Basit bir Kıbrıs malumu ile yazıya başlayalım. Türkiyenin yine bir bakanı adamıza gelir. Bukez aday biraz fazla imajla donatıldı. Türkiyede ikinci Yıldırım döneminin özelikle sermaye tarafından istenen simgelerden birisiydi. Birinci Yıldırım Dönemi Özal zamanında Yıldırım Akbulut la yaşandı. Şimdi de “takşak” buyruklu Binali Yıldırım la ikinci yıldırım süreci yaşanıyor. Binali Yıldırım hükümeti kurarken çoğu kesim gözü Saraydayken, Türkiyenin önemli sermaye kesimi ve dışarıdan gelen sıcak para yapısı, belirli isimler le “istikrar” işareti bekliyordu. Bu isimlerden birisi de Nihat Zeybekçi idi! Neyse, Zeybekçi koltuğa oturup bakan oldu. Şimdi de klasikleşen “her şeyde Türkiyeli makamcı da olacak” kuralına uyup Lefkoşa fuarını açmaya geldi. Geldiğinde de yine klasik basit siyasal gerçeği de vurguladı: “Burası Kayseriden farkı olmayan bir yerdir” sözleri ile mesajını da çaktı. Türkiye ili gibi ifadesine de malum çevrelerimiz de alkışları kondurtu!….
Amacım artık doğaldan da öteye geçip zorunlu hale getirilen bu kuralı yeniden anımsatmak değildir! Ayni anda piyasada şu bilgi de dolaşıyordu: Malum altın çocuk makamcıalrdan birisi de fuara katılacak firmalara mektup gönderdiği haberi yayılıyordu. Haber gayet anlamlı! “Fuara katılacak firmalar, beşer milyar katgı yapıp, ilgili yerde Mescit yapılmasına yardımcı olunması” istendi! Öyle ses falan çıkmadı. Bazı sesler şaşırdıkalrını söyledi. İkidebir “Atatürkcü” lafını vurgulayanlar veya “laiklik” sığıntılı lafazanlık sahipleri konuya deyinmemeği yeylediler. Olay sanki olmamış gibi de gelip geçti! Sonra şu ezberimiz yeniden sırf kelime bulamama nedeniyle sığıntıya gelinerek kulanılır: “Burada dincilik falan tutmaz”! Tutarmı tutmazmı biryana,onca gelişmede tutarsız kalıp görmezden gelinmenin adını da bir koysalar!
İngilizin gelişini bile direnmeden kabulenen ve katırlarla dağıtılan şilinleri alıp alkışlayan, tarihi gerçeklerimiz varken, kelimelere sığınarak “çağdaşız veya tutmaz” söylemlerinin anlamı da sıfırdır. Böylesi malumlar la başladığımız yolculuğa birkaç örnek daha verip Fransaya açılalım! Unutmadan; Mescit için firmalardan katgı istenirken, Zeybekçi burayı Edirne ve Kayseri ile ayni tutarken, Akıncı da “Kıbrıs sorununda çözüm” demeçelrini ekranlarda patlatıyordu! Hele teslimiyet protokolu, Dış kordinasyon ofisi ve indirilmeye başlanan Güvenlik yasaları da adaya çökerken, Akıncının sözlerinin cidiyeti nedneli algılanır bilinmez! Bilinmez de başka bir sırıtma var! Sanki senesonundan sonra eyer “çözüm” olmaz sa başka senaryoların kökleşeceği de ilan ediliyor. Tabi yeni ABD başkanı olacak şahsın veya ingilgere ne seçkidedir sorularına kimse yanıt da vermiyor!***
Geçen yazımın adeta pratikteki yaşanmışlığını izledim. Özelikle Su konusunda öyle bir noktaya geldik ki demeğin gitsin. Lefkoşa belediye meclisi onaylaması ve çıkan sonuca yönelik tartışmalar, nedenli geri kalmışlıkta durduğumuzu anımsatıyor. Hala direk uygulama ile suyun metalaşıp özeleştirildiğini ve resmen Türkiye bağımlı dış bir meta olduğu gerçeğine karşın, konu bu noktada konuşulmuyor. Fiyatı nekadar olacak, fazla mı eksikmi tartışması arasına sıkıştırıldı. Hat da ısrarla “suyu istemiyormusunuz” algısına konu kuşatırıldı! Hat da, son fiyat krizinde CTP dalgalanmasını da gördük. Koltukta oturma hesaplarının ve birini tasfiye etme olgusunu gayet güzel yaşadık.
CTP kendinin başta olduğu belediyeler de olmak üzere su alımına olan fiayt la evet dedi. Sadece Lefkoşada hayır kulandı. Kimse yanılmasın; Çünkü öteki belediyelerde evet denip lefkoşada hayır denildi. Ayrıca Mehmedali bey yine düştüğü konumu tekrardan yaşattı! Kendine göre fiayt çıkarıp eleştiriyi oturtu. Ama eleştirirken, kendi belediyelerinin de Lefkoşa dışında evet deme çelişkisini de açıklamadı. Teslim olanlar sa zaten dünden razı. Ama şu su konusu böyle kafayarca sürdürüldükçe daha çok komik acıtan gündemler yaratacaktır.
Hala Su sorununu insan hak eksenine koymama, yeni olayın dışa bağımlı bir esruman olarak özeleştirme metalaştırma olduğu kabulenmiyor. Daha doğrusunu söyleyelim: Kıbrısda hak ile metalaşma farkının ne olduğunu pek bilen yok. Mali hesaplama veya hamasetle işbirlikcilikle dağıtma rantlığı arasına tüm konular sıkıştırılıp brakıldı. Gerçekten şu soruya konuşanlar yanıt versin: Su insan hakkı mı, yoksa ihdiyaç mı! Bu basit görünen ikilem geliştirilip, Türkiyede hem de suyun geldiği yörede dahi zaman zaman su sıkıntısı varken, neden buraya bu su getirildi? Bizlik soru; buradaki su sorununu madem meraklıdırlar ve maliyet ifadesi de konuluyor, hangi seçenekler tartıştırılıp bu sonuca ulaşıldı? Sanırım en eksikten başlayalım: biz su gibi konuları insan hak ekseninde kavramadıkça, suyun metalaşması ve hele de dışa bağımlı olma anlamını gerçekten kavramadıktan sonra, olayı doğurudürüs konuşamayız. Hele de sadece “suyu isgtemiyormusunuz” eleştirisi ile hiç anlayamayız!*****
Kıbrıs böylesi gelişmelr ve bolca görüşme şovları ile çelişkiler içinde birilerinin gelip dilediğini yaptığı süreci yaşarken; Futbol şanpiyonasının da başladığı Fransa da ikilemler yaşanıyor. Biryanda sokaklar statlar futbol meraklıları ile doluyor. Öte yanda Liselielerden çalışanlara yeni çalışma yasasına karşı direnişler sürüyor. Grev ve işkaller le yeni yasaya direniyorlar. Fransa çoğuna göre Futbol güncesi ile beyinlere konulurken, belirli kesim de Fransız emek gençlik direnişinin sonucuyla gelecek yarının şekilenmesine odaklanılıyor.
Fransa bir yanı ile dördüncü endüsri diye artık kabulenen Futbol Avrupa şanpiyonasının evsahibi olup şanpiyona başladı. Dünyanın önemli kısmı bu maçlara yoğunlaşıyor. Bet kumar cepesi de cepleri dolduruyor. Sporla ulusculuk ile tarafcılık seyretme döngüsü hızla işlemeye koyuldu. Ama Fransa statlarını izleyenlerin çok önemli kısmı, oradaki siyasal çalkantının da farkında değildir. Halbuki Fransa eyer bu son yasanın geçmesi sonucu son Keynesci Kapitalist sosyal devlet örneği de tarihe karışacaktır. Bazı medya haberi vriyor. Veriyor da elbet sadece grevler ve işkaller de brakıyor. Oysa yapılan kamuoyu yoklamalarında Y.72 oranında eylemlere destek vardır.
Konunun özü şu: Fransada çalışma saatleri artırılacak* Fransada toplu sözleşmeler genelde yapılmayıp tek tek iş alanlarında anlaşmalar şeklinde olması isteniyor* Çalışma saatleri dışındaki çalıştırmalara daha az ücret verilecek* işten kolay atmalar oluşacak* Güvenceler azaltılıp, belirli koşulalr da “örneğin mali disiplin gibi” gerekçeler le işten atmalar doğalaşacak* Bazı sosyal haklar kaldırılıyor!
Buna benzer birçok öneri vardır. Burada enönemli gerekçe ise daha da acıtıcı! Fransız sermayesi daha iyi kar yapıp öteki ülke sermayesinin üstüne çıkması için, mali düzenleme yapması gerekir. Buda ücret düşürülerek sağlanacak karlar la rekabetin artırılacağı hesabı vardır. Tıpkı Neoliebral öteki gerekçeler gibi! Şimdi sermaye cepesi ortaklaştı. Hat da buna Sosyalist parti de eklendi. Bazı yandaş sağ sendikaları da yanlarına aldılar. Fakat, başta gençlikten gelen başkaldırılar şimdilerde emek cepesinin bazı kesimlerini de içine aldı. Okuduğum kadarıyla karşı cepe tek ses ve baskılı polis gücüyle saldırganlaşırken, direnenlerin hala ortak buluşması yoktur.Bu önemli eksikliktir.
Liselilerin işkali, emekçilerin grevli ablukaları birleşerek ortak seçki oluşturmadıkça, Fransada da kaybetme olasılığı halen önemli ölçüde mevcutdur. Emek ekseni ortaklaşmadıkça da bu yıkım neyazık ki ırkçı faşist kesime yarar getirecektir. İşte Fransa futbol la dünyada gündemleşirken, öteki madalyondaki Fransa da böylesi çalkantılar yaşıyor. Tam bir dönemeç sürecinden geçiyor. Kaybedilme halinde artık Keynesci model de tarihe geçecektir.