Her ne kadar “2 liderli” dense de Kıbrıs konusunun her zaman Uluslar arası gerçekliği karşımıza gelmekten geri durmuyor. Senelerdir iki toplumlu denilen Kıbrıs döngüsünde, daha baştan Türkiye gerçeği ile başlayıp, İngiltere sinsi sömürge anlayışı ve Amerikan hegemonyacılık olguları hemen peşpeşe dizilip, bize genel mesajı da çakıyor. Tabi ki anlayana anla denecek derede ikilemli bir sonuca bağlıdır. Oysa önümüze hiçbirzaman Kıbrıs gerçeği ve onun sömürgesel hegemonya yapılanma kurumnsalaşan siyasal katagorisi konuşturulmuyor. Hat ta, brakın onubunu, Kıbrısda yaşanan önemli tarihi olayların dahi konuşulması hala tehlikeli. Toplumsal egemen siyasal linç edilme gerçeği hep başımızdaki salanan kılıç gibi dalgalanıyor. Bunu son KTÖS ajandasındaki bazı tarihi bilgilerin yazılmasıyla egemen yapının linç işaretli tepkileri ve konuyu bilip sesizce sistem içinde kalan “muhalefet” gerçeğini yeniden yaşattı. Onuniçin; Diyalektik bilen, Emperyalizmi iyi analiz eden, gerçeklerle siyasal yorum yapanlar, çeşitli sömürgeleşme veya hegemonya altında kalmanın anlamını binleler, özellikle bu yanlış deryada boğulmaması şart. Son bazı gelişmelerde de görüldü ki, hem muhalif, hem “solcu” hem de hesapta sistemi eleştirenlerin, açıklanan ve herkesin bildiği yaşamışlarda dahi şu şaşırtıcı kaçışı yaopıyorlardı! “Şimdi zamanımı” denilip, hala yarım asır önce yaşanan gelişmelerin açıklanmamasını savunur tavra girdiler. Ozaman da gerçekler bilinmeden, nasıl yüzleşme yapılacak! Gerçekleri imkarla yalanlarla yarının Kıbrısı nereye dek doğrudürüs kurulacak sorularını da sormak şart. Oysa herkes bilir ki çoğu yazılan resmi tarih yanlıştır. Doğruları bilip de konuşmamak da “zamanı deyil le” savunma refleksi kültürleşti. Bunlar son günelrde yeniden yaşandı. Tabi ki masanın şekli ve hala konuşturulmayan Kıbrıs gerçekleri ile Cenevre nereye yönelir sorusuna da oldukça yalın yanıt var! Sistem bölgesel koşullar gerektiriyorsa dizayin yapacak. Her güç kendi hegemonyası için de fırsatı kolamaya çalışacak. Zaten baştan yoğunlaşan konu Kıbrısın bağımsız ve özgür olması deyil, belirli güçlerin de adada kalıcılaşma ayarlarının yapılma şekline ve yasadışlılıkları nasıl yasalaşma konumları olmaktadır. Boşuna deyil “Grantörlük, askerlerin varlığı, Kırmızı çizgiler ve verilecek tavizlerle” yoğüunlaşma tartışmaları yapılmıyor!
Klasik bir Kıbrıs siyasal dönem daha yaşıyoruz. Yirmibirinci Yüzyılın dizayin hamleelrinin olduğu günlerden geçiyoruz. Önemli dezavatajlar şunlar: denilen şekliyle Kıbrıslı Türklerin varlığı falan deyil elbet! Kıbrısın yeni Ortadoğu ile Avrupa serüvenindeki yeri ve güçlerin konumlanma şekleri ön sırada bulunuyor. Zaten baştan beri Kıbrısın ve özellikle Kuzey Kıbrısda daha özgür yapı deyil de Türkiyenin burada kalıcılaşması ile yapılan yasadışılıkların yasalaştırma hamleleri hep sırıtıyor. Tabi Britanya üstlerinin geleceği hiç konuşulmuyor! Bu basit ölçeğin sonucu olarak Kıbrıs sorununda sistemsel önemli konular “Garantörlerin” katılımıyla ele alınıyor. Hala yarım Asırlık Grantörler deneğimi sorgulanmıyor. Kıbrısın bağımsızlığını denilerek konulan garantörlerin, aslında varolanı da darbe ve işkal le nasıl yıktıkları gerçeklerine gelinmiyor. Bunun konuşulması dahi oldukça tehlikeli. Bu koşulları iyi bilerek Cenevre yoluna bakmak gerekir.
Kıbrıs, aslında Yirmici yüzyılda hiç bağımsız olmadı. Belgeye konulan bağımsızlık dahi garantörlerle kuşatılıp Natoyla sınırlanan ve ikili yapı çatışmasına dahayıl bir yapılanıştı. Nitekim; her Kıbrıs adımında direk garantörlerin tavırları hep belirleyici oldu. Nezaman Kıbrısda yanlışlıkla bağımsızlık eylimi gelişse, garantörlerin baloz yumruğu vuruldu. Unutmamak gerekir ki Kıbrıs elilerle Sömürgecilikten kurtulma deyil, klasik sömürgecilikten yeni sömürgeciliğe geçişi yaşadı. Görünümde bağımsız ama içeleşen sömürgecilikle yapılandı. Birde Lüpnan tipi Ortadoğu Stratejik sömürge şeklinde zayıf ve etnik kesimlerle parçalanan aslında ayrışmalı ama üniter tipi acayip devlet şekliyle bu konuma sokuldu. Kıbrıslılalara “Taksim ve Enosis” siaysetleri enjekte edilip sol katliyamlarla yaşama sokuldu. Fakat, Küba devrimi birçok ada gibi Kıbrısa da yeni bir sömürge tipi yapılanışla dış müdahalenin altında sınırlı özgürlüklerle olan ülke boyutuna geldi. Herkes İngiltere, Türkiyenin Özel Harp dayresi ve Yunan glatyosunun rolunu ve giderek Amerikan siyasal kuşatmasını araştırınca hemen bulur. Ama konu hep “2 toplumçla” sınırlandırıldı. Nezaman direk müdahale gerekince de “74 yılında olduğu gibi” dış müdahaleler göstere göstere yapıldı.
İğneyi biraz da bize batıralım! Kıbrıslı Türkler elilerden beri ikili bir kısgaca alındı. Hem İngiliz yanlısı hem de gidrek teşkilatlar yluyla Türkiyenin Özel Harp dayreli ikileminde yapılandılar. İngilterenin çekilme kaçınılmazlığı ile “taksim veya ölümle” resmen resmi idolojikleşmeye yoğunlaştırıldı. Hat ta Cumhurieyt döneminde dahi bu gerçeklik kırılamadı. Teşkilat Bayraktarlık ikilemli bir kısgaçla yönetim içinde yaşadılar. Bir yanda Rumlarla olan çatışmalar ve öte yanda ikili baskı ekseninde sıkıştılar. Bir demokratiklik veya özgür haklar kazanarak demokratikleşme kültürü gelişemedi. Çoğu, geleneksel Otantik kültür bağları ile demokratik kültürü hep karıştırdı. Her iki taraf ta kendi halkına yaptıkalrını imkar eden ve ötekine fatura eden bir resmi tarih de kurgulatıp eğitime soktu. Böylelikle Kıbrıslı Türkler tanık oldukları olayları dahi, resmi eksen dışında konjuşamama baskılanmasıyla da yaşadılar. Yer altı teşkilatı ve ayraktarlık yönetiminde dahi zaman zaman anti demokratik işleyişler sonucu birbirlerini dahi tasfiye etiler. Doktor Küçük olayı bunun en net olarak hem de en yumuşak dönemde yaşanan olaydır. KTÖS başkanlarına yapılanlar ise sendikal hareketlere karşı duruşu da gösteriyor. Hat ta, KTAMS başkanı iprahimin nasıl öldürüldüğü dahi soru işaretlidir!
Kıbrıs 74 Sonrası yeni bir sıçrama yaptı. Kendi alanı oluşurken, ganimet tipi paylaşımla ekonomi oluşturup işbirlikci güdük burjuvalar güçlendi. Bunlar zaman içinde bu sistemi savunan kesimelr haline geldiler. Taşınan önemli nifus ise hem geldiği koşullar nedeniyle hem de öğretilen resmi Kıbrıs Türk tezleri sonucu, yeni sistemin tamamlayıcı kitlesel yapısı oldular. Yeri geldiğinde Türkiyeleşmenin destekcileri, yeri geldiğinde mevcut yönetimin ayakta kalması için yine kitlesel eylemn potansiyeli halinde kulanıldı. Tabi yapı yerleştikce ve özgürlüklerden demokratikleşmeye varan deyerlerin de silikleşmesi ile resmen oluşan çok görünümlü ama sistem içi pay alma garip siyasal yelpaze oluştu. En basit olayda dahi ses çıkaramayacak duruma geldiler. Hele de Türkiyeleşme ile yerelin dış güçlerin lehine el deyiştirme hamlesi ile işbirlikci bağımlılık daha bir sağlam kazığa bağlandı. İşbirlikci siyasal elitin daha silikleşip anlamsızlaşmaya başladı. Sadece yandaşa dağıtarak egemen yapıyı korumaya uğraştılar.
Bunları son 29 Kasım olayı ile oluşan öfke ile özellikle parlementer partielrin sesizliği,, Son yasamasa tanımayarak sırf yağ adına sürgün edilen ve Onbusmanın dahi açıkladığı rapora rağmen, yine başta meclis partileri ve öenmli sendikaların sesiz kalmasında yaşadık. Bu yapıyla Cenevreye gidiliyor. Dikat edin, basit diplomatik kural dahi işlemiyor. Türkiye dışişleri bakanı veya direk Erdoğan Kıbrısla alakalı “kırmızı” çizgielrini açıklıyorlar. Kıbrısa nasıl çözüm gelebileceğini anlatıyorlar. Oysa, Kıbrısda başta “barışçıl örgütler” çözüm deselerde barışın ilkelerini dahi açıklayamıyorlar. Basit barış kelimesi ile şimdiden önlerine ne konursa “evet” diyeceklrini açıklayan parti ve örgütler oluştu. Bunlara bakınca da Kıbrısın bağınmsızğı veya demokratik kurumsalaşma deyerlerinin de olmadığı garip bir barışçılık çizgisinde dolaşılınıyor. Hat ta, Akıncı hesapta çözümcüyken şimdiden “b planından” söz edior ve en acısı Bağımsız barışçıl Kıbrıslılarla hala küs olup konuşmuyor. Bu koşullar oldukça önemli. Belli ki Kıbrıs Atmışlardan çok daha fazla Türkiyeleşmenin kısgacında Cenevre toplantısında masada olacak.
Bir genel anımsatma yapacam. Geçenlerde eski yazılarımı kurcalarken, özellikle 78 Yılında OTÜ seminerin taslağı geçti. Alpay Ertaçla verdiğimiz seminerde şu önemli bölümümü yeniden anımsatacam! Emperyalizim Kisincır droktini ile bölgemizde Yetmişlerde önemli bir taktiği denedi. Bu alanlar farklı özellikler taşısa da özü önemlidir. Viyetnam yenilgisi ve Seylan ayaklanması nedeniyle, yeni strateji şu şekilde uygulandı: Türkiye ve Yunanistan Kıbrıs müdahalesi, Fas ve Moritanyanın Batı Sahra işkali, Endonezyanın Doğu Timur işkali, iranın Umana yardım adıyla Dofarı işkal etmesi gibi planlar uygulandı. Böylelikle yeni bir merkezi sömürge ülke ile daha küçük ülkelere müdahale stratejisi uygulandı. Doğu Timor dışında bu konular hala sgandal şekilde duruyor. Hat ta; Batı Sahra için alınan ve B.M. kontrolundaki referandum hala gerçekleştirilmedi.
Daha anlatacak çok şey var. Ama öz şu: Kıbrıs zaten ne bağımsızlık çizgisi, nede demokratikleşme süreçleri yaaşadı. Şimdiki yapı da malum! Diplomaside öergütlü olan ve siyasal kartları iyi oynayan kazanır. Herhalde Kıbrıs Türkleri daha kendi gerçeklerini dahi konuşamadan ve baştan dışa bağımlılığı kabulenip, sadece siyasal iç pay isteyip kalırken, gelecek demokratikleşme ışığı görmek nedenli doğrudur?