Yazıyı yazarken Bayramın ikinci gününe geldik. Sıcak ile tuhaf rüzgarlı acayip bir hava oluştu. Bulutların veya sıkıcı nem olduğu netleşmeyen gökyüzü görüntüsü de vardır. Öğleni aştık. Hem esen hem de duran tuhaf havamız kolayca aldatma koşulunu da oluşturdu. Tam rüzgar la serinledik derken, birden durması ile sıcağın terine tanık olmaya başlarsınız! Sanki bayram kuramı, ideoloji ve inançla üçkenleşen yaşamın adeta tutarsızlığını yansıtan gerçekleri vurgularcasına iklim ve siyasal ortam birbirini tamamlıyor. Camiye giden bazı insanlar la konuştum. Onlara verilen fetvaları sordum. Radyoları televizyonları rasgele izledim. Bayramla ilgili akışkan sözcükleri de biraz dinledim. Ama yaşamın öteki gerçeği de vardı! Müslümanların dini bayramı* Söylemler kardeşlik ve affetme üzerine olsa da, yapılanlar ve özelikle yaşananlar bize başka tablo şekli oluşturuyordu. Zaten, Oruç ayının başlaması ile İslam dünyası dini görevini yerine getirdiğini söylerken, kendi dünyalarındaki boğazlamalar, katletmeler de pencerenin açılmasıyla görülen öteki yüzü oluyordu. Bırakın onu bunu, bayramda dahi onca nutka ve “buyruk” olduğunu söyledikleri anlayışın aksine, Müslüman ülkelerde resmen vahşi şekilde ölümler uçuşuyordu. Bu çelişki içeriğinde çok gerçekler barındırıyordu.
Hemen “huyu kurusun” beleğim hem anımsamaya, hem de sorgulamaya başladı. Öyle uzağa gidip fazla uzun yazacak değilim. Kendimizi nasıl aldatılmış bulup idolojikleştiğimizi anlamak ister, bunu normaleştirip yaşama kalıcılaştırma sonucu, nedenli gerçekelri umursamaz veya yanlışa kapıldığımızı kavrama adına bu konuyu bir eksen le yeniden aktarmaya girişiyorum. Zaten hergün Türkiyeden ıraka, Suriyeden Malezyaya, Bangladeşten Somaliye durmadan “cenet yolunda imtiharları” dinlerken, Siyasal İslam veya şeryatcı emirlik şehli Müslüman devletelrin de nasıl acımasız toplumsal katliyamalr yaptıkları haberler peşpeşe diziliyor! Nedense herkes beyenmediği tarafı “terörist” le suçlarken, devletlerin özelikle yaptığı katliyamlar veya bunların neden gayet normaleştiğini de sorgulamadıkarlını da görüyoruz. Adeta hayatın olmaz sa olmazı haline getirildi. Üstüne de bildik İslam söylemleri ile “nedenli insancıl” olunma nutukları da sıkılıyor!
Böylesi kağosta da kolayca aldatılma tehlikesi de vardır. Algılarla oluşan ve tektip medya yayınları sonucu, kişiler kolayca istenilen ezbere hemen takılır. Suçladıkalrının dün kendi yönetimlrin yaratığı canavarlar olduğunu veya dün düşman diye birileri yuturulurken, aslında kendi timsahını oluşturduğu gerçekleri de algılar arasında yok edilmektedir. Kıbrısda ise her palavra veya yapılanma kolayca zemin bulup uyumlaşma kültürüne nayazık ki koşul bulmaktadır.Biraz yaşlı olan veya bizim kuşak anımsar mı bilmem! Doksanlarda özelikle Türkiyede cuntacılar ve önemli bazı devlet kesimi şu temel sloganı algıaltıyordu: “Türkiye iran olamaz”! Bereket zamanında yazdıklarım vardır da rahat yazma şansım da oluştu! Cezayir de İslamcılar seçimi kazanıp da darbeyle seçim çalınırken şu slogan haykırılıyordu: “Türkiye Cezayir ve iran olamaz”! Oysa bilinsizce savrulan slogan yanlış tı! Ayni şekilde özelikle başka ülkelerdeki İslamcı hareketler de “özgürlük” savaşçısı olarak savunuluyordu! Afkanistan savaşı sonrası yayılan İslamcı ciahtcılar geniş Müslüman coğrafyasında kendielrini siyasal olarak ifade ediyorlardı. Halbuki şu çelişki sırıtıyordu! Cezayir de olan İslamcılar iran yanlısı falan deyildi! Afkanistan kökenli cihatcılar, ABD tarafından direk desteklenip Cezayir de kulanılan ve en önemlisi Sudi finansmanlı selefiler şeklinde bileşerek oluştu. Ama ne muhalefet döneminde destek verilirken nede Cezayir seçiminde bu durum vurgulanmadı. Hep suç irana havale ediliyordu. Çünkü; iran ve Lipya şer eksenine konulup tasfiye edilecek devletlerdi!
Ozamandan beri yeri geldikçe hep uyardım: iran elbet İslam develtidir. Yaptıkalrı da savunulamaz. Ancak; temel İslam finansörü olup, üstelik şeryat ihraç edip gerektiğinde ABD tarafından da beslenen hareketler de dikate alınmalıdır. Nitekim; oluşturulan ezber le olanalrın çelişkisi hep oluştu. Durmadan İslami teörle le iran suçlanırken, şimdi baktığımızda tüm tehlike diye savundurulan yapıların hemen hemen hepsi ABD meşeyli Sudi Basra emirlikleri finansmanlı yapılardır. Çoğu Sosyalist hareketlerin güçlenmemesi adına oluşturuldu. Türkiyede dahildir. AKp projesi ve siyasal İslam hedefli muhavazakar siyaset ve piyasa ekonomik modeli olarak Buşun planıydı. Ama insansanlara doksanlardan son döneme kadar, “terörist örgütleri iran besliyor” algısı idolojikleştirilip yerleştirildi. Sudi Arabistan ve iran aslında Yetmişlerin sonuna dek ortaktılar. İran Şahlığı ile Sudi şeryat develti Batının Ortadoğu İslam kontrol hegemonyalı esrumanlarıydı. Bu kırılma irandaki şii devrimiyle birlikte ayrıştı. Ortadoğu projesinde iran Şer eksenine konulunca da düşman algıları da yoğunlaştı. Özelikle Türkiyede hemen yerleşiverdi! Devlet içi ordu kesimi, Kemalistler ve belirli sermaye kesimi “oligarşinin önemli ayağı” bu idolojik yörüngeye hemen oturdu. Türkiyede dahi rabıtadan öteki İslam yerleşkeleri direk Sudi finansıyla ve içsel tarikatlardan devlet içi belirli kesimlere, Amerikan kulanım ile batının gelecek hesabına konulurken, ısrarla sokakta “Türkiye iran olamaz” deniliyordu. Sanılmasın ki iranı savunuyorum! Ancak, abartı iran ile öteki sistem gerçeğinin örtülmesinin nedenli tehlikeler yaratığını da bilmek gerekir. Bu seksenler Afkanistanından ve dahası, Ortadoğu söürgeleşmelerde hep Sudi eksenli yapı idolojik olarak kulanıldı.
Gelelim günümüze: Türkiyede imtihar saldırıları istanbulda yankılandı. Herkes lanetliyor. Oysa dün bu cihatcılar Türkiye üzerinden Suriyeye girdiğini yazanlar “vatan ihanetiyle” yargılanıyorlar! Dahası; Suriyede Esatı devirip “demokratik yapı” kurdurulacak kesimlerdir. Sadece Türkiyede böylesi eylemler elbet olmadı. Yine ayni politika da tekli değildir. Unutmayın son Türkiyede yapılan İslam toplantısında alınan kararlar ve suçlanan iran gerçeği de vardı! Şimdi gün bayram* Durmadan dinsel metiyeler dinliyoruz. Sadece bayrama girerken Malezyadaki saldırılar, olayları finanse de eden Sudilerde imtihar ve saldırıalr, Bangladeş ve ırakta resmen faciyalar yaşanıyordu. Başta Türkiye devleti bayram falan dinlemeyip Kürt yerleşimleri yerlebir etmeye devam ediyordu. Sonra ekrana çıkan din adamları da “Afetmekten, doğru söylemekten veya kardeşlikten” söz ediyorlardı!
Kıbrısda ise önemli kesim bayram tatilinin tadını çıakrmaya çalışıyor. Fakat şu gelişme de gayet kolay görüldü: “Gerçekten dinseleşme ve onun politik kulanım koşulu da gerçekten gelişti”!Din inancı koyup tabulaştırıp yerleştirirken, bilgiyi ret ve gerçekleri sorgulama düşüncesini de olumsuz etkiliyor. Hele bizimki gibi çıkar ile paraya tapınacak derecede yerleşmiş se sonucu ortada. Birçok basın bu ufak ama çarpıcı gerçeği anlamadığı için de soruyor! Özelikle ciahtcılık veya öteki kesimlerin teknolojik ulaşırlığı ve öyle fakir değil üst elit mensubu olma durumu konunun yukarda özetlediğim olguların nedenli önemli olduğunu da gösteriyor. Öyle olmasa develti veya örgütleri yönetenlerin yapısı ile örgüt eyleminin uyumsuzluğunu söyleyecek yüzeysel faktör çoktur. Bunlar böylesi koşullar la oluştuğu için elbet karşılığı da mutlaka kitlesel olarak vardır.
Dehşetleşince herkes acıyla konuşuyor. Kimse bu ıŞİD nerden çıktı, bunu kimler destekledi, neden besleyenlerin elinde bonba patladı, onları kurumsalaştırma nedeniyle istihbaratlardan devletlere varan karmaşık ilişkileri nedeniyle verilecek mesajı da düşünmek bize kalmıuor mu? Şu basit soruya herkes kızıyor! “Bana dünya İslam devletlerinden veya oluşan örgütlerinden güzel bir örneklem ver” deyince, hemen “İslamlık böyle değildir” denilir! Peki bayram günü Müslüman devletlerde olanları düşünürsek, adını ne koymalı? Sahi şimdi hemen aklıma geldi: “Türkiye ve Kuzey Kıbrıs iran olamaz* Bunlar teröristir”! Peki bu yapıları yapılandıran devletler kim? İran mı yoksa başta Sudielrden başlayıp Türkiyeden geçip batıya ulaşan bir mekanizmamı var!
Yazıyı bitirmeden bir önemli gelişmeyi de eklemek zorundayım. Türkiye ile İsrail anlaşması epey şişirildi. Bunun nedensonuç ilişkisini önceki yazılarda yorumladım. Bir gelişme yeniden deyinme zorunluluğunu da getirdi. Bizim dünya ile fazla alakalı olmayan medya dahi haberi yaptı. “Türkiye yardım gemisi Gazleye ulaştı”! Tabi Gazle değil de İsrail liman gerçeğini araya sıkıştırılma başarısı da yapıldı. Yalaka yandaş medya deneğimi bunu eklektik olarak beceriyor. Buraya kadar tamam diyelim yine de! Ayni dönem de İsrail uçakları Gazleyi bonbaladı. İş adamının ofisinden iş makinelerine varan her mavzemesini yok eti! Şimdi ne denilecek? Türkiye yardımıyla Gazle ablukası kırıldı* yoksa Gazleye Katar Sudi tipi yeni rolde Türkiye mi? İşte yok edilirken arap ve Türkiye sermayesine açılan Gazle, başka pencereden de doğal deniz gazı da İsrail tarafından el konulup Türkiyeye ulaştırılma hesabının net görüntüsü.