Genel kabul görmüş ilke demokrasinin en iyi ve gerekli rejim olduğudur. Çünkü demokrasi hukuk devletini kabule dayanır ve halkın gücünü seferber eder. Demokrasinin şartı olan hukuk devleti seçimden seçime değil her gün yasal olarak direnme yetkisine sahip çok sayıda kişiyi devreye sokar. Kim ki buna engel olur başarısız olur cezasını seçimlerde çeker ama seçime kadar iş yasal yetkilerle donatılmış çok sayıda kişinin direnişine kalır. Direnecek olanları direnecek olanlara destek çıkılması gerektiğini anlamış olanlar destekler. Yargı da direnenleri dava açmaya yürekleri yeterse destekler. Bizim nepotist, kronist ve popülist idare bile yargıdan şamarlar yer. Onun için direnmek olanaklıdır.
Anayasa memur güvenliğini en yüksek derecede sağlamak için gereken maddeleri içerir. Tek engel milli kültürümüz olan hiyerarşi hastalığıdır. Amir memur ilişkisini yasal sınırları içinde değil doğal bir şey, olması gerekli bir şey gibi kabul etmek hastalığıdır. Kişi bakan oldu mu bakanlıktaki yasal yetkili ve görevli memurların yetkilerini yasaya uyar uymaz saygıyla karşılamaz ve onlara talimatla verir. Talimatın yazılı olması ve kamu yararına olduğunu görülmesi için gerekçeli olmasını da umursama ve telefonla emirler verir. Bu tür emirleri dinleyen sorumluluk alır ve suç konusu olursa suçlu olur ancak yasal yetkililer boyun eğerler.
Türkiye’de tek adamlık öyle yükseliyor. Demokrasinin çok akılı hizmete sokan üstünlüğünden onun için yararlanılamaz. Kronizm, nepotizm ve popülizmden diktatörlüğe tırmanmaya ramak kalır. O kadar olmaz çünkü idare bizde değil Türkiye görevlilerindedir derseniz ki doğrudur, o zaman da gençlerimizin dindar yapılmasına boyun eğmek tehlikesini anımsamalıyız ve daha başka tehlikeleri de… En azından açıkça hükümetlere genel politika saptama yetkisini tanımayan ve siyaseti genel kararları paketlerle belirlenmiş bir yürütme derecesinde tutulan bir madun (subordinate) yapı olmayı benimseme olur.
Türkiye’de başkanlık rejimini parlamenter rejime üstün olarak satma kavgası veriliyor ve insanlara kavgayı çıkaran Erdoğan’ı değil sistemi düşünme öğüdü veriliyor. Halk önce bunun istikrar sağlayacağı konusunda kandırılıyor. Çünkü rejim parlamenter değil hiçbir tanıma uymayan ve yetkisiz bir meclisi olan garip bir rejimdir.
Dahası Türkiye ve bizdeki yetkisiz parlamentoya dayalı rejimi anlayamazsak Güney’de katı başkanlık rejimi var ama ne burada ne de Güneyde istikrar yoktur. Zavallı Anastasiades var gücü ile çözümü desteklediğini dünyaya anlatmaya çalışırken federasyon uzlaşmasını reddetmiş olan milliyetçi mebusu meclis başkanı yaptırmak zorunda kaldı. Erdoğan’ın hain ilan ettiği Kılıçdaroğlu’nu meclis başkanı seçtirmek için devreye girdiğini düşünün… Olmazsa anayasa mahkemesine havale etmek zorunda kaldığı ekonomiyi ve dış borç yükünü azaltma amaçlı söz verdiği yasaları kurtarmaya çalıştığını düşünün.
Hangisinde istikrar vardır ki başkanlık rejimi daha üstündür!
Bizim seçmenin hali de kötü başkanlık rejimini satmaya çalışanlara hem de katısından başkanlık rejimini yaşadığı Denktaş döneminde çektiklerini anımsamaz ve medya da anımsatmaz.
Alışkanlığımız hemen tartışamaya genellemelere uzanarak soyutlaştırarak başlamaktır. Durum saptaması yapıp somutlaştırma ve çareler arama alışkanlığımız yoktur. Şimdi de en genele gidip Kuran’da birleştirme yani şeriatçılık hastalığı var. Olmazsa Çağdaş uygarlık değerlerine başvurma diye genellemelere gitme alışkanlığı var. Hâlbuki somut gerçek bizde de Türkiye’de de demokratik bir parlamentonun ilkelerinin olmadığı açıktır. Yani ne bizimki ve Türkiyelilerinki Avrupalı Birliğinin veya Avrupa Konseyinin demokratik parlamento sahibi olma koşulunu sağlamaz ve orada yerimiz yoktur. Şimdilik denetim altında ülke statüsü altında siyasi nedenlerle tahammül edilen ülkeler durumundayız.
Türkiye AB ülkesi üye adayıdır ama tam üye devlet değildir. AK’inden de atılma riski altındadır. Halkımız ve Türkiye halkı bunun farkında ile değildir. Milletvekilleri de umursamamaktadır çünkü demokratik parlamento ne demektir diye düşünmesi gerektiğini idrak edememektedirler.
Demokratik parlamento her yerde direniş her yerde isyan uyanışının en önemli kaynağı olmalıdır ama bizdeki kaynak yüzeyde bir kısır kavga olmaktan öteye gidemez.
Başarılı bir mücadeleye açık bir meclis olsa seçimde AKP’nin çoğunluğu kaybetmesiyle harekete geçebilen bir meclis görür ve yolsuzluk dosyaları açılarak rezaletler gün yüzüne çıkarılır, yargıya müdahale önlenir ve dosyalar devletin arşivlerine gömülmezdi. Hükümet kurulmadan meclis çalışamaz ve kararlar alamazmış gibi maddeler olan bir içtüzükle utanç verici bir aşağılamanın olduğu yerde demokratik parlamento mu olur!
Demokrasinin seçim düzenlemekle sınırlı olmadığı çok konuşulmuştur ama nedir? Bin çiçek açsın bin fikir yarışsın ilkesi her gün uygulanabilir olursa demokrasi işlemektedir ve halk binlerce aklın hizmetini alır. Yolsuzluk mu olur, mutlaka bir savcı soruşturma açtırır, dava açar ve yargı cezayı verip yolsuzluğu engeller. Karnı ağrıyan Kıbrıslı gelen suyun ağır metallerle kirletilip kirletilmediğini merak ediyorsa bir savcının araştırma soruşturma açtırıp dava dosyalamamış olmasını görerek rahatlar şayet öyle bir savcının hazırda olduğuna inanırsa…
İleri hamleler olur nasıl olsa diye umut etme olanağı olacaksa her direniş haline gelmiş bir hukuk devlerinin güvenceli memuru görülür olmalıdır.