İki sene önceyi hatırlıyorum. Malum aday adaylığını koymuş ve her şey kurtulmuş bir duruma gelmişti belli çevrelere göre. Hayır, şu da düşünülmesin. Ben o kişiye kişisel olarak husumet duymuyorum. Aksine takdir duygularımla birlikte bunları yazıyorum. Çok başarılı bir Belediye Başkanlığı dönemi oldu. Henüz gençti; her neyse… Benim karşı çıktığım nokta sanki de geçmişte hiçbir şey yaşanmamış, bu ülkede bağımlılık, hür irade ve bağımlılıktan ötürü birçok sorun yokmuş gibi bunların görülmemesi ve Sayın Aday’a biçilen bir postun zoraki olmasıydı. Yani Cumhurbaşkanı seçilse bile o sorunların bir kitle, halk zorlaması, bir özgürlük mücadelesi olmaksızın, o kişi oraya seçildi diye özgürlüklerin elde edileceği havasının da verilmesi zorlamaydı. Sanki de Sosyalist bir kişi, sosyalist bir mücadeleyle oraya gelecek ve ülke ihya olacaktı. Ama öyle değildi. Seçim de yapsanız sizin ülkenizde bir bağımlılık vardı. Sizin ülkenizde bir egemenlik ve özgür irade sorunu vardı. Bunları sanal alemde vurgulamaya çalıştım ama binlerce sövgü ve saldırı aldım. O kimsenin gelişiyle özgürlük gelecekti. Sorunlar mücadele etmeksizin nihayete erecekti. Kurtulacaktı Kıbrıslıtürkler. Özgürleşeceklerdi…Eldeki sihirli değnekle her şey çözülecekti. Nitekim biz bazı noktalara dikkat çeksek bile olmadı. O kadar saldırı oldu ki şimdi bile hatırlıyorum, bu saldırıların amigoları da bayağı reyting elde ettiler. Seçimler bitti. O amigolardan bazılarının görüşmeci komitelerine seçildiklerini ve iki seneden fazladır ki Kıbrıslırum-Kıbrıslıtürk görüşmelerinde bayağı mevzi elde edildiği, çok iyi ilerlemeler olduğu iddia edildi. Ha şunu da unutmadan, seçimlerin daha ilk gecesi, seçilen Cumhurbaşkanı kardeşlikten bahsedince, Ankara’dan gene Sultan, onun ağzını öyle bir kapadı ki, o amigolara da, yığınlara da bayağı sert ve kesin bir yanıt olmuştu bu. Daha ilk geceden “Kendinize gelin lan” diye kükremişti Fatih. Biraz salladı mı bilmiyorum. Ondan sonra gene başladı toz-pembe hayaller. Barış muştucukları, zivaniya içmeler, konserler ve tiyatro gösterileri. Hatta iki lider sınır üzerinde birlikte zivaniya da içmişler diye günlerce sözü edilir oldu bu önemli olmayan showların.
Bu tartışmalar sırasında aslında bir noktaya daha dikkat çekmek istemiştik. 1980’li yıllarda gerek KKTC seçimleri sırasında(28 Haziran 1981), gerekse solun bir fraksiyonunun (Halk-Der) TKP içindeki karşılaştığı mukavemet ve TKP içindeki sağın değişmeme isteği… KKTC ilanı olgusundan tutun, parti içindeki tartışmalar da bu seçimler sırasında zorla biçilen gömleğe aslında hiç uymuyordu. Neymiş efendi, adam generale dur demişti ve onun oradaki varlığı bir nevi güvenlik zırhıydı. Bir özeleştiri verilsin, bu özeleştiriyle hiç olmazsa birşeyler, bir yapılan yanlışlar görülür ve aynı yanlışlar yapılmayarak bir şekilde toplum da sağlam bir duruş içinde mukavemet gösterir, herhangi bir darbede morali kırılmaz dedik. O da olmadı. Sayın Durduran’ın CIA ajanlığına kadar radyo ve televizyonlarda propagandalar yapıldı. Özeleştiriyi de öyle kapattı refiklerim. Olmadı…O olgunluk da gelmedi aralarına, hoşgörü de…
Gelişen süreçte aynen daha önceki sözde solcuların yaptıkları gibi hep muştucuklar söylendi. Hep müjdecikler, muştucuklar verilmeye çalışıldı halka. 2016’da bu iş bitecekti. Hayır aslında 2015’de de bitebilirdi ama 2016’ya sarktı. Şimdilerde 2017’lere sarktı,2018’ler bile söylenmekte, hatta Kıbrıslırum seçimleri sonrasına kaldı. Muştucuklar bitmedi ki? Sahte yalan muştucuklarla kandırılmaya çalışıldı halk. Cenevre görüşmelerinde bu yüzden pek heyecan yoktu. Oysa yüzlerce ne oldukları belli olmayan kişiler Cenevre’ye doluştu. Ser verilip sır verilmedi. Oradaki yabacı basınla yayın kaynaklarıyla tek tük temasa geçenler oldu ama oraya gidenlerin çoğu “İhlas” veya AKP yanlısı veya TC’nin önemsiz kaynaklarına demeçler patlattılar. Dünya basını pek kaale alınmadı. Haritalar verildi dendi ama belli ki oraya gidenlerle görüşmede olanlar arasında da sıkı diyalog mu yoktu, yoksa biçilen rollerini mi oynadılar bilmiyoruz. Yaklaşık bir haftalık girişim ve görüşmelerden sonra, sanal medyada cümlecik ibareler ve sınırlı kelimecik haberlerden sonra belli ki gene gümlemiş masalar. Sıfır sıfır elde hiç. Gene bir çöküş yaşandığı söylenmekte. Gerçi şapkalar yere vurulmuyor ama elde birşey yok. Hele hele sultan’ın demeçleri aynen “Van münüt”lü demeçleri gibiydi. Mağusa –Maraş yerine Güzelyurt’la Erenköy’ün birleşmesini istedi Sultan. Peki ne yaptı bizim başkan? O bunlara sessiz kalıp, gene iyimser ve umutlu gülüşler dağıttı. Kuzeyden giden başbakan ise herşeyden habersizmiş bir şekilde haritadan haberdar olmadığını bunun verilmesinin yanlış olduğunu söylemeye devam etti. Senaryo gereği biçilen rolünü mü oynadı, yoksa tavşana kaç tazıya tut cinsinden, birine “Sen iyimser ol, görüşmeleri yap, arkanı sıvazlıyoruz”, diğerine de “Sen bu adımları sönümleştir, bu adamın taleplerini mat et”, gibisinden senaryolarla roller mi oynattı onlara, Osmanlı’nın eski hariciye kurnaz diplomatları.. Kimbilir… Sonra da Sultanın demeçlerini ve fikirlerinmi onayladığını söyledi Başbakan. Onunla başından beri bu durumları konuştuğunu ve Güzelyurt projesinin de böyle olduğunu ekledi konuşmalarına.. Andlaşmalara karşı olanlar rahat bir nefes aldı. Döviz karşısında TL değeri hızla düşmekte. TC ekonomisi fire vermekte, TC’nin durumu pek de parlak değil. Bu arada iyimser havaya rağmen TC ilgililerinin demeçleri aslında bizdeki başkanı sıfırladı. Cenevre’deki görüşmeler bürokratlar seviyesine indi ve önemsizleşti. Garantörlerin son anda görüşmelere katılması da önemsizleşti ve soğuyup gitti bir girişim daha. Meclisteki partiler, garantör bildikleri devlete bir kere daha şükranlarını sunarken, 42 yıldır, artık topallamaya başlayan statükonun, nüzül olması, hatta yatalak duruma gelmesinden dolayı, bu halkı daha fazla yokettiklerinin farkında olmadan yaşamaya devam edecekler.
Ama olan halka olacak. Çok yazık olacak. Kim seçilirse seçilsin bu halkın özgür iradesi, egemenliği yerine gelmeden, bu toplumu hep kötü sonlar bekleyecek, eğer Sultan’a karşı pasif de olsa bir tepki gösterilip halka mücadele etme ruhu aşılanmazsa. Gerçekten yazık olacak…