Yıllarca görüşme yap, komite kur, kurallar koy, yol haritaları falan, güven artırıcılar…..
OLMADI.
Daha fazla kapı aç, şunu yap bunu yap. Olmuyor olmuyor.
***
Kemal Sunal’ın ‘Süt Kardeşler’ filmi vardı. Şener Şen Komutan, Kemal Sunal Süt Oğlan. (Süt Anne, Adile Naşit –O her haliyle güzeldi-).
Şener Şen ile Kemal Sunal’ın yolları süt annenin evi olan bir konakta kesişir.
Sahnelerin birinde, Süt Oğlan, kumandandan birliğine dönme izni ister. İstediğini alır. Asker selamı verir. Bu esnada Kumandan saçını taramaktadır. O küçük taraklar vardı ya. Kahverengi. Üstünde bej renkleri de olan. Neyse, Süt oğlan selam verirken, kumandanın tarayan eli ile süt oğlanın selam veren eli birbirlerine dolanırlar.
İkisi de çok şaşırır ve çaresizdirler. Selamdan dönüş olmaz, fakat o eski tip saç tarama havasından da dönüş pek makbul olmaz. Çözüm bulmak için kendi eksenleri etrafında 360 derece dönerler. Bu fikir süt oğlanındır; ‘Şöyle bir dönelim, belki bir şey olabilir.’ Ayrılmayı başaramazlar. Son çare, komutan ‘Rahat’ komutunu verir ve çözüm bulunmuş olur. Süt Oğlan elini rahat konumuna alınca derin bir oh çeker. Komutanın eli hala saçında. Göz hareketi ile kendi eline bakar, taranmaktan vazgeçer, o da rahatlar.
***
Çözümsüz hissetmek kötü bir duygu.
Birisi ile anlaşma yapmak istiyorsunuz, yapamıyorsunuz… Olmuyor. Şöyle veya böyle, ayrı düşmüşsünüz. İki toplum diyelim size. Ne yapmalı da barışsız olmamalı… Toplumlar arası piknik, kamp, halk dansları, güzellik yarışmalar. Ortak şunlar bunlar… Hatta, dünyadaki iyi niyet inisiyatiflerinden destekler, teşvikler sağlayalım.
Kavgalı iki taraf, ne yapacak da kavgasız olacak gibi abuk sabuk cümleler. Kavgalıysan ve gerçekten bunun bilimsel bir temeli varsa, durup dururken neden kavgasız olacaksın ki. Kavgasızlığın da toplumsal bir gerekliliği olmalıdır. Fakat, bu gereklilik bizler için zorunluluk, hayati olmalıdır. O zaman ne oluyor? Bu mecburiyet, ortak mücadele ile bağlıyor bizleri. Birbirinize mecbursunuzdur. Siz de bu mecra için bedel ödeyeceksiniz, öbürü de. Bedel demek, sahip olduğun şeyler dediklerinin bir kısmı ya da tamamından fedakarlık risklerini göze alman demektir.
***
Şarkı söyleyelim, ortak şiir yazalım…
Bak şiirin bir dizesini ben Türkçe yazayım, sen diğerini Rumca… Nasıl ama…
Hepimiz bisiklet alalım, birlikte sürelim. Ama, bisiklet yolumuzun görüş alanında, göçmen, fakir, dilenen, kötü görüntülü, kirli hava, oyulmuş dağ veya kötü bir şey olmasın. Olacaksa olsun ama görünmesin.
Eğlenceli şeyleri ne kadar çok birlikte yaparsak, o kadar halklar oluyoruz, ülkemize sahip çıkıyoruz! …
Ortak tarih yazan oluyoruz… Öyle mi?
***
Bizlerin en çok sevdiğim yanımız, o çocuk- bebek- saflığımızdır. Gerçekten. En aptalca en sevdiğim.
Aptalca. Çünkü insan doğasının en bencil yanı… Bebeksin…
Sevdiğim, çünkü yalnızca doğalsın…
Bebek, yalnız olmasını ister…
Enteresan bir atasözümüz var; ‘Kırk kere istersen olur’ der. Ne güzel.
Biraz çaresizlik ifadesi olsa gerek diye düşünüyorum.
İsteyince oluyor, ya da tam tersi oluyor. Bunun gerçek olup olmadığı konusunda bazı atom altı parçacıkların davranışları ile ilgili araştırmalar sürmektedir bilim dünyasında. Fakat, Einstein döneminden günümüze kadar süren bu zevkli çalışmalar henüz sonuçlanabilmiş değildir.
Gerçi Einstein bunun olamayacağına inanıyor, ama düşüncesi bile eğlenceli.
Yani, şimdilik kırk kere isteyince oluyor mu olmuyor mu bilemiyoruz.
***
OLMADI
Hayal edince oluyor… yani olsa hiç fena olmazdı. Kaldı ki hayal etmeden de hiçbir şey olmuyor ya. Fakat , hayal edip yan gelip yatmak başka bir şeydir.
Bu kadar tüketime dayalı eğlencelik yaşam ve kendi ülkende turist gibi vakit geçirme hali üzerimizde pek hoş durmuyor bence…
Zevkten kıvranırken, hava basarak, bu ülkenin ya da başka bir ülkenin halkı olunmuyor. İnsanın üstünde turist gibi duruyor. Sanki sen turist, dışarıdan gelen yerli duruyor. Sele geleneğimizi daha çok bilmek, durumun telafisine yetmiyor.
Zevk yapma demedim ki. Bana sorarsan zevkin dibini bulacaksın. Canının istediği kadar. Hiç engel tanımadan. Ama, neden hiç zevk aldığın şeyleri korumayı düşünmüyorsun. Güzel şeyleri diyorum…
Başkaları mı korusun?…
Çok ayıp. Kavgasını vermeden edinilenler senin değil. Emin ol emanet…
Tatil bitene kadar. Çıkış yaparken görevlilere bırakılacak.
Bunu sen de biliyorsun, biliyorsun…
Memleketin bir hal çaresini bulmak için, liderler ve komiteler çerçevesinde yakınlaşma çabaları, ihtiyatlı iyimserlikler, olumlu süreçler yaratmalar, ikili egemenlikler, tekli egemenlikler, geçmişten gelenler, gelecekten gelenler, bilmem nereden gelenler…
Hadi oradan. Boş boş konuşup da hava basan, kıravat takan, yöneten olan ya da yönetilen olanlar…
Sıkıcısınız.
Bir toplumun nasıl nefes alacağı, önceden kağıt üzerinde tarif edilemez. Kendiliğinden öğrenilir.
Öğretildiği şekilde nefes alamazsınız.
Bizlerin en sevmediğim, hatta nefret ettiğim yanımız; karşımızdakine akıl verme ve öğretme tavrımızdır.
Bir katkın varsa yap. Karşındaki ister akıl alsın, isterse de öğrensin, isterse seni defetsin başından. İstersen sen de ondan öğren, akıl al…
Lafı dolandırdıkça dolandırdım…
Ne olmasını istiyoruz? Söylemeliyiz. Tabii ne olmamasını da.
Bakalım gerçekten bir şey istiyor muyuz açığa çıksın.
Somut: Daha mutlu bir yaşam için gaz istiyorsun!…
(Bir kere de, sana verilecek olanı değil. Üreteceğin bir şey iste be kendini çok zeki sanan sevimli insan.) Mesela, bu gazı isteme. İstememeyi öğren. Bu gaz, zaten senin. Herkesin. Fakat yerin altındayken. Onu orada koru. Yani ülkeni koru. Kafa tut. Tüm dünya için. Gerekirse zora girer, yaşamımızı zorlaştırır, bedel öder, halk olur ve kendiliğinden barış oluruz de…
***
Yahu, sizler halkıyla, yöneteniyle, işi şeye bağladınız:
Gaz bulundu ya…
– Bizim hakkımız.
Hayır
– Bizim hakkımız.
Hayır
– Şu oranda bizim, bu oranda sizin.
Hayır
-Biraz da başkasının.
Hayır
-Hep başkasının.
Hayır
-Biraz onun, biraz bunun.
-Onun bunun.
***
Hep birlikte, bir masa etrafına oturmalı ve zıkkımın kökünü yemeliyiz.
Aptal turist. Sana, hiç kimse söz hakkı vermeyecek. Senin önce bir idealin olsun.
Köylü arsızı turist. Senin o gaz dediğin, petrol dediğin ya da karbon dediğin şey, yerin dibine gömülsün de yaşama şansımız olsun diye kaç beş yüz milyon yıl bekledik sen farkında mısın?
Dünyamızı çevreleyen karbon, bizlere yaşama şansı tanımıyordu. Bizler derken, yalnızca kendi türümüz anlamında değil. Karada yaşayacakların tümünün atalarından bahsediyorum.
Bizim Akdeniz’in dibindeki tüm canlı türlerimiz, yüz milyonlarca yıl atmosferdeki karbonu toplayıp gezegenimizin derinliklerine gömdüler ve yerkürede yaşanabilir ortamı yarattılar…
***
Çıkaralım, daha refah olalım. Daha zengin olalım. Daha sosyal, çağdaş toplum olalım.
Böylelikle daha barış ülkesi olacağımızı düşünebilirsin…
Çok zekisin…
Sen çevreni evin görmez de turist kalırsan, barış muhatabınla, zaten paylaşacak bir evin yoktur.
Benim armut piş ağzıma düşçü yurttaşım!
Zehir eve doldukça, tüm ‘zevklerinden!’ mahrum kalacaksın. Ey Avrupa görmüş, çoğu İngilizce bildiğini söyleyip medeniyet beşiğinin uşağı olmuşluğuyla övünen yurttaşım!
Devam edecek…