Geçtiğimiz hafta sonu bayağı yoğun geçti. Cuma gününden başlayarak lefkoşa’da Ticaret Odası’nda saat 16:30’dan 19:30’a kadar AB tarafından düzenlenen bir eğitim semineri ve ertesi gün de saat 14:30’dan başlayarak saat 20’ye kadar geçen ve bu sene kendi dönem arkadaşlarımla birlikte kutladığımız Namık Kemal’den mezun olmamızın 40. Yıldönümü… Artık yaşlarımız bayağı da ilerlemiş. Mesela ben kendi dönem arkadaşlarımdan bir sene daha büyüktüm Namık Kemal’e gittiğimde(1976 dönemi). Çünkü 1974 savaşından dolayı bir senemi Baf’ta geçirmiş ve bu yüzden de 1975 yılında bitirmem gereken son sınıfı ancak bir sene sonra bitirebilmiştim. Gerçi Güney’den Kuzey’e geçinceTürkiye Cumhuriyeti bayağı burs vermişti ama bilhassa babam son sınıfı okumadığım için eğer herhangi bir okula başlarsam bunun çok zor olacağını, en iyisi kalıp lise son sınıfı okumamın daha iyi olacağını önermişti. Gerçi daha sonra keşke o verilen okullara başlayıp bitirseydim diye çok hayıflanacaktım ama sonunda kalıp okuyacaktım son sınıfı Namık Kemal’de. Belki de gitseydim oradaki Sağ ve Sol çatışması içine girip okuma durumum tehlikeye girecekti. Veya geri dönüp askerliği yapıp bir memurluk alacaktım, kimbilir… Bir de babam beş çocuklu tek maaşlı bir memurdu, benim oralarda uzun süre boşu boşuna kalıp kendi tek maaşlı bütçesinden boşu boşuna para çekmemi de belki de istemeyebilirdi diye düşünüyorum. Ama bereket versin son sınıfı bitirir bitirmez Öğretmen Kolleji imtihanına girip sekiz yüz kişi arasından onüçüncü gelmem imdadıma yetişmiş ve o dönemi Kıbrıs’ta geçirmemi sağlamıştı.
Herneyse aslında anlatacağım bu bölüm değildi ama bu aktiviteler benim haberlerle ilgilenmemi önledi. Bu arada vakit bulduğumda Facebook’a baktığımda da TL’nin bir gün içinde hafta sonu, ABD doları karşısında bayağı değer yitirdiği görülmekteydi. ABD doları, TL karşısında üçlü rakamı çoktan geçmiş dörde doğru ilerlemekteydi. Belki de İngiliz Sterlinini de sollayacaktı. Peki ama bu durumlar niye olmuştu? Niye Türkiye son birkaç senede ekonomik bakımdan fire vermeye başlamıştı? Herkes çok iyi hatırlayacak: Türkiye askeri vesayet rejimi sırasında, 1990’lı yılların sonlarında, bayağı fire vermeye başlamıştı. 28 Şubat Post Modern Darbesi sırasında bankalar, bilhassa off shore bankaların çoğu iflas etmiş ve iflas eden bankaların etkisi Kıbrıs’ta daha da feci bir deprem yaratmıştı. O dönemlerde hatırlardadır, Kemal Derviş IMF’deki görevini bırakıp Türkiye’ye gelmiş ve ekonomiyi siyasal istikrara uygun bir duruma getirmişti. Kısacası şuydu; eğer Türkiye, ekonomisinin iyi olmasını istiyorsaydı, siyasal istikrarını sağlayacak, demokratikleşecek ve istikrar olduğu için ekonomi de tökezlemeyecekti. Bu ekonomik reformlardan sonra zor olsa bile AKP, yavaş yavaş, ayak sürüye sürüye meydana çıkmış, “Kemal Derviş Reformları”na bağlı kalacağının sözünü vererek Türkiye ekonomisine güven verirken, bu arada dışa karşı da güvence vererek istikrar sağlamış, Kıbrıs’ta çözüm bulunulacağı garantisini verirken, görüşmeleri başlatmış, referandum konusunda olumlu hareket etmiş, AB’nin üyeliğine başvururken birçok kararların açılmasını sağlamıştı. Çok olumlu bir hava vardı ve hemen hemen sorunlar da çözülme noktasına doğru gelecek iması veriliyordu. Aradan zaman geçince gene Kürt Sorunu konusunda adımlar atılmış, barış süreçleri başlatılmış ve birkaç sene de sorun dondurulduğundan ötürü, Batı’ya ne ölüm haberi ne de tabutlar gelmişti. Dünyaya güvence veren Türkiye yatırımlarını artırırken, bütçede açık vermemiş, IMF’deki borçlarını kapatmış, İzmir , Antalya ve Alanya’da turizm büyük hamlelerle ilerlerken, bu arada Güneydoğu Anadolu’da bile iyi izlenimler olurken, orada bile turizm hamleleri başlamıştı. Herkes bir Diyarbakır kebabı yemek için bir günlüğüne bir uçak seferiyle güven içinde Güneydoğu’daki şehirlere akın etmeye başlamıştı.
HDP ve AKP arasında görüşmeler iyi gidiyordu. Dolmabahçe’de andlaşma imzalanacaktı. Abdullah Öcalan daha fazla insanın ölmemesi için Güneydoğu Anadolu’da bir milyon kişi önünde bir barış beyannamesi okutmuştu. Yakında silahlar bırakılacak ve barış olacaktı. Sonra Suriye’de çatışmalalar başladı. Işid denilen ucube kara örgütle gizli bağlar konuşulmaya başlandı. Tır kamyonlarında Işid’e Türkiye’den cephane ve silahlar gittiği söylenmekteydi. Bu arada Askeri birlikler bunu rsimleriyle medyada yayımlamışlardı. AKP tüm bunların ve potin kutularındaki paraların FETÖ’cülerin işi olduğunu iddia ediyordu ama FETÖ de AKP’nin içindeydi.Davutoğlu stratejik derinlikten bahsediyordu. Dolmabahçe masası devrildi. Akabinde yeni güvenlik yasaları meclisten geçirilmeye başlandı. Artık şüpheli olan insanlar da vurulacaktı. Yüzü örtülü insanlar öldürülebilecekti güvenlik güçleri tarafından. Birkaç sene önce seçim olunca, HDP %14’ler civarında oy alarak seksenlerin de üzerinde milletvekili çıkarmıştı. AKP bu işe çok bozuldu. Sonra Rojava olayları oldu. Kürtler Rojava’da mukavemet koydular. Işid püskürtüldü ve PYD’li kürtler mevziler elde etmeye başladılar. Işid artık kürtlerin önünden kaçmaya başlamıştı ama Türkiye devleti ve hükümeti Suriye’de bir Kürt Devleti kurulmasından korkmaya başladı. Aynı ideolojiyi paylaştıkları Işid’lilerin mevzi kaybetmesi sanki de onları çok bozmuştu. AKP gene seçim düzenledi. Bu seçim silahların gölgesinde oldu ve hem MHP hem de HDP oy kaybettiler. AKP oylarını artırdı.Türkiye’ye istikrar getireceğini iddia etti ama istikrar hala daha gelmedi. Şehit cenazeleri maalesef daha da arttı. Daha da insan ölmeye ve Türkiye’nin içinin de Suriyelileşmesi devam etmekte. Bu arada Güneydoğu’da Kürt kentlerine karşı bir geniş saldırı başlatıldı. Yüzbinlerce insan aynen Suriye’deki savaşta olduğu gibi evlerinden oldu. Çok kayıplar verildi. Silopi ve Cizre gibi kasabalar haritadan silindi. İnsanlar yani Kürtler toplu katliamlara uğradılar. Güneydoğu baştan başa harabe oldu, enkaz oldu. Siyasi istikrar bozuldu. Gene unutmadan yazalım tüm bu olaylar olurken Türkiye bir Rus uçağını düşürdü. Rusya Türkiye’ye ambargo koydu. Alanya, Antalya, İzmir ve İstanbul’daki oteller kapandı. Türkiye Rusya’ya ihracat yapamaz oldu. İzmir, İstanbul, Alanya ve Antalya’da iflaslar oldu. Türkiye sonra özür dilemeye çalıştı ama bu defa da karşısına darbe çıktı. Bu iç savaş görüntüsünden sonra Ankara’da 15 Temmuz akşamı ordu tarafından FETÖ’cü grup oldukları söylenen ama hala daha gizemli kalan bir darbe oldu. O darbe sırasında o gece bu defa da Batı’da, aynen Güneydoğu’da olduğu gibi iç savaş görüntüleri oldu. Halkın olduğu söylenen ama fazlası AKP taraftarları sokakları doldurarak askerleri önledi.CNN-Türk’ten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından yapılan çağrı ile sokaklara çıkıp askeri darbeyi önlediler. 250’ye yakın insan hayatını kaybetti.Askeri darbe önlendi denildi ama Devlet bu defa da FETÖ’cülerden fazla solcuları, sendikacıları, HDP’lileri tutuklamaya ve hapishanelere koymaya başladı. Onbinlerce asker, onbinlerc e Fetö’cü olduğu söylenen insan, HDP’lilerin milletvekilleri dahil, binlerce HDP taraftarı, yazar, aydın, demokrat ve ilerici insan sanki de darbe yapmış gibi hapishanelere konulmaya başlandı. Elmalarla armutlar karıştı. Bu iç savaş veya savaşlar veya kabuslar yaşanırken ansızın Türkiye Suriye’ye de girdi ve orada da sözde DAEŞ’lilerle (Işid’lilerle) ve de YPG’lilerle savaşmaya başladı. Irak’ta Başika Bölgesi’ndeki Türk askerlerinden ötürü Irak’la da Türkiye’nin başı dertte. Türkiye Irakta da her an Irak Ordusuyla savaşa girebilir.
Yani anlayacağınız Türkiye Devleti Türkiye içinde Fetö’cülerle savaşıyor, Işid’le savaşıyor. PKK ve Kürtler zaten geleneksel düşman; onlarla kırk yıla yakındır ki savaşıyor. Solcularla her dönem savaşılmış… Aleviler ise zaten Osmanlı Dönemi’nden beri düşman. Celali isyanları zaten hatırlardadır. Önde Suriye’de PYD-YPG ve Suriye Kürtleri ile ve de gene Işid’le savaşılıyor. Rusya Suriye içinde, ama onun da bir uçağı düşürüldü. İlişkiler pek de öyle iyi ilişkiler değil. Hafız Esad zaten başından beri düşman. Bu arada Türkiye’deki anti-demokratik icraatlar dolayısıyla AKP hükümeti ve Cumhurbaşkanı şimdilerde AB parlamentosu ve AB ile de ihtilafta. Cephelere yeni cepheler eklenmiş ve yakındır Cumhurbaşkanı AB için de “Eyyy AB , Eyyy AB” diye meydan okumalara başlayacak… Yani anlayacağınız Türkiye içte savaşırken, şu anda dışta da birçok düşmanla (!) savaşmakta. Düşmanlara yeni yeni düşmanlar her gün için eklenmekte. Yani istikrar sıfırdan da aşağıya eksilere doğru ilerlemekte.Birçok cephe açılmış, açıldığından başka, yeni cepheler de yolda gün be gün açılmakta… Lozan zaten devamlı Cumhurbaşkanı tarafından şikayet edilen bir Andlaşma. Anlayacağınız Rodos gibi oniki adalar da her an Batı’da işgal edilip, her an yeni bir çatışma Yunanistan’la da başlayabilir. Yani anlayacağınız Türkiye’nin içinde de kriz var, dışında da… Sağı-solu, önü-arkası krizle dolu Türkiye’nin. Her an herkesle çarpışmakta.Cumhurbaşkanı her an bir kararla veya mecliste tartıştırarak başkanlık sistemini MHP ile empoze ettirebilir. Yani Türkiye etrafında kendinin kaynaklık ettiği krizlerle birlikte hem içte, hem etrafıyla hem de dışıyla krizler içinde, savaş içinde. Peki, Kemal Derviş’in koyduğu siyasal istikrarla ekonomik istikrarın aynı paralelde gitmesi kuralı yürüyor mu? Yürümüyor… Belki de bu kadar krize rağmen ABD dolarındaki değer yitirmeyi şu anda daha ucuz atlatıyor. Suriye, YPG-PYD ve Irak krizleriyle, hatta Başkanlık çatışmalarıyla, yeni eklenecek olan krizlerle Türkiye daha da beter olacak. Türk parası böyle giderse daha da değer yitirecek. Ekonomik istikrar hayal olacak Türkiye’de…
Şu Türkiye’nin bu kadar istikrarsızlığından dolayı olaylara dur diyecek bir aklı başında politikacısı, akil adamı, iyi düşünen ve herkese yol gösterecek adamı yok mu? Belki de şu anda yok. CHP ve başkanının Kıbrıs açıklamaları büyük firelerle dolu. Belli ki resmi politikalarla haşır neşirlikte CHP’nin üstüne yok. AKP böyle bir muhalefetle oyuncak gibi oynamaya ve Türkiye’nin altını üstüne getirmeye devam edebilir. Bu konuları yazacak aydın ve yazarların hepsi de hapiste. Gazeteciler ise çoktan susturulmuş. Ha, bir de Sayın Erdoğan Şanghay Beşlisi’nden bahsediyor. Durun bakalım bu yön değiştirme bakalım daha nice krizler getirecek Türkiye’ye? Türkiye bu gidişle nice krizlere ve nice savaş ve patlamalara mahkum…