Türkiye’de Lozan tartışması sağ sol değil temel kültür olarak akıllarda istirdattın yaşadığını gösterdi. Ne yazık ki ilkokuldan sonuna kadar esas olarak tarihi gerçekler diyerek övünmeye dayanan şehir efsaneleri anlatılır sonra da siyasi bilimlerde dışilişkiler ders olarak Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur düşüncesi temelinde eğitim yaptırılır. En ünlü ve en çok kullanılan deyim de İngiliz dışişleri bakanının “İngiltere’nin dost değil çıkarları vardır” deyimidir. Ahde vefa sözü de kullanılır ama ahde vefa gösterilmemesi çıkarı varsa akıllılık olarak öğretilir.
Lozan antlaşması dünyanın en uzun ömürlü antlaşması olarak değerlendirilir. Ama şimdi tartışmaya en yüksek yerden tartışmaya açıldı. Hem de Suriye ve Irak’ta askerlerini konuşlandırmış, Kıbrıs’ta garanti antlaşmasının görüşülebileceği kabul edilmiş iken.
Lozan antlaşması hakkında kısa süre önce övücü sözler söylemiş olan ayni kişi şimdi yerden yere vuruyor. Sağdan da soldan da tartışmaya katılanlar arasında destek veya makul gösterme çabaları da oluyor. Atatürkçülerden de eleştiri yapanlar çıkıyor ama aklına insanlığın elinden kurtulmaya çalıştığı ve uluslararası suç olarak kabul ettirmeye çalıştığı istirdat yani kaybedilenlerin geri kazanılması hakkını reddetmiyor.
Kıbrıs sorunun en kızıştığı anlarda dışişlerinde çalışmalar yapılmış ve en hızlı irredentist (istirdatçı) bize senin gibi biri gerek denip bir birimin kurulması için görevlendirilmiş. Ona dosyanı al demişler o da bir dosya alıp gitmiş. Dosyanın üzerine de KİP yazmış. İçinin de boş olduğunu bu anısını yazdığı kitapta açıklamış.
KİP, Kıbrıs’ın istirdattı projesi adının kısaltması imiş.
Demirel de ölmeden hemen önce Musul ve Kerkük’ü geri alamadığımız (istirdat edemediğimiz) için gözüm açık gidecek demiş.
Lozan’da Kıbrıs’ın 1914’te kirayla elde tuttuğu halde Osmanlının karşı tarafta savaşa girmesi üzerine ilhakını Türkiye Cumhuriyeti’nin onaylamasını da dile getirenler olmuş.
Yunanistan Ege’deki küçük adaların ve On İki adaların da kaybedilmesinin hesabının sorulmasını eleştirmesi de üstüne binmiş.
Ancak bütün bunlara rağmen yurtta sulh dünyada sulh ve misakı milli nutukları da atılıp duruluyor ve Cumhuriyet’in kurucu değerlerine dönüşten bahsedilebiliyor.
Ahde vefa sözüne sadakat, özü sözü doğru olmak en kullandığımız sözler olsa da bu zikzakları ve çelişen düşünceleri seçimli bir ülkede halkın cezalandırmaması inanılır gibi değildir. Ancak gerçek de balcı sıvanmaz. Bizim ülkemizde dilin kemiği yoktur ve yalan cezalandırmaz.
Öyleyse dünya ne desin? Türkiye dünya barışı için çok tehlikeli bir ülkedir desin mi? Irak’tan çık diye BM karar mı alsın? Suriye’yi rahat bırak mı desin?
Yoksa ABD ve müttefikleri hem Türkiye’yi kullansın hem de sonunda istirdat etmek istediği ülkeleri ele geçirmeye kalkmasın diye önlemler de alsın mı?
Türkiye İslam ülkelerini gönül dünyamız diye nitelendirmeye başladı. Onlar ne yapsın? Osmanlı’nın idaresinde olan ülkeleri istirdat etmesine yardımcı olsun mu?
Kıbrıs’ta Türkiye’nin de anayasasını, toprak bütünlüğünü ve egemenliğini garanti ettiği bir devlet kuruldu. Türkiye’nin de onadığı BM genel kurul kararında anayasal düzen bozuldu iki toplum liderleri arasında varılacak anlaşmayla yeni bir düzen kurulsun, toprak bütünlüğü ve egemenliği korunsun demektedir. Bir gün zafer ertesi gün hezimet deyip anlaşmalarının hakkında görüş açıklayan bir devletin garantörlüğüne inansınlar mı?
Madem imzayı attı güvenelim derler mi?
Bu tutumlarla dünyada barış hep tehlikededir. Bir devlet tüm gücünü kullanarak ahde vefa aptallıktır, devletin dostu yoktur çıkarları vardır, dışilişkilerde dünyayı çatışan güçler olarak benimsemek gereklidir, dünya bir satranç tahtası gibi görülmelidir diye eğitim yaptırırsa dünyada barış ancak güçle yürütülür ve barış değil birbirini kazıklayan devletlerin korkuyla savaşamaması demek olur.
Bu iş yalnız AKP ve karşıtlarının siyasi mücadeleleri demek değildir. Bir ulusun dünyayı algılaması ve onun için savaşla dahi olsa çıkarlarını başkalarının zararına ileri götürmek için fırsat kollar olmasıdır. Halklar devletlere böyle bir izni vermemeli ve BM’ye diğer uluslararası kurullara destek olmayı unutmaması gerekir. BM’yi suçlayarak bu anlayışları desteklemek değil BM’ye sahip çıkarak yurtta sulh cihanda sulhu benimsetmek gereklidir.