Cumartesinin soğuğunu iyice hisediyorum. Bunun tersini de galiba fazla bekledim. Cenevre sıcak gelecek rüzgarların iklimi ılıklaştırma görevini hiçolmazsa soğuğu hafifletmesinbi umuyordum. Yalanyanlış olsa da onca başlangıç ile devam şaşası sonaası, biraz daha fazla diplomasi oyunuyla dans edip ısınmayı bekledim. Oysa, onca hazırlık lafı ve sonrası üzerine eklenen birçok diplomasi kurallına karşın, gelinen nokta ayni zenginlikte olmadı. Bakın; başarı veya çöküş değil, resmen onlar kadar konuşulur olgunun olmasını biraz beklemek, hayalcilik olmazdı!
Bir şöylesine aklımızdan geçirelim. Daha üzerinden hafta dahi geçmeyen gelişmelerden söz ediyorum. Bol demeçler, yolculuk serüvenleri, birbirini tutmayan tavırlar ve bolca resepsyondan tutun görüşme sonrası şovlu demeçler,peşpeşe geçildi. Daha Cenevreye gitmeden, belirli tarihlerle sonuçlar sunuldu. Fazla abartı olmasa da sonuçlara yönelik “olur veya olmazlar” konuldu. Akıncı dahi “Cenevrede son fırsatdır* Anlaşamazsak, KKTC devam edecek. Laik, demokratik ve Bağımsız KKTC güçlendirilecektir” demecini boşuna vermedi. Bu konuda Rumlar ve Yunanistan daha ılımlı ve esnek konuştu. Ama bence Cenevrenin önemli mesajı, Kıbrıs gerçeğinde roller yeniden parıldadı. Tabi görmek isteyen veya duyup anlamlaya çalışanlar için bu geçerlidir. Sonuçaa mı; resmen tepetaklat yeniden teknik komite sınırına gelindi…..
Bazı Cenevre Turunsol yansıyışlarına bakalım: Hep öne konulan 2 liderin çözeceği yalanı yeniden Cenevrenin ilk kıvılcımında, kocaman yuturma olduğu anlaşıldı. Bizler derdik ve birileri de hep görmez veya duymazlığa geliyordu ya! “Biz değil de Türkiyenin tavrı önemlidir”! işte hep denilen “2 lider veya Türk toplumu ve Rumlar” ikilemi yeniden öyle olmadığı Cenevrenin ilk kale hareketinde ortaya çıktı. Daha ayağının tozuyla Türkiye dışişleri bakanı ilk bonbayı hem de ihma edercesine savurdu: “Kıbrıstan kalıcıyız* Garantörlükten vazgeçmeğiz* Kıbrıs da dört özgürlük tüm Türkiye vatandaşlarına uygulanacak* Türkiye AB üyesi oluncaya dek Kıbrısda dolaşım serbes olacak”! Olayın Türkiyeleşme özüyle masaya konuyu koydu. Aslında klasikleşen Neoliebral politik imaj olmasa, bu önerilerin bir anlamda masanın devrilmesine yeter ve artardı! Çünkü Türkiye 2 Toplumlu bağımsızlık deyil de Türkiyeleşmenin tüm Kıbrısa yayılmasını resmen defakto olarak masaya koydu. Üstelik hep kendi görüşlerini “Kıbrıslı Türklerin” imgesiyle de öne sürdü. Bu ilk önemli bonba oldu.
Başka gelişme de şu: Çavuşoğlu Cenevreye gidince ilk konuştukları bizim hükümetci kesimler oldu. Bu normal gibi gelse de olayın aslında haritalar karşılıklı verilince ortaya çıktı. Tüm dünyaya beşli görüşmelerden önbce haritalar verilip, ondansonra görüşmelerin başlayacağı kabul edilip açıklanırken, bir de gördük ki Çavuşoğlunun görüştüğü Serdar Hazretleri ve Pehlivan Hüseyiin bu konuda kendi açıklamalarıyla “muhtura” verdiler. Sebebi de “neden harita verildi”! Oysa günler öncesinden hem de gün belirtilerek haritaların karşılıklı verileceği anlaşılarak açıklandı! Tabi verilen “muhtura” denilen yazılımı birileri inceleyince de hangi dilin ürünü, politik anlayışın yansıyışı olduğunu da kolayca anlar. Buda Cenevre masasının berhava etmesine yetiyordu!
Ama dedik ya: Klasik bir Neoliebral politik argüman geleiştirildi! “Masadan kaçmayacaksınız”! Toplantıların, görüşmelerin önemli kuralı “masadan kim kaçacak”! Onuniçin resmen Türkiyeleşen net görüntüye karşın, kimse masadan kaçmadı. Konulan hedef olmasa da yine “başarı” denip teknik düzeyde görüşmeler devam edecek! Burada da bir garip esnek diplomasi kandırılmaca var: Zaten Cenevre ile sonlanma deniliyordu. Oysa,, Cenevre aşmazı sonucu devam için yeni yöntem yaratılırken, sıkılmadan “Yunanistan hazır değildi” dendi. Hani Cenevre son fırsat tı?
Esas bonba herkesin yüzüne Erdoğan tarafından atıldı. “Yok haritalar niçin verildi* Demir kasada kilitlenip, kimse görmedi” lafları söylenirken; Erdoğanın gür sesi duyuldu. Herkes kendine ngöre denilenleri kıvırtma içine alıp işine geleni söylerken; Erdoğan hangi yerlerin verilebileceğini ve Türkiyenin Kıbrısda “ilahiniyet” Kalacağını, askerlerin çekilmeyeceğini gayet net şekilde söyledi. Birisi çıkıp da “bu öyle konuşulmuyor” diyebildimi! Sonra, bunlar olmamış gibi de herkes kendi terelelisini okumaya devam ediyor. Diplomasi ve demeci hep yuvarlaya yuvarlaya ama gerçekleri söylemeden bolca konuşuldu. Hele Barış Burcu “Maksimalist Köfte” satış sıkıntısı gibi, “aman şunu sorma” duygusal ses tınısıyla çırpınıyordu! Gerçeklerden resmen korkuyordu.
Birleşik Britanya veya bildik adıyla İngiltere ise bildik sinsi oyununu yeniden oynadı. Hiç öne çıkmadı. Biraz deşseniz, malum İngiltere dışişleri bakanı ülkeyi AB den çıkarmak için Türkiyelilerin dolaşım korkusunu kulanırken, Kıbrıs için de anlaşılıyor ki AB karşısında Türkiye ile yakın yakın duruyor. Irkçı gericilik itifakının yeni bir versyonunu yazıyordu. Baş rol ve sesizce seyirciye görünmeden oyunu çeviren sanatcı gibiydi!
Bu saydıklarım öyle kapı arkalarında veya sinsi gizli toplantılarda olmadı. Sansüre falan da takılmadı. Ama hep şu ezberle örtülmek de istendi: “2 liderin çabaları ve garantörlerin de yardımcı olma” ekseni… Olaylar ortada, verilen demeçler ve yaşananlar da malum. Sorgulamak isteyen, olguları yan yana koyanlar ve ne istediklerini bilen için, değişken ama hedefi belli taployla karşıkarşıya gelindi. Ama siz gelişmeleri bir yana iterseniz, masaya konulan talepleri görmezden gelip, sadece “biranönce çözüm” deyip orda kalırsanız, en başta masada sizin tek seçeneğiniz dahi yoktur. Bunu da anlamazsanız, gericilik oynunun terkisine takılıp kalırsınız.
Araştırmayla veya öteki yaşananlarla yarını daha somut anlamak istrseniz! Cenevrede bolca masada kendini hisetiren türkiyeye bakın! Bize “garantörlüğü olmazsa olmaz” denilen Türkiye nereye gidiyor? Anayasa değişimleri ile olan tutumları ve nasıl yarını iyi okuyun. Biz nasıl bir garantör ve Kıbrısda kalıcılışmasını istiyoruz! Türkiye meclis toplantılarına, önerilen anayasal gelecek ve bunalrla nasıl tutumlarla konunun geliştiğini hiç sorguladık mı? Üstelik tekrar tekrar yazdığım basit yüzleşmelere yeniden gelelim! Kıbrıs Cenevre görüşmelerinin sonucunda kaç TC medya konuyu ele alıp, haberiyle, önerileri ile birlikte yazıp tartıştırdı? Üstelik belirli kesimin eleştirmekten dahi korkar olduğu Erdoğanın direk demecinin nedenli doğru olduğunu kaçı yorumladı! Bunlara dahasını eklemek mümkün. Ama karşı çıkıldığı söylenen “Yeni Osmabnlıcılık” olayında Kıbrıs ayağının neden ulusal tabu olduğunu hala konuşamayan iktidar ve muhalefetiyle bir Türkiye karşımızda duruyor. Biz de bunun garantisini istiyoruz. Üstelik garanti ile orda olan dönüşümnleri de buraya yansıtarak yeni gericlik hegemonyası ile Kıbrısın “bağımsızlığını” veya barışı talep etirilmiş görünme çabasında kaldık!
Şimdi yeniden teknik alanda Kıbrıs görüşmeleri devam ediyor. Hani bitecek veya son fırsata yeni simgelerle işler karmakarışık herkesin kendi fırsatını kulanıp pay alma dönemi devam ediyor. Baştan bizim ekseni tam yerine koyduk. İlle de Kıbrısda anlaşma olacak talep yoktu. Şu ikilem baştan vardı: belirli tarihe kadar ya dış güçlerinb de yarıdımıyla uzlaşılır veya uzlaşılmadı denilip var olan öteki planlara geçiş fırsatı da kulanılma ikilemi kafalara tek yanlı konuldu. Boşuna Akıncı son Cenevre öncesi KKTC atıfını yapmadı! Ama bizdeki işbirlikciliğin öylesine silikleşip, alıp dağıtma noktasına geldi ki deyişken rolleri acemice olsa da oynamaya hazır nice kesim oluştu. Bakın; Kıbrıs son Cenevre Turunsolunda Kutret efendi de onca lakırtı politikasından sonra, harita konusuyla gerici itifakın “aydın” incisi gibi lafları dizdi. Demek ki; Cenevre Turunsolu çok gerçek yansıtmış olacak ki ne görüşmeler sonlandı, nede bilinen lakırtılar tükendi! Bakalım, Türkiye gerçeğinden masadan kaçma korkuları arasında biz “2 toplum” kısırlığına nekadar daha inanıp cesaretlendireceğiz.