1950’lerden sonra toplumun başına öbeklenen kesimlerin maalesef pek hoşgörüden ve demokrasiden anladıkları yoktu. En büyük özellikleri toplumdan aykırı sesler yükseldi mi onları bastırmayı daha fazla şiddet ve tehditle denemeleriydi. 1964 yılı sonrasında enklavlar içerisinde sendika, parti veya örgüt kurmaya veya örgütlenmeye çalışanları da aynen 1950’lerde yaptıkları gibi baskı altına almaktaydılar. Nitekim 1963 sonrası siyasete atılanlar veya sendikacılık yapanlar bu baskıları üzerlerinde hissettiler. Fakat 1974 sonrası da güya demokrasi geldi diye övünülmesinbe rağmen aykırı ses çıkaranları nasıl da boğdukları çok iyi bilinmektedir. Nitekim YKP (Yeni Kıbrıs Partisi) kurulduğu zaman ne baskılarla karşılaştığı da çok iyi biliniyor. Yeni Kıbrıs Partisi kurulur kurulmaz birkaç gece içinde bombalanmış, Sayın Durduran’ın arabası birkaç kez bombalanırken, parti merkezi de hem kurşunlanmış hem de yakılmaya çalışılmıştı. 1989 yılıyla Türkiye’deki “Düşük Yoğunluklu Savaş” paralelinde, belli ki paramiliter örgütlenmeler hızlanmış ve ilk denemelerini de YKP üzerinde yapmışlardı. Bu durumların böyle olacağı aslında 12 Eylül 1980 Darbesi ile belli olmuştu. Çok ilginçtir, o dönemde, 28 Haziran seçimleri sonrasında Sayın Durduran liderliğindeki TKP (Toplumcu Kurtuluş Partisi), büyük bir başarı gösterince, ta Türkiye’den kaynaklanan baskılar başlamış generalleri taşıyan uçaklar Kuzey Kıbrıs’ı odak merkezi ilan etmişlerdi. 12 eylül rejimini en fazla korkutan TKP içindeki sol fraksiyonlar, Halk-Der veya Kurtuluş ve Dev- Yol fraksiyonlarıydı ki , 12 Eylül Cuntası aslında bu fraksiyonlara karşı Türkiye’de büyük bir savaş ilan etmişti. Bu fraksiyonlar niye militer kesimleri rahatsız etmişti? Aslında bu fraksiyonlardan bilhassa Kurtuluş fraksiyonunun yazılı kaynaklarını okursanız bunların, kurulu resmi ideoloji ve resmi statükoyu rahatsız edici yayınları görülecektir. Kurtuluş Dergileri Kürtlerle birlikte ortak bir mücadeleyi savunmakta, Kürtlerin self-determinasyonunu talep etmekteydi. Kurulan resmi statükoyu tahrip edici bu görüşler elbette Türkiye’deki oligarşiyi veya egemenleri bayağı rahatsız etmişti. Sözü geçen fraksiyonlar elbette aynı zamanda sosyalist bilinci de savunmaktaydılar.
İşte Kıbrıslıtük toplumunun içinden çıkan bu devrimci örgütlenmeleri bastrırmak için özgürlüğe karşı olan 12 Eylül Cuntası, Kıbrıs’ta da harekete geçmişti. Dolayısıyla hem TKP içindeki solcuları hem de sol Demokrat olan Sayın Durduran’ı beniletmek için birçok baskı metodunu da uygulamaya koymuşlardı. En birinci icraat da TKP içinden bu solcuları temizlemek, seslerini kısmaktı ki yardımlarına da TKP içindeki sağ demokratlar yetişecekti. 1989 yılında kendilerine sadık olmayan Sayın Durduran ve Halk-Der unsurlarını partiden tasfiye ile temizleyeceklerdi.
Sayın Durduran o günleri (28 Haziran seçimleri sonrası,u.I) şu şekilde anlatmaktadır:
“Alpay Durduran olayları anlatmaya devam ediyor:
“Kolordu’daki toplantıdan sonra bizim parti ileri gelenlerini Ankara’ya davet ettiler. Tabi burada bir telaş. Gidiyoruz ama bir bilinmeze gidiyoruz. Arkadaşlar arasında seni Uzunada’ya, beni Yassıada’ya gönderecekler diye espriler oluyor. Yani “hakkınızı helal edin” gibisinden bakıyor herkes bize. Ailelerimiz endişeleniyor.
Ankara’ya gidiyoruz. Ankara’da bize dehşetengiz brifingler veriliyor. Dış tehlikelerden bütün dünyanın Türkleri nasıl yoketmeye çalıştığından bahsediliyor. Tabi Türkiye’nin NATO’da bulunduğu, sürekli “dost ve kardeş” milletlerden bahsedildiği hatırlanmayacak zannediliyor ve herkes düşmandır Türk’e havasıyla bize dehşetengiz şeyler anlatılıyor. Bize deniyor ki “kapatın o partileri!”
Yine Durduran 14 Eylül 1990 tarihinde Yenidüzen Gazetesi’ne şunları söylemekteydi:
“Solun dünyada artık bir çözüm olmadığı anlaşıldı. Onun için hakkınızda düşüneceğim” (Bk. 14 Eylül 1990, Yenidüzen Gazetesi, Ropörtaj Alpay Durduran).
“Generaller tarafından Denktaş’la barıştırılan Doktor Küçük sol’u düşman görmeye başladı.
Seçime çok az bir süre kala Halkın Sesi Gazetesinde TKP’nin programını ele alan “Kırmızı Kitap” adlı bir dizi başlatıldı. Bu diziyle sol yıpratılmaya çalışıldı. Seçim tartışmalarının içinde adaya gelen 12 Eylül Darbecilerinden Nurettin Ersin Paşa siyasi parti ileri gelenlerini Kolordu Komutanlığı’na çağırdı”.
Alpay Durduran o günü şöyle anlatıyor (Bak Eylül 1990, Yenidüzen Gazetesi, 12 Eylül ve Kıbrıs, sf. 6):
“-Evet, Seçime az kala bir Kırmızı Kitap hikayesi çıkardılar. Seçim tartışmalarının içinde Sayın Nurettin Ersin, Evren’in sağ kolu Kıbrıs’a geldi ve bizi Kolordu Komutanlığında bir toplantıya çağırdı. Bizi dediğim siyasi parti ileri gelenlerini. Orada ilginç bir durum yaratıldı. Bir çember oluşturuldu ve çemberin ağzına da Sayın Nurettin Ersin oturdu. Başladı bir takım sorular sormaya:
-Sizin isminiz?
-Mücahitlik yaptın mı?
-Nerede?
-Gördünüz mü bu mücahit.
Bu sorularla orada bulunan herkesi mücahit ve milli kahraman ilan etti.
Ondan sonra dedi ki madem herkes milliyetçidir, bütün partiler Atatürkçüdür, hizmet partisidir, böyle sağ-sol diye ayrılmanın anlamı yoktur.
Ondan sonra bir yemek verildi. O yemekte de ayni şeyler söylenmeye başlandı. Tabi muhalefetten bazı kişiler bizde şöyle yolsuzluklar vardır, böyle iskan rezaleti vardır dediler. Bu eleştiriler Ankara’dan gelenler tarafından :
“Bunlar bizde de vardır, ufak-tefek şeylerdir” dediler.
Nurettin Ersin o gece sert bir şekilde konuşuyordu. Vuruşanlar, sağ bölünme, sol bölünme, memleket bölündü gibi sözler sarf ediyordu. Konuşmanın seyrinden zamanın Büyüelçisi İnal Batu rahatsız olmuş olacak ki “ama efendin burda Kıbrıslılar birbirlerini öldürmediler” diyor. Doktor Küçük Elçinin sözünü keserek, “ama burada da Halk-Der var…” Top, tüfek elde saldırmaya hazır insanlar varmış gibi konuşuyor. Sanki suç işlemeye hazır örgüt varmış gibi…”
12 Eylül ko nusunda yapılan baskıları o zamanki Başbakan rahmetli Mustafa Çağatay da Kabul etmekte ve fazlasını da aktarmaktaydı bizlere:
“1980’li yıllarda 12 Eylül Darbesi sırasında başbakan olan rahmetli Mustafa Çağatay 12 Eylül’de Kıbrıs’a yapılan baskıları dolaylı da olsa kabul ediyordu: (Bk. Önemli Bir Dönemin Tanığıyla…Mustafa Çağatay’la Konuştuk, söyleşi , Neriman Cahit, 31 Mart-1 Nisan, Ortam Gazetesi)
N.C- 12 Eylül darbesinden sonra Siyasal Partiler Ankara’ya çağrılmış ve Genel Kurmay Başkanlığı’nda, Kıbrıs’ın Kuzeyi’nde de bir darbe yapılması imajı yaratıldığı ve sizin buna şiddetle karşı çıktığınız söylenir. Olay neydi Sn Çağatay?
M.Ç.- Ona da şöyle cevap vermek durumundaydımtabii; gerçeği tam yansıtması bakımından önemli ve gereklidir. Ordaki havayı kişi kendine göre değerlendirebilir. Ama, böyle bir sonucu ben kesinlikle çıkarmadım. Ama orda, Genel Kurmay Başkanlığında bir toplantı düzenlenmiştir. Partiler, hep birlikte ordaydık. Ama, ordaki konuşma beni hükümet başkanı olarak etkilemişti ve Genel Kurmay adına yapılan konuşmada Kıbrıs’ı ve Kıbrıs’ta cereyan edenleri tam olarak bilmedikleri izlenimi içerisinde bir konuşma yaptım orda. Kıbrıs’taki gerçek durumu ben kendi anlayışımla ortaya koydum. Ve öyle inanırım ki o konuşmada benim söylediklerim etkili olmuş olacak ki daha sonra, Genel Kurmaylıkta hava tamamen değişti “.
Yani anlayacağınız 28 Haziran seçimlerinden sonra burada da bir darbe hazırlığı vardı ve esas Ankara’nın korktuğu da TKP içinde bulunan solculardı. Tarih yalan söylemiyor. İşte Kıbrıslıtürk solunu ve halkını benişletip tüketme siyasetleri böyle vizyona kondu. Analiz yapacak olanların bu gerçekleri gözden ırak tutmamaları gerekmektedir.