İki haftadır Kıbrıs görüşmeleriyle yatıp kalmaktayız. Belli ki birçok ortak payda var denmesine rağmen tarafların hem kendi içlerinde hem de diğer toplumla sorunları var. Red cepheleri herhangi bir taviz verilmesinde hemen harekete geçip muhalefet yapmakta ve o konuda olacak olan gelişmeleri engellemekte. Basından okuduğumuza göre Cenevre’ye giden Kıbrıslırum partileri arasında da büyük sorunlar yaşanmış hatta bu arada Cenevre’yi terkedenler de var aralarında. Güney’e benzemese bile aslında ortak yanlar yanında, Kuzey’in Güney’e göre açmazları daha da fazla. Türkiye’nin Kuzey’de dominant olması ve her verilecek kararda baskısının olması bizim tarafa pek de manevra kabiliyeti vermemektedir. Sayın Akıncı’nın bu konularda şikayetçi olduğu pek görülmemektedir. Oraya “General çizmeyi aştı” demesinin meyvelerini yiyerek gelmiştir. Ama oraya gelirken belli ki boynu bükük duruma getirilmiştir veya başka söylenmeyen durumlar vardır.Anastasiades’in ise çok tutucu, çok gerici ve de ellerindeki mevziyi vermek istemeyen bir red cephesiyle karşı karşıya kaldığını ve aynen Türkiyenin Kuzey’deki baskıcı durumu gibi Güney’deki açmazın buradan yani red cephesinden, bir adım ileri değil de statükoların korunmasından yana olan bir kesimle açmaza düştüğünü de görmekteyiz. Görüldüğü gibi gerek bizim taraftaki elitler, 1974 sonrası statükonun korunmasından yana olan kesimlerle , Güney’in aynı şekilde kesimleri bir çözüme engel teşkil etmekte ve tutucu, gerici bir cephe olarak ortaya çıktıkları bir gerçektir. İşin tuhafı Cenevre’ye çoğunluk olarak götürülünler bu kesimler olmuştur. Yüzlerce yüzünü bile tanımadığımız, hatta dil bile bilmez bu insanlar, Cenevre’ye dolmuş kalkar gibi götürülmüşler ve Kıbrıslıtürklerin çözüm istemez bir imajını orada sergilemişlerdir. Her iki tarafta sol adına ortaya çıkıp maalesef bilimsellikten uzak hareketlerle, ideolojik hiçbir kritiğe yer vermeyen ve solun gericileşmesine sebep olan kesimlerin de bunda büyük payı olduğu gerçektir. Sağ kesimler ise bana göre Anastasiades veya daha önceki Klerides’in özeleştiri yapma kabiliyetinden muaftırlar, hele hele Kuzeydekilerin eski liderliklerden arta kalan hiç eleştiri yapmayan yönleri veya karakterleri ile pek de bir çözüme hiçbir zaman gelmeyecekleri de açıktır. Güney’deki Kilise’nin de bizdeki sağdan kalır tarafı yoktur. Peki ne yapılmalıdır? Kuzey’de meclis dışında bulunan solun vakit geçirmeden çoğulculuk esasları içinde örgütlenerek, somut koşulların somut analizi çerçevesinde örgütlenmesi ve hareket etmesi gerekmektedir çünkü meclis içindeki sol bilinenler kendi kendilerini mat ederek SSCB solunun bürokratlaşma hastalığından muzdarip olarak hantallaştıkları ve de dejenere olan ideolojileriyle sağcılaştıkları bir gerçektir.
Görüşmelerde Solun elbette sosyalist ilkelerden ayrılmadan çözüme bir hız kazandıracak ve Güney’in de şartları düşünülerek bir ara süreç olan demokratik bir cumhuriyete sıçrama becerisini verebilecek değerleri savunması ve bu değerlerin elbette ileride eşit bir sol refah düzenine geçecek taşları olması da savunulabilir. Bana göre Kıbrıs için “Demokratik Cumhuriyet” modeli garanti ve güvenlikler için en etkili öneri olabilir.
Bu cumhuriyet modeli 1879 yılında Kant, Hegel, Karl Marks,Nietzche,Victor Hugo, Kropotkin ve Bakunin gibi bilimadamı, sosyalist ve anarşistler tarafından savunulmuştur. Bu dersi iyi çalışırsak, hem Kıbrıslırumlar olarak hem de Kıbrıslıtürkler olarak, karşı topluma da değer vererek, bir uyuşma noktasına gitmemiz bence mümkündür. Ama olayı gerici, ırkçı,şövenist ve aşırı milliyetçi açıdan ele alırsak bana göre bir noktaya gitmemiz zordur. İsviçre’de ve Belçika’da hatta Avrupa’da 200 yıl önce bu konular nasıl çözülüp, İsveç ve Norveç nasıl ki barışa ulaştılar, aynı felsefelerle barışa gitmemiz gerekir. Fakat hala daha olayları bencillik ve şark kafası açısından ele alır ve sultanlık, piskoposluk etnosentrizm havalarında çözmeye çalışırsak başarılı olamayacağız. Temel olan cumhuriyetin resmi bir dilinin, ideolojisinin, kan ve soya dayalı baskıcı unsurlarının olmaması, tüm vatandaşlarının eşit insanlar olmalarıdır. Bu cumhuriyet modelinde geniş kişisel ve toplumsal özgürlükler esastır. Mesela önemli görevlere gelecek olanların oraya seçimle gelmesi modeli de konuşulabilr. Mesela Kaza idarecileri oraya seçimle gelebilirler. Yani herşeyi demokratikleştirmek önşart olmalıdır. Gerekirse başkanlık sistemi de masaya yatırılsın. Yetkilerin kişiye değil de halka yansıyacağı geniş bir örgütlenme modeli hem sosyal, hem ekonomik, hem de kültürel alanlarda olmalıdır. Yapılan araştırmalara göre İnsan hakları, adalet, sosyal dayanışma, refah,demokrasi, eşitlikçi değerleri olan, tüm insanlarına veya vatandaşlarına eşitlik verilen, toplumsal sınıfları veya kesimleri arasında etnik ayrımcılık, dinsel , dil ve budun ayrımcılığı olmayan, herkesin eşit olduğu bir cumhuriyette ne iç savaş ne de sorun olur. Sorun elbette olur da bu sorunlar, demokratik cumhuriyet modeli içindeki halkların örgütlülüğü ve de demokratik kurumların etkinliği ile çözülebilir. Başka etnik gruplara kıl kadar hak vermek istemeyen, dominant olmak isteyen elit kesimlerde veya etnik gruplarda elbette farklılıklardan ötürü sorunlar olacak ve bu gibi ülkeler dağılacaktır. Yakın zamanlarda Suriye ve Irak gibi ülkelerde yaşanılanlara bakarsak, oradaki iç savaşların veya buhranların daha fazla yetkilerin tek bir kişide toplanması, demokrasinin, eşitliğin olmaması ve resmi ideolojilerle baskıyla, topuzla veya balyozla bu toplumların idare edilmesidir.
Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürkler olarak İsviçre, Brüksel veya Fransa gibi ülkelerde, Fransız Devrimiyle ortaya çıkan, maalesef fazla yaşatılamayan ama bunun bugün bile normlarla devamlılıkları olduğu, Demokratik Cumhuriyet modelini tartışmalı ve Kıbrıs’ta da eşit şartlarda her iki topluma da uygulanarak, gerçekten garanti ve güvenliğin Demokratik Cumhuriyet olacağı şartları tartışmalıyız.
Demokratik Cumhuriyet modeli hem bizde, hem Türkiye’de, hem de şu anda sorunları olan Suriye ve Irak’ta uygulanırsa bunun evrensel barışa da etkili olacağını söyleyebiliriz.