarihi farklı yöne gidebilir miydi sorusunun cevabını bulmak elbette olanaksızdır. Ancak kesin olan bir şey vardır, o da bu gelişmelerin Stalin’de ve parti aygıtının Stalin’i destekleyen kesiminde, iktidarlarını yitirebilecekleri korkusunu doğurduğu ve böylece, gelmiş geçmiş ve potansiyel tüm muhaliflerin “temizlenmesi” kararının alınmasına katkıda bulunduğudur.

Stalin’e rakip olarak gösterilen Kirov, 1 Aralık 1934’te Nikolaevski adlı bir parti militanı tarafından vurularak öldürülür. Stalinist iktidar, bu cinayetin parti içi muhalefet tarafından işlendiğini iddia eder ve “muhalifler” ardı ardına tutuklanır. Artık Moskova Duruşmaları süreci başlamıştır ve bu süreç, Troçki’nin Meksika’da Stalin’in ajanı Ramon Mercader tarafından 20 Ağustos 1940’da öldürülmesine kadar sürecektir.

İlk dava, “Troçkist ve Zinovyevist Terörist Merkezin Davası”, 19 Ağustos 1936’da açılır. Bellibaşlı sanıklar, Lenin’in yoldaşları ve Ekim Devrimi’nin önderlerinden Zinovyev ve Kamenev’le birlikte, tümü Devrim ve iç savaş kahramanı olan (ancak Stalin’e karşı çeşitli muhalefet hareketlerinde yeralmış olan) Smirnov, Mratşkovski, Evdokimov, Bakayev ve Ter Vaganyan’dır. Suçları, sürgündeki Troçki ve oğlu Leon Sedov’un emirleri doğrultusunda ve Gestapo’nun işbirliğiyle, Kirov’un öldürülmesini planlamak ve ayrıca bir dizi terörist saldırı düzenlemektir. Herhangi maddi bir kanıta dayanmayan bu suçlamalar her ne kadar ilk bakışta inanılmaz ve gülünç gibi dursalar da, dava ilginç bir gelişmeye tanık olur. Tüm bu eski Bolşevik-devrimci önderler, “suçlarını” itiraf ederler, Stalin’e övgüler düzerler ve “suç ortakları” Troçki’ye hakaretler yağdırırlar!

Ekim Devrimini izleyen iç savaş sırasında Beyaz Ordu saflarında yeralıp daha sonra yeni rejime biat etmiş olan eski karşı-devrimci/yeni komünist savcı Vişinski. “Devrime ihanetle” suçladığı sanıklar için “ Devrim adına” idam talep ederken, tarihe geçecek olan şu sözleri sarf eder: “bu kudurmuş köpekleri kurşuna dizin!” idam cezası kararı 24 Ağustos’ta verilir ve ertesi gün infaz edilir(BENER,Ocak 2000:107-108).

Bu sırada Stalin muhalifleri’nin ezilmesi için şu emirleri vermektedir: “Onlara (Zinoviev ve Kamenev) öyle işkence edeceksiniz ki sonunda gerçeği anlatıp tüm bağlantılarını ifşa etsinler.” Kamenev cesaretle dimdik ayakta durur. Stalin’in gizli polis şefi Yezhov, 1935’ten beri hapiste olan büyük oğlunun da itham edilip öldürüleceğini söylemesi üzerine yıkılıncaya kadar, Yezhov, büyük oğlunu koruyacağına söz verse de, hem kendisi ve hem de 16 yaşında olan ortanca oğluyla vurulmaktan kurtulamadı.

1936 Ağustosunda yargılamada ana savunmanlar Kamenev ve Zinovievdi. Rogovin, ne bir belge ne de bir maddi delil sunulmadığını anlatarak, bunun Troçki’nin Gestapo (Nazi almanyası casusluk örgütü) ile ilişkili bir merkez örgütlemekle suçlandığını, 1917’de Lenin ve Troçki’nin Alman ajanı olarak suçlanmasını andırdığını belirtir. Zinoviev ve Troçki’nin Yahudi olmaları ile şüpheleri birleşince, Yahudi halkını yoketmeye çalışanlarla işbirliği içerisinde olmalarını iddia etmek esasında büyük bir saçmalıktı. Davadaki başsavcı Vişinski, 1917’de bir sağ Menşevikti ve Lenin’in tevkif edilmesini emretmişti. Stalin’in muhaliflerini kuduz köpeklere benzeterek hemen vurulmalarını emretti. Zinoviev ve Kamenev öne sürülen suçlamaları kabul ederek hayatlarını kurtarmak istediler. Ama onların da sonu hazin oldu ve idamlarının önüne geçemediler. Tabi burada Stalin’in Yahudilere karşı da bir nefret duyduğu ortaya çıkmaktadır. Rogovin’in notları bu yönde emareler göstermektedir.

Troçki’nin Stalin tarafından Güney Amerika’da suikastla ortadan kaldırılması sırasında Sovyetler’deki Troçkistlerin de çoğu sürgün kamplarında ortadan kaldırılır(TAAFFE,23 Ağustos 1998:8). 1936’da Troçkistlerin, “canavarca işkence” gördükleri tekrar sorgulamalar için Moskova’ya getirildiklerini bununla beraber bir tekinin dahi kendilerine yaptırılmak istenen tanıklığı kabul etmediği ve bir tekinin dahi açık yargılamada yargılanmadığı belirtilir. Büyük toplamanın ilk aşamasında bile açığa çıkan tüm aşağılama ve baskılara rağmen Sovyetler Birliği’nde yeni kuşak Troçkistler yetişmişti. Ve onların cesareti cellatların bile hayranlığını celbetmişti.

Eski Stalinist gizli ajan Krivitsky, “Biz yokedilmesi mecburi olan bir kuşaktık” diyor. “Stalin devrim yanlısı ve savaş kuşağının tümüyle yokedilmesinin devrimin boynundaki bir işaret olduğu için gerekli” olduğunu söylemiş; fakat şimdi genç kuşakları yani 17 ve 18 yaşında olup Sovyet düzeninde doğanları bile öldürmekteydiler. Adi politik suçlulara KRD (Karşı devrimci eylemci) damgası vurdular. Ama Troçkistlere KRTD (Karşı Devrimci Troçkist Eylemci) damgası vurdular. “T” harfi Stalin kamplarında en tehlikeli harf oldu.Zalim Stalin, başlangıçta politik bir ilgisi olmayan en genç oğlu Sergei dahil Troçki’nin tüm akrabalarından intikam aldı.

Rogovin’in Vorkuta trajedisi kayıtları bir derstir ve Stalin tarafından yok edilen bir Troçkist kuşağın insanüstü kahramanlığının anlatımıdır. Ekim 1936’da Vorkuta trajedisi sayfası açılmaya başlandı. Etraftaki kamplarda Troçkistler açlık grevi ilan etmişlerdi. Bu açlık grevi 132 gün sürdü. 1937 baharında Moskova’dan gelen bir emirle isteklerinin kabul edildiği bildirildi. Daha sonra, eski bir cezalandırma yeri olan tuğla fabrikasına gönderildiler. Orada Troçkist olduklarından dolayı kitle halinde vurulmaları emredildi. Şüphesiz Stalin onların ortadan kaldırıldıklarında unutulup gideceklerini sanmıştı. Rogovin’in kitabı ve diğer yayınlar onun yanıldığını açıkça gösterdi(TAAFFE,23 Ağustos 1998:8).

23-30 Ocak 1937’de gerçekleşen ikinci davada da aynı süreç yaşanır. Bu kez sanıklar, eski Bolşevik önderlerden Platakov, Radek, Muralov, Serebriakov ve Sokolnikov’dur. Ortak özelliklerinden biri, önceki yıllarda Troçki’nin yakın çevresinde yeralmış olmalarıdır. Onlar da, yine Troçki’nin emirlerini yerine getirerek rejime ve önderlerine karşı terörist komplolar kurduklarını, sabotaj ve casusluk faaliyetlerinde bulunduklarını “itiraf” ederler. Onar yıl hapse mahkum olan Radek ve Sokolnikov dışındakiler idam edilirler. Bu davadan altı ay sonra, 11 Haziran 1937’de, Kızıl Ordunun bellibaşlı komutanları, yani Mareşal Tukaşevski, Yakir, Putna, Uboreviç, Feldman, Kork, Eydeman ve Primakov gibi askeri önderler benzer suçlamalarla gizli celsede mahkum edilirler ve kurşuna dizilirler(BENER,Ocak 2000:108).

Üçüncü dava, “Sağcılarla Troçkistlerin İttifakı Davası”, 2 – 13 Mart 1938 tarihleri arasında görülür. Dava sonunda idam edilen sanıklar arasında, daha önce Stalin’e karşı muhalefette yeralmış olan Buharin, Rikov, Rakovski ve Krestinski gibi ünlü eski Bolşevik önderlerin yanında, bu kez eskiden beri Stalin yandaşı olan bazı eski bakanlar, Merkez Komitesi üyeleri, üç hekim ve en önemlisi de gizli polis NKVD’nin eski şefi Yagoda da yeralmaktadır. Ve tabii, ilk iki davada olduğu gibi, baş sanık yine “halk düşmanı” ve “karşı devrimci komplonun esas elebaşı”, gıyabında yargılanıp defalarca ölüme mahkum edilmiş olan sürgündeki Troçki’dir.

İddianame, saçmalığın ve gülünçlüğün doruğuna çıkarak, alışılageldik terörizm, sabotaj ve casusluk suçlamalarına bu kez daha gerilere giden yeni “suçlar” da eklemişti: kimi sanıklar 1921’den beri Alman gizli servisinin, kimileri de 1924’ten beri İngiliz gizli servisinin emrinde çalışmakla; Lenin’in “partinin sevgili çocuğu” adını takmış olduğu ve gerçekten de oğlu gibi sevdiği Buharin, 1918 tarihinde Lenin’e karşı başarısız bir suikast düzenlemiş olmakla; sözkonusu üç hekim, Yagoda’nın emirleri doğrultusunda ünlü yazar Gorki’yi ve oğlunu zehirlemekle suçlanıyordu! Ayrıca Yagoda, Kirov’un ölümüne yolaçan suikastı, komplodan haberdar olduğu halde engellememiş olmakla da suçlanıyordu. İddialar arasında, “panik ve infial yaratmak suretiyle halkı Devrimden ve Devrimin gerçekleştirdiklerinden soğutmak amacıyla tereyağı paketlerinin içine cam kırıkları yerleştirmek” gibi ilginç “sabotaj” örnekleri de bulunuyordu. Ancak tüm bu saçmalıklara rağmen ve tıpkı ilk davada olduğu gibi, tüm sanıklar suçlarını itiraf ettiler(BENER,Ocak 2000:108).

Donuk ve değişmez dogmalardan oluşan Stalinizmin, tamamen eleştiriye ve kuşkuculuğa dayalı Marksist gelenekle ne tür bir akrabalığı olduğu elbette sorgulanabilir. Ancak bir ilişki olduğu da yadsınamaz: ne de olsa Stalin gökten zembille inmedi, Marksist Bolşevik partisinin bağrından çıktı! Ama eğer illa da Stalinizm ile Marksizm arasındaki bu akrabalığı tanımlamak gerekirse, bunun olsa olsa “mütasyon geçirmiş bir akrabalık” olduğu söylenebilir! Şurası bir gerçek ki, altında  Lenin ve Troçki’nin de imzası bulunan Bolşeviklerin kimi uygulamaları bürokrasinin zaferini kolaylaştıran ciddi hatalar olmuştur: örneğin tek parti rejimine gidilmesi, bunun kuram haline getirilmesi ve ardından da parti içinde fraksiyonların yasaklanması, vs. 1918-1921 yıllarındaki iç savaşın şiddetinin ve vahşetinin de bürokrasinin zaferine yol açan bir ortam yarattığı ve bu süreçte Bolşeviklerin uyguladığı politikaların –özellikle demokrasi açısından- kusursuz sayılamayacağı da açıktır.  Gerek Lenin’in gerekse de Troçki’nin o dönemlerde kimi yazıları bu hatalı yaklaşımlarının örnekleriyle doludur.

Ne var ki Bolşeviklerin hatalarına karşı geliştirilen en sert ve en kapsamlı eleştirilerin de yine başka Marksistlerden gelmiş olması, bu hataların toptan ve otomatik olarak, Marksizm’e havale edilemeyeceğinin kanıtıdır. Kaldı ki, bu keskin eleştirmenlerin başında gelen Rosa Luxemburg, Bolşeviklerin demokrasiye aykırı eylemlerinin çoğunun savaş sonrasının koşullarında yapıldığını belirterek işin bir başka boyutuna da dikkat çekmektedir: “Kimse çıkıp da Lenin ve dostlarından imkansızı gerçekleştirmelerini, yani bu koşullarda en güzel demokrasiyi, en örnek proleterya diktatörlüğünü, en gelişkin sosyalist ekonomiyi sihirli bir değnekle yaratmalarını talep edemez. Ancak tehlike, zorunluluğu erdem gibi algılayıp, kaçınılmaz ve zor koşulların onlara dayattığı taktiği, kuramın her noktasına yedirmeye çalıştıkları ve uluslararası proleteryaya bunu sosyalist taktik modeli olarak sunmaya başladıkları anda başlamaktadır(BENER, Şubat 2000:92-93).

Stalinizm’in çeşitli türlerinin ortak noktasının “anti-Troçkizm” oluşu elbette rastlantı değildir. Çünkü Troçki’nin diğer eski Bolşevikler gibi teslim olmayışı ve hem kuram hem de eylem temelinde Stalinizm karşısında yer almaya devam edişi, meşruiyet peşinde koşan iktidardaki bürokrasinin ikameci sahtekarlığının temellerini sarsmaktaydı. Stalinistler’in yıllarca en hırçın yöntemlerle (cinayet ve iftira dahil) başvurarak Troçkizm’in “hain” bir “sapma” olduğunu “kanıtlamak” için bu kadar çaba harcamaları ve Komünist partilerin tabanlarıyla “Troçkistler” arasında adeta bir Çin Seddi örmeye çalışmaları ancak böyle açıklanabilir (yoksa – kimisi iktidarda olan – koskoca kitlesel Komünist partileri, her halde bir avuç “Troçkistin” militan faaliyetinden çekiniyor değildi!). Troçki’nin çeşitli konulardaki görüşlerini eleştirmek elbette mümkündür, ama olaya bu açıdan baktığımızda, örgütsel anlamda yenilmiş olmasına karşın onun Stalinizm karşısındaki direnişinin, hiç olmazsa tarihi, kuramsal ve ahlaki açıdan Marksizm’in “namusunu kurtarmış” olduğunu da teslim etmek gerek(BENER,Şubat 2000:94).

-DEVAM EDECEK-

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
357AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin