Dinin inanç konusu olduğu bellidir. İnanabilirsiniz, inanmayabilirsiniz. Akılla sınamak isteyen bir dinci kitaptan örnek ararsa bulabilir. Örneğin bir ayette iki suyun karışmadığı yazar diye son yıllarda Atlantik ile Akdeniz’in sularının karışmadığını gören ünlü Fransız deniz bilimcisinin açıklamalarının kitabın yüzyıllar önce bunu açıkladığını bir keramet olduğunun kanıtı olduğunu söyler.
Siz ise son yüzyıl içinde kitabın açıklamalarında iki sudan kastın Kızıldeniz ile Nil nehri olduğunun belirtildiğini gösterirseniz o kerametin hali ne olur? Kalkıp da kitabı yorumlayıp akla uydurmaya kalkabilirsiniz ancak zaman ola hayrola her yeni keşifte yorumlara ters bir şey çıkabilecek diye nöbetçi yorumcu mu tutacaksınız!
Papa Darwin tarafından yapılan bulguların canlıların evrim geçirdiğini ve türlerin çoğaldığını gösteren çalışma ve o yöndeki süregelen araştırmaları reddetmenin anlamsızlığını gördü ve “Allah canlıları istediği şekilde yarattı. Hikmetinden sual olmaz” dedi. Yaratılış konusu İncil’le Kuran’da bildiğim kadar benzer şekilde yer alır. Onun için Papa’nın yorumu Kuran’a da uyar. Ancak Türkiye’de TÜBİTAK (bilim ve teknik araştırma kurumu) Darwin konusunu dert etti. Çünkü artık laiklik karşıtı dinci guruplar seçilerek oraya atanmıştı. Çıktığı ilk sayıdan bu hale gelinceye kadar aylık yayınlarının her sayısını almış birisi olarak böyle bir kurumun bile dinci saldırıdan kurtulamaması çok hazindir. Laiklik reddedilince dincilerin yaratacağı büyük yıkımın örneği verilmişti. Bunun Gülen’le doğrudan bir ilişkisi kurulmadı. Gerçi orada da tasfiye oldu ama bilimin inanca tercih edildiğini kimse söyleyemez. Papa kadar bile olamadılar.
Son olarak ruhun ağırlığını da hesapladığını anlatan zavallılara rastlayınca gelecekten umudu kestim.
Türk’ün kendini aşağı görenlerle dolu olduğunu başından beri üzüntüyle görürdüm. Bir tarafta kendini gerekmediği halde büyük bir uygarlığın sahibi göstermek ve aşağılık duygusundan kurtulması için halka yalanlar uydurmak çabası vardı diğer taraftan dincilerin ümmetçiliği yüzünden Türk’ün dilini de tarihini de çarpıtan çabalar vardı. Dinciler laikliği ve hocaların, hacıların, mollaların, şeyhlerin, imamların gücünün kırılmasını reddetmek için halkın anlayamadığı ve öğrenmediği bir saray dilini dayatma çabaları vardı. Osmanlıcılık ve ümmetçilik milliyetçiliğin tersi ama dinciliğe yararlı olur diye görüldü. Birbirine ters işlerle uğraştılar ama sonunda hudutlarının ötesinde nüfuz bölgeleri kurmayı hayal eden bir kültür korundu.
İçlerinden biri coştu ve tüm dillerin Türkçeden kaynaklandığını kanıtladığını iddia eden kitap yazdı ve popüler oldu. İddiası dilci oluşuna dayanıyordu ama bir dilcinin çıkıp da akademik iddiasında olan bu kişiye yanıt vermedi. Uygur yazının Soğdca’dan alındığını, Orhun yazının bir Çinli tarafından icat edildiğini ve Osmanlıcanın Arapçadan ve son yazının da Latinceden alındığını bilmeyen yok ama pohpohlanmak için yeni bir kaynak oldu.
Buna rağmen dinciler Türkçe uygarlık dili değil Kuran bu dile çevrilemez iddiası yaparlar. Ek olarak hiç bir dile çevrilemez derler ki her çeviride farklılık olması doğal olduğu halde… Nedenini sorarsanız: büyük bir iştahla Osmanlıca dedikleri saray dilini diriltme gayretini yorumlayıp aslında Arapçayı öretmek istemeleridir. Çünkü dini yaşamak için Arapça dualar etmek şarttır.
Hristiyanlığı ikiye bölen Latince duada ısrarı sürdürdükleri görülünce dini yaşama hakkını Arapça öğrenekle eşdeğer sayanların çok sayıda olduğu anlaşılır. Dinimi öğreniyorum gibi programlarda Arapça derslerle başlanması ve hiç bitirilmemesi bunu kanıtlar. Gene de kaçınamayarak Türkçeyi yazmak için Osmanlı harflerini de öğretmekten kaçınamıyorlar. Hatta Latin harfleriyle yazmaya geçilmesi sırasında Arap harflerinden geçiş sırasında çıkarlan kılavuzları kullanıyorlar çünkü Arap harfleriyle Türkçe yazmak kolay değil ve okunması ne yaparlarsa yapsınlar yazmaktan daha zor olur. Bu zorluk nedeniyle bir sürü de klişe denilen kelime guruplarını ezberlemek gerekir. Stenografi ile yazıların konuşulanların zamanla unutulması yüzünden daha sonra okunamaması ve ille de ses kaydıyla desteklenmesi gibi bir sıkıntı oluşur.
Bu kadar zorluğu ve özellikle tarikatçılıkla parçalanmış bir dogmayı devletin gücü ile dayatmak yani laikliği kaldırmak dinle aklın yan yana gelmekte zorlandığını gösterir.
Dinciler dinimizi istediğimiz gibi yaşayamadık diye şikâyet ederler ama laiklik onlara yetmiyorsa nedeni konuşulmalıdır. Ne yapmak isterler de yapamazlar? Laiklik zamanında bize zorla şapka giydirdiler denilen devirdir. İşin aslı Mustafa Kemal’in başına şapka giyip medeni insan böyle giyinir gibi bir jest yapması ve yasa ile yasaklanmadığı halde zorlamaların yaygınlaşmasıdır. Yasayla yasaklanmadıysa genelge, yönetmelik ve benzeri mevzuatla bir kimseye yaptırım yani seni bu binaya sokmam, kıyafet tüzüğümüze aykırıdır okula sokmam veya benzeri ceza veya diğer yaptırım uygulamaları kesinlikle laikliğe aykırıdır ve anayasaya terstir. Erdoğan’ın takımının anayasaya aykırı bir durum ortaya çıktı onun için anayasayı değiştirip duruma uygun hale getirelim dedikleri durumun aynisi yürürlüğe girmişti.
Anlayacağımız şikâyet edilenin giderilmesi değil ayni anlayışın sürdürülmesi ile bu kez erkekler kafasını tıraş edecek sakalını da uzatacak uygulamasına geçmek demek olur. Dincilerin hemen hepsi tarikatları farklı da olsa ayni anlayıştadır. Çünkü dinimizi istediğimiz gibi yaşama hakkımız dedikleri açıkça başkalarının özgürlüklerini ortadan kaldırmayı da gerektiren bir anlayıştır. Ramazanda oruç tutmadığınız anlaşıldığı anda yalnız kendinizi etkilemiş olmazsınız. Onlara göre tüm cemaati etkilemiş olursunuz. Bunun için de Kuran’dan ayet gösterirler ve Sodom ve Gomora gibi İncilde de anlatılan efsaneye göre Allah yalnız günahkârları değil tüm halkı cezalandırmış olduğunu örnek gösterirler. Tesettüre uygun giyinmeyen bir kadın da tüm cemaatin cezalandırılması olasılığını gündeme getirir diye iddia edeler.
Dinimi yaşama hakkımı isterim diye dinci ayni zamanda başkalarının da özgür yaşamına karışılmamasını istemelidir dersek o zaman onların dini inanışlarına aykırı davranmasını istemiş oluruz. Onun için laikliğin devlette şart olduğunu kabul edip hukukun ona göre tam uygulanmasını saplamaya çalışmalıyız.
Dincilerin en büyük zaafları ve zararları da siyasi yaşamda görülür. Oylarını kendi meşreplerindeki birine vermeyi tercih ederler ve bundan da maddi çıkar sağlarlar çünkü kendi meşreplerindekilerle müşteri ilişkisi kurulur. Seçim sistemi popülizm ve nepotizme kurban olur. Fettullah gibi dincilerin devlete el koyma çabaları dini yaşamak istemleri değil bizi esir etmeyi istemeleridir. En son incileri arasında esir edip kadınlarını cariye edenlerle son tutuklama ve el koymaları kıyaslaması Kuran’a göre esirlerin mallarını, çocuklarını ve kadınlarını alıp satmanın ve kullanmanın meşruluğuna işaret eder, boşuna değil inanç itirafıdır.