Çözüme doğru yol alırken – Ulus Irkad

1008

Gene çözüm konuşulmaya başlandı. Kırk yıldır öğretmenlik görevimden dolayı önce sendikacılık ve daha sonra da iki toplumlu aktivitelerle ilgilendim. Kendimi bildim bileli de Kıbrıs Sorunu’nun içindeyim. Daha önce anlatmıştım. 1980’li yıllarda göreve başlayınca da sendika içinde olduğumdan dolayı yeni bir durum olduğunda hemen bir hareketlenme başlıyor ve yakından olayları takip etme olanağım oluyordu. 1989 yılında Batı Berlin’de Alman Yeşiller Partisi’nin düzenlediği Kıbrıs Sorunuyla ilgili bir konferansa katılmıştım. Orada Berlin’in 1990 öncesi durumunu izlerken bir sene sonra SSCB’nin çöküşüyle Berlin’in de Batı Almanya ile birleşmesi öncesi durumunu gözlemledim. İlk katıldığım bir konferanstı bu  ve dolayısıyla beni bayağı etkilemişti. Hani Post Modernist dönem deniyor ya? İşte o dönemin ilk başlarında dünyadaki değişimi yaşamıştım ve yakından da etkisi  altında kalmıştım. Doğu Berlin’i görünce hayalimde kurduğum Sosyalizm’de sorunların olduğunu, SSCB veya Doğu Bloku’nda aslında sosyalizmin değil de bürokrasinin etkin olduğunu kafamda sorular sorarak kendimce  yanıtlar bulmuştum. Daha sonraları İngiliz Marksist-Leninist ve Troçkistlerinden alacağım bilgilerle doğru yol üzerinde pekiştirici doğruları bulmuştum. Anarşistleri de okuyup öğrenince daha da geniş bilgilere ulaşmıştım. Büyük İngiliz Marksisti Ted Grant’la bizzat tanışıp tartışmış, Tony Cliff ile tesadüf eseri karşılaşamamıştım ama bayağı kitabını ve yayın organını okumuştum (Socialist Workers’  Party).Aslında bu dönem SSCB’nin sonu olurken gene ülkemizde solun örgütlenmesinin de yanlışlarla dolu olduğunu, bürokratik yapılanmaların bizde de bayağı sol içinde etkin olduğunu anlamıştım. Güney’deki AKEL indindeki solu incelediğimizde de aynı bozukluk ve yenilgiler hatta umutsuzluklar vardı, çünkü hastalık aslında ideolojikti.

Ülkemizde solun onlarca yıldır başarısız olmasında, umutsuzlukların yaratılmasında hem Kuzey’de hem de Güney’de yanlış siyasetlerin büyük etkisi vardı. 1940’lı yıllarda AKEL’in bile milliyetçiliğe yenilmesi ve arkasından gelen grev başarısızlıkları hatta ayrılma ve bölünmelerin de bu umutsuzluklarda etkisi vardı. Aynı yansımalarla hem  1974 öncesi hem  de 1974 sonrası başarısızlıklar gırla devam etmekteydi. Bu yüzdendir ki Türkiye Devleti etkinlik kurduğu Kuzey’de istediğini yapmış ve solun pasifliği veya yanlışlarından yararlanarak sağı devamlı seçim başarılarına taşımıştı. Göçlerle kırılan Kıbrıslıtürkler zaten kan kaybederken, sağ ve gericilik işte bu zayıflıklardan yararlanarak başarı kazanmaktaydı. Kıbrıs’taki bu örgütlenmeler, Türkiye’deki sol örgütlenmeler veya sol kadar olamamış,  bir Kürt mücadelesi bile örnek olamamıştı kararlılık olarak sola. Şiddet olarak değil, siyasal parti örgütlenmesi ve HDP modeli olarak. İşin kolayına kaçmıştı sol bilinenler. Ellerinde tek silah meclise girip, hatta birşey de yapmadan beş senenin sonunda da daha fazla ense şişirerek, oradan ayrılmaktı esas gaye. Yani sen sistemi veya düzeni rahatsız etmez ve kravatlı papyonlu o meclise girersen, zaten egemenler de bir güzel  kendilerine benzetirlerdi seni. Olan da buydu. Kıbrıs’taki  sözde solun bal vermez durumunu bilen egemenler elbette halkı da partileri de zefliyeceklerdi. Güney’deki AKEL’den tutun bizdeki partilerin durumu da aynıydı. Gündemi partiler değil, egemenler belirliyordu. Partilere bir seçim emziği verip mecliste onların vakit geçirmelerini ve de kendilerini rahatsız etmemeleri için neler yapılması gerektiğini onlar gösteriyordu ülkede. Onların çizdiği çemberin dışına bir türlü 42 yıldır çıkamamıştı muhalefet partileri (Aslında sol demek de yanlış).

Geldiğimiz sonuçta, barış için altyapı yok. Güneydeki hatalar da devam ederek  işler ulusalcılıkla götürülmeye çalışılıyor. Sanki de toprak verilirse bu barışa etki edecek. Elbette buna karşı değilim de niye barış değil de hep maddiyat öne çıkarılıyor? Elbette insanların kaybettikleri neyse verilmeli de işler bu kadar kolay mı? Niye sorun sadece toprak konusuna indirgenmekte? Niye evlerinden yurtlarından olan Kıbrıslırumlar geriye dönmek istemekte de Kıbrıslıtürkler istemiyor? Bunların sebebi ne? Niye Kıbrıslırumlar 1963 sonrası Kıbrıslıtürklerin çektiklerini bilmiyor? Niye Kıbrıslıtürkler 1974 sonrası Kıbrıslırumların acılarını dert  etmedi? Niye Dip Karpazlı rumların sorunlarına eğilemedi buradaki partiler? Niye 1963 sonrası Kıbrıslırumlar kantonlarda Kıbrıslıtürklerin acılarına ortak olmadı? Bugün Kıbrıslırum sağ partilerin çoğu olaylara hala daha azınlık-çoğunluk perspektifinden bakmakta. Tamam Kuzey Kırbıs’ta hukuksuzluk diz boyu ama Güney’de de yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve şövenizm diz boyu. Orada yaşayan Kıbrıslıtürklerin çoğu Kıbrıslıtürk kimliklerini gizleyerek yaşamakta. Bu bana göre 1974’e bağlı bir sorun değil, daha da önceleri ama 1974 sonrasında daha da artan bir tehlike. Garantiler konusunda iki toplumun kendilerinin bulacağı garantiler daha da önemli de iki toplumun aydınları bile çok zor bir araya geliyor. AKEL’in de olaylara bakışı iki yüzlü. Ya bizdekiler daha mı şikar? CTP de tam berrak ve demokrat olarak tavrını ortaya koyamadı. 2003-2004 yılında ansızın güya anti KKTC olmak nasıl bir iş? Statükoya 2003 öncesi ayak uydurup YKP gibi partileri çılgın görenler de herhalde biz değildik. Kıbrıslıtürk sağının aymazlığı ve dar görüşlülüğünden konuşmak istemiyorum zaten on ların durumu belli. Statükoya oynayan verimsiz atıl kaynak gibidirler.

Daha çok gidilecek yollar mı var? Niye bu boşlukları giderip de yola devam edemedik? Yoksa adalı olmanın getirdiği boşluklar mı var karakterimizde. Yoksa adalı olmak aksine  onursuzluk ve bencillik mi? Bu konuları ve bu soruları aşamadığımız müddetçe sanırım Kıbrıs sorununda da pürüzler olacak. Belki de yanılıyoruz. Ama gene de iyimser ve umutlu olmak gerekiyor. Bir de mücadele etmek önemli. Mücadele etme isteği ve niyeti  var mı? Bilmiyorum…