Acaba bu sefer tamam mı?
Ne tamam mı?..
Kıbrıs meselesi…
Ne meseleymiş be, ne meseleymiş. Meselelerin en meselesi…
Kendimizi bildik bileli ayni muhabbet. En azından, kırk elli senedir böyle…
İki tarafın görüşmecileri belirlenir. Hadi bakalım yeniden bir süreç… Bu sefer tamam…
Diğer yandan da, herkes birbirine ‘Yok yahu, hep umut verirler, hep aynı sürünceme.’ derler.
Diğer birisi ‘Yok yok, farklı bir durum var.’ Falan da filan…
Güzel insanlarımız. Durum bu söylem minvalindeyken, her tarafı farklı olsa ne yazar?..
Bana sorsalardı. Deselerdi ki: Kardeşim sen söyle? En azından son kırk elli senelik görüşme maratonumuzu gerçekleştirmese miydik?..
Cevabım kesinlikle ‘Hayır’ olurdu…
Bu gün, şunu sormalıydım: Bu uzun süre zarfında kaç milyar dolar harcandı bu ‘Görüşmelere’?
Ve ardından ‘Paranın, dünyada dolaşımı için kaç yüz bin çocuk öldü?…
Açlıktan. Yokluktan. Sevgisizlikten kaç çocuk öldü?…
O kirliliklerin istisnasız hepsine, bizlerin elleri de değdi… Derdim… Ya da demezdim…
Ama yani, şimdi net öyle görüyorum…
Hep denmiyor mu? İstense, üç günde çözülürdü bu mesele. Demek henüz istenmiyor…
Vay be, demek laf da biliyor da konuşuyoruz…
Umut bağladıklarımıza bak…
Kirliler…
Biz diyoruz ya, bir düzenimiz yok diye. Ortadayız, ortalıktayız, garibiz. Şunu eksik bırakıyoruz: Yalancıyız…
Öyle muntazam bir düzenimiz var ki, sanırım benzeri azdır…
Adının konması mı eksik?
Yok yok merak etme, bal gibi de küresel, güçlü bir düzenin, istersen ona ‘Kudretli bir dünya devletinin’, ‘Egemenliğinin’ diyelim, pırıl pırıl bir parçasısın…
Merak etme, artık kimseyi kendi ‘Meclisleri’ yönetmiyor. Göstermelik olarak bile yönetmiyor.
İnanmayacaksın, abartı gibi ama Amerika’yı bile…
Çetin Altan demişti ‘Gün gelecek, Amerikan Başkanı gazete ilanı ile, münhal ile alınacak’ diye.
Ben illüzyonun ne olduğunu iyi bildiğimi sanıyorum: Planlar gerçekleşir. Tıkır tıkır işler, fakat sen o planların henüz oluşturulmadığı kanaatindesindir…
Sana bir düzen pazarı oluşturulur ve her gün satın alırsın. Heyecan duyarsın. Sen, o egemenliğin hegemonyasındasın. Zaten olmuş olan şeyleri, nasıl olacaklar diye beklersin…
Tek alternatifin var: ‘Özgürlük’ seçeneği.
Tezgah tamam. Düzen pazarı tamam…
Her şey tıkır tıkır işliyor… Derler ya ‘İşler tıkırında’
Artık dünya böyledir. Bir artı bir, eşittir iki beklentisine girme…
Aslında, benliğimizin arzusu çok saf ve temiz…
Anlaşmaymış manlaşmaymış… Türkçesi :’ Özgürlük arıyoruz’ dur. Anlaşma, çözüm, birlikte yaşam ve daha nice söylemlerimizin temeli bundan ibarettir…
Avrupa’yı istiyoruz. Avrupa demokrasi ve özgürlüklerin beşiğidir. Reflekslerimiz oraya itiyor bizleri.
Net olarak, neden istediğimizin farkında olmadan.
Yani, bizlerin büyük bunalımımız ‘Anlaşma’ olmamasından değildir.
En saf özgürlük güdülerimiz sürüklemektedir bizleri… Enseyi karartmayacağız. Tarih ileriye doğru sürüklenecek. Elimizden geldiğince ucundan tutmaya çalışacağız. Çalışa gelmişiz…
Gel gelelim, iktidarımız da var, egemenlerimiz de var. Her şeyimiz bir tamam…
Nüfusumuzun büyük çoğunluğu, bölge egemenliğimizin tabiiyetiyle, düzen içerisindeki görevlerini yerine getirmektedirler. Düzen dediğimiz şey budur…
Bunda ters bir şey yok. Ters olan ne? Bu bizim toplum var ya. Özgürlüğü de demokrasiyi de, laikliği de ve bütün çağdaş değerleri de çok istiyor. Çünkü bütün bu modern değerler çok güzel ve yücelticidir…
İnsan olan bunu ister…
İster de bizdeki sorun başka…
Gözlemci geldik, gözlemci gideceğiz…
Değirmenlik Çevre ve Tanıtma Derneği Başkanı Gülsüm Gözenler’ in, Beşparmak Dağlarındaki taş ocakları tahribatı ile ilgili, ‘Meteor düşme tabiri’ çok etkili bir çıkış olmuştur…
Biz, bir bu konuya bile el atamadık. Dahası var mı?..
Bin yıllık Avrupa- İnsanlık Değerlerini takdim etsinler, biz de lütfedip alalım. Maydanoz üç kuruşa olmaz…
Kurnaz insan…
‘Ama’, diyorsun ‘Bizim durumumuz karışık. Başka memleketlere benzemez. Her milletin parmağı var burada…’
Biz öyle, durup durup görüşüp, umutlanmak zorundayız. Elimizden gelen bu. Hele bir Avrupa’ya girelim, sen bizi o zaman gör’…
Sen Avrupa’ya gir, bir gram özgürlükten nasiplenirsen, ben de…
Neyse yanılmayı çok isterim…