Herkesin kendine göre ilkeleri mutlaka oluşur. Helle de düşünce söyler veya bir konuyu araştırırken, mutlaka öğrenmek, geliştirmek ve yorumlama gibi önemli teknikleri nedenli iyi kulanır sa, odenli başarılı da olma olasılığı hep vardır. Yalnız; eyer düşüncesini sunarken de mutlaka karşısındaki alıcının da özelliklerini iyi kavraması da gerekir. Ben kendime göre ilkeler yerleştirdim. Yaşayarak ve öğrenerek kendime özgün düşünce şeklimi geliştirdim. Bu kendimi ifade etmede de duruş olarak yerleştirdim. Ancak ikinci dönemece girince de bazı yeni kuralalr da kendime koydum. Eyer yazmak veya sunucu olmak istiyorsam, ozaman da salt kendimi deyil de karşısındakinin da beklentisini düşünerek yazma konumuna girdim. Çünkü artık kendim deyil okuyucu ile bir de alıcı karşıtı geliştirdim. Bundandır ki öğrendiklerim le yaşadıklarımın kendime oluşturduğu düşünce alanını geliştirdim. Karşımdakinin ayni zamanda öğrenmek isteyini de anlayarak daha fazla ve deyişken inceleme yapmaya yöneldim. Örneğin; baştan beri benim yazılarımı okuyanlar, sadece kendi dünya görüşüm le gelişen olay bilgileri deyil, karşıt denilen kuramların da içerikleri hakında bilgi yazdığımı da gördüler. Okuyucu okurken sadece beni deyyil örneğin bazen kendine “liebral” diyen kişilerin de liebrl olduklarını bilmedikleri bilgileri de yazdım. Bir anlamda karşıt görüşler le deyişken kısa köşeye zengin bilgiler de sunmaya çalıştım. Bu benim enazından kendimle olduğu kadar okuyucuya da bir şeyler verme çabam oldu. Bunun anlamı ile birçok konuyu yazarken,mutlaka karşıtların da yazılarını okuyarak ve hat ta onların içindeki çelişkileri de bilerek yazıyorum. Bu farkı neyazık ki çoğu yazar veya sadece yorumcular dikate almıyor. Kendi görüşleri ile başlayıp kalıyorlar. Daha tehlikelisi de şu: ister gazeteci,ister akademisyen etiketli nice kişi, bildikelrini dahi söylememek için ya hiç deyinmemeği, veya yuvarlak sözler le geçiştirerek, okuyucudan dinleyiciden daha geri bir mesleki anlayış sergilemektedirler. Buda ilgili analın öteki hastalığı…
Neden bu girişe ihdiyaç duydum! Durmadan en Basitiyle “Kıbrıs sorunu, ekonomik aşmazlık, sosyal sorunalr” ibareli laflar duyarız. Kendimizi ekrana veya yayına odaklayıp bir şeyler öğrenmek isteriz. Bir de bakarız, en yaldızlı lafın yanına başka bilgiler de konulmaz. Tekrarlar la ve hat ta ivme düşürterek sonuca oynanır. Oysa eyer sert veya yaldızlı başlık konulduysa, okuyucu buna kapılıp bir şeyler arar. Bulamadığı zaman da gelenekseleşen bir öteleme moduna düşer. Önemli yazıyı dahi elin tersiyle itip okumaz. Başka esruman ise kitlelerin basit ce bekleyip desarj olacağı algıları sıralayıp moral boşaltma yapılır. Buda var olanın yeniden üretilip kitlelerin rahatlamasına yardımcı olur. Birine göndermeler le suçlamalar veya olmayan başarılar dizerek övmeler le içi boş deşarjlar bolca yaplır. Helle de övmeler!****
Son günlerimiz adeta bolca sıraladığım gerçekelr yaşanıyor. Fazla bilgi eklemeden, kelimesel fetişiszim ile ayni demeçlerin versyonunun ayarları ile oynanır. Sonra somutlaşmaya gelince de dolanbaçlı sözler le anlam dahi netleşmez. Bunu Kıbrıs sorunu ve beraberinde başta içsel taleple başlayan uluslararsı koşulalrla süsletilen yazılar da hep görürüz. Hep gelen, ama ne olduğu dahi bilinmeyen süreçler yüksek frekans la bezenir. Bunlar senelerdir Kıbrısı sarmalayıp kuşatıp ama kendinden hiçbir katgı verilmeden yaşanan dönemdir.
Ben bu konuda enazından kulanılan koşul kelimesi ile bazı ayrıntılar la konuyu okuyucuma sunup kendin ce gerçeği yakalamasına veya öngörü yapmasına yardımcı olmaya çalıştım ve çalışacam. Herkes ezberli “tamam* Uluslar arası koşullar da uygundur” derken, benim yazılarım da uluslar arası gerçeklerin bilgileri daha çok yazıldı. Yine başka hastalık da kendine sol diyen ama resmen nasıl ki Hristiyan sosyalistlere “Ortodokslar” imgesi konuluyor sa, bazı İslamcı sosyalist etiketcilere de “tarikatcılar” denecek örnekleri neyazık yaşıyoruz. Sanki kimisi Emperyalizmi tüm gerçekliği ile unutup “barışçıl” olduğunu savunurken, kimisi de Marksis eski bazı ezberler le yetinip ayni laflar la günümüzü açıklamaya çalışıyor! Böylelik le sağ sistemini korumak için dilediği algılar la operasyon yaparken, sol kesimin çok azınlığı olsa da Marksis bazı ezberlemeler le günümüzü düşünmeden konuyu açıklamaya yeltenip, kamuoyu ile hiç buluşamayan sözler söyleniyor. Kimisi Emperyalizmi unutup ama solculuğu kulanıp günümüz kan göllerini görmeden “barış getirecek” çağrısını yaparken, kimisi de günümüzü ret edrek “her şeyi Emperyalizim yaptı* Onlar her şeyi planlar” denip karşıtı tek tipleştirme yanlışını eski ezberle birleştirip brakırlar. Tabi dolanbaçları veya hiçbir öngörü sunmadan konuşmaları tekrar yazmaya da gerek yok.
Bukardar eleştiri neden! Çünkü hala birileri tüm dünyanın adamız da çözüm istediğini söylüyor. Onlara söylenen sözler le konuşuyorlar. Kimisi de karşıtları aynılaştırıp orda brrakıyor. Oysa sadece son yazılarımı düşünün! Herkes ABD Kıbrıs için barış istiyor veya oyun yapıyor derken, ben somut olarak Suriye Atteşkes olayında dahi ABD içi hem de yönetim hükümet ağında nasıl çelişkilerin yaşadığını da yazdım. Oysa buraya ayni kişilerin kimine göre yakın, kimine göre düşman denilip yorumlar sıralanıyor. Halbuki dünya gerçeğinde ABD hegemonyasının eskisi gibi güçlü olmadığı, ABD içi çelişkilerin de güç başarılar gelmedik çe çatladığını direk görüyoruz. Suriye örneği bunun en net kanıtı! Halbuki bize bunun uzun vadeli düşünülen plan gibi algılatılıyor.
Boşuna deyil Keri derken Suriye ateşkesin nasıl çeliştirildiği ve Suriye askerlerinin göstere göstere vurulduğu gelişmesini yazdım. Yine Emperyalistler arası çelişkiler kadar, ısrar la ekonomik finansman krizinin devam etmesini de anlatmaya çalıştım. Ortadoğu eksenli son parçalanmaların başarısızlıklar geldikçe bölgesel güçlerin fırsatı kulanacaklarını da direk Türkiye örneği ile verdim. Nitekim Ceraplus olayını yazarken, Kıbrıs da kulanılan “senenin sonuna dek çözüm” ifadesinin, aslında fırsat oluşur sa “B planlarının” anlaşılması gerektiğini de hep hatırlattım!Türkiyenin özellik le Suriye ve ırak politikasını yazarken Kıbrıs sorununda ki yüzleşilmeme sonucunun da önemini yazdım. Yükselen muhavazakar din ve ırkçı eylimlerin kitlesel karşılık bulması ile bizim anladığımız demokratik yaklaşımın ters olduğunu da yazdım. Bunlar hep okuyucuya olan önemli “denilen şekliy le sistem tek tip olup bir düşüncesi yoktur” gerçeğini aktarmaya çalıştım….
Biz görüşmeler ve barış derken, Kolonbiya da yapılan görüşmeler le kıyas yaptım. Enazından atılacak adımalrın somut olup kitleseleşmesinin önemini anlatmaya çalıştım. Oysa hep uluslar arası denilmesine karşın, sistem burada dizayin yapacak denilriken, neden se başka ülke sorunarının nasıl çözüldüğüne hiç ilgi duyulmadı. Duyulmayıp bilinmediği için de dilendiği zaman bunlar gayet kolay kandırmaca olarak da kulanılıyor. Unutmayın, Annan Planında herkesin bilmediği için Doğu Tmor örneği çok kötü çirkin şekilde kulanıldı. Yine temel yapı denilen federasyon yapısının ne olduğu ve hangi koşullar la şekilenme süreçleri anlatılmadığı için de ezber Federasyon kelimesi ile ona hiç uymayan talepler gayet pişkin şekilde yapılıyor! Bunlar olmaz sa olmazlar deniliyor. Federal yapının içeriğini dahi anlatırken “fedarasyon” diyenlerin öfkesine uğradığım çok oldu. Çünkü, savunulan zaten federasyon deyildir! Yine ayni basitlik yapılan veya var olan Uluslar arası anlaşmalar kuramında yaşanır. Siz kazara savunulan ve haklı olunan uluslar arası lafların yazılımı ile ters olduğunu söyleyince de hemen karşıt olup ırkçı saldırıya uğrarsınız.
En tuhafı şu: Türkiyede göstere göstere olanlar, Kürtler botrumlarda yakılırken, şortlu kadına dahi arabada saldırı olurken herkes seyrederken, dilenen torbaya konulup tutuklanırken, burada hala “Türkiyenin garantörlüğü olmaz sa olmaz” tabusu devam ediyor. Kıbrısın günümüze gelişin de garantörlerin direk siaysal güç rolleri varken yine adanın garantörleri olup da sonradan bağımsızlık demenin travması yaşanmaya devam ediliyor. Türkiyede ise Kıbrıs gerçeği ile yüzleşilmediği için de şimdi ayni senaryoları Suriye ve ırak ta yaşıyorlar. Kendi çıakrları uğruna ve aslında Halep rüyası, Musul fetihciliğin devamı olan politika devam ediyor. Sorsanız başka ülkelerin içişlerine karışılmıyormuş! Oysa karışmak nedemek? Kıbrıs da aynen böyle. Şimdi bunarlı görmezden gelip resmi ezber le yazmaya devam etseydim, ben de güne göre kendi cebimin derinliğine yönelik yazıp dururdum. “Uluslarası koşular tam uygun* Amerika dahi Kıbrıs için elinden geleni yapacak* Türkiyesiz olmaz”! Peki Sonrası? Şimdiki gerçeklik ortaya çıkar. Hani birzamanlar dinseleşme veya tacizlik, fahişelik, kumar denilince denilenler var ya: “Burada tutmaz, bizim ahalimiz duyarlıdır” ya! Kolay uyumluluk ve işbirlikcilik hep böyle yuturuldu.