Ülkenin gerçekleri ile yorum yapmak önemlidir. Bu gerçeklerin de doğru yere konup da ele alınması mutlaka gerekir. Kuzey Kıbrıs gibi bir yerde siz eyer olanı değil de isteyenlerle işe başlarsanız, baştan tuş olmağı kabulenirsiniz. Biz ta baştan buradaki yapının kimine göre işkal, kiminin de özellikle hukukcu kesimin “idari alt yapı” olarak koyarsanız, sonuçta tek olguda buluşmanız gerekir: “Burası normal koşullarda yürüğen yer değildir”! Dışa bağımlı ve işbirlikcilerle idare edilip, gerçekler de örtülmek istenmektedir. Size basit gibi gelecek bu yapılanış, baştan itibaren bunu ret edrek, normal ülke gibi ele almağa başlarsanız, belli olacak ki sonuçlarda saçmasapan hale gelip düğümlenir. Neyazık ki brakın olanı göz ardı etmeği, resmen tam tersiyle konuşturulan ve sorunalrını algılatılan bir Kuzey Kıbrıs gerçeği ile karşıkarşıya kalıyoruz. Türkiyeleşme gerçeği ve politik belirleme argümanları net olarak sırıtırken, Kuzey Kıbrısın hem “Kurtarılmış” hem “egemen” hem de “Türkiyesiz olmaz” acayip kuralların temel olduğu politik bir gömlekle de giydirildi. Sonrası mı: Kıbrısta hem çözüm, barış ve anlaşma denilirken, ardından “Türkiyesiz olmaz” olmasa olmaz ilkeleriyle bezenen bir kimine göre “milli” kimine göre “tabu” olan ve bazısı da bugerçekleri öteleyerek “adaya çözüm geliyor” ezberleriyle yaşamakla meşkul olma peşindeğiz. Bu kuralların da yansıtıcıları bizim politik gündemimizi belirlemekle hayata “öpücük” vermektedir. Unutulan şu: yapı gereği denilen koşulalrın yeniden üretimi için, buradaki işbirlikci duruşu oldukça önemlidir.
Nitekim, ister Akıncı veya Talat, ister se Eroğlu Denktaş olsun, bunların hangisi saraya girip görüşmeci olunca, şu temel kuralı hep önceliğe kor: “Türkiyenin garantörlüğünden vazgeçemeğiz* Türkiyenin de çıkarları dikate alınmalıdır” duruşunun dışına gidilemiyor. Adanın her çözüm adımında Kuzeydeki oluşturulan ve adı değişik şekle sokulan yapının varlığı ve yasal haliyle birleşerek, ama Türkiyeleşmenin de kalmasıyla olacak bir seçenek oluşturuldu. Akıncı “hem de sol gömleği giyen” masaya yeni bir başka kural da koyup, Dört özgürlüğü Türkiye için istemektedir. Dahası; Kıbrıs için iki taraflı olamaz denilen özgürlükleri, Kıbrısta olmayan ama Türkiyeleştirme ile siyasal güç haline gelen Türkiye için, AB eksenli hak olarak talep edilmektedir. Benzer birçok konu daha gündeme geliyor. Cenevre anlaşmasının buharlaşmasını kabulendirmeğe rağmen, yeni hamlalaerle defakto bozma adına ek yapılan vatandaşların da durumu başka bir garabete dönüştü.
Garipsenmeyecek ve yüzleşme adımı olarak şu temel sorguyu da yapalım: gerçekten Güney ve Kuzey Kıbrısta şu karşılıklı kamuoyu araştırmasını yapalım. Daha da istiyorsanız ve somutlanma bakımından değer görüyorsanız; Direk yönetici elitler içinde araştırarak Güneydeki Enosis veya Kuzeydeki ilhak politikasını kimlerin daha çok istediğini araştırın. Zaten Pehlivan Hüseyin veya Tahsin bey şimdiden ilhaka karşı olmadıklarını, Türkiyeleşmenin gayet normal olduğunu ikidebir savunuyorlar. Makamcılarından Dürüst efendi de “üstümüzde Türkiyenin nefesi oldukça, biz başarılı olacağız” söylemi de başka bir tınısal tat katıyor. Ama kendi işbirlikciliğimizi örtme adına hep Rumların enosisini saldırarak bu gerçekleri Kral çıplak gibi örtüyoruz.
Bugünlerde Türkiyede anayasa referandumla resmen rejim değişimi aşamasına gelindi. Türkiyenin heryerde krizle oynayıp oy artırma hamlesi de yaşanıyor. Bu alanlardan birisi de Kıbrıs! Bunu herkes baştan bekliyordu. Görüşmelerin de tıkanıp belirli dondurtma dolabına sokulacağını da tahmin ediliyordu. Nitekim; Mart ayı Cenevre “cipalasına” rağmen bunu net yazan ve cenevreğe gitmeyeceklerini belirten kişilerden birisi de bendim. Ama Mister Akıncı işbirlikci rolunu gayet Amerikanca versyonla oynadı. Maksimalist Köfte Tücarı olan eski dostum da heycanla buna katıldı.”Meyerlim, Kıbrıs görüşmeleri ile Türkiyedekki referandum arasında bağlantı yokmuş” demeçleri hem kriz öncesi hem de kriz sürerken tekrardan söylediler! Tabi Türkiye yetkililerinin Kıbrısla alakalı demeçleri adeta yeni seferlerin işareti olup, Hayırcı kesimin devletci önemli kesiminin de “Kıbrısı satıyormusunuz” esrumanına tını olundu. Oysa önemli itiraftı: Kıbrısı bağımsız ve egemen ülke değil de fetedilen bölgenin verilemez kuralının haykırışı olarak yazıldı. Fakat özellikle parlemento partielri ve ısrarla koltuk isteyerek işbrilikcilik oynunda olan kuruluşlar bu konuda seyirci kaldılar. Aslında konuyu bilip de işbirlikci aşkın koltuk sevdasının ruhuyla sustular.
Kıbrıs böylesi deniz dalgalarıyla yolununu kaybeden yelkenli gibi ordanoraya limanlarda savrulurken, Türkiye rejim değişimini olağanüstü koşullarda baskılarla devletin gücüyle referanduma giderken, dünyamız da gidişatının sorgulanan büyük gemisine çeşitli kesimlerle okyanuslarda boğuşuyordu. Dibimizdeki Suriye adeta dünya savaşının küçük versyonunu oynuyordu. Trump beklentili politika ile ağır ağır Amerikan askerleri Suriyenin özellikle Sunni ve Kürt coğrafyalarında bayraklarıyla boy atarken, Ruslar da yeni hamlelerle Afrin Kantonuna yerleşiyordu. Esat ise hamlelerle gücünü gösterirken, herkes Raka hamlesiyle gelecek Suriye hesaplarına takıldı. Buarada gölgede Suriye politikası ve gerektiğinde askeri saldırı yapan israilden önemli mesajlar yükselmekle meşkuliyetin rotası değişiyordu!
İsrailin ünlü bazı devlete yakın yorumcular “Gazete Duvarda da Anreyin makalesinde de yer bulduğu gibi” Suriyenin üçe ayrılma ve daha geneli, Sunnistan birkaç devletin Suriye ırak ekseninde kurulma olasılıkları belirtiliyordu. Alevistan, Kürdistan ve Sunnistan üçkeni ile, bölgesel mezhepsel çatışmalı denklemin seçeneği seslendiriliyordu.Belli ki Ortadoğu mezhep girdabından Emperyalizim varoldukça sürecektir. Türkiye ise girdiği Suriye bataklığında Kürtleri vuracam ve fetihcilikle suniciliği güçlendirecem derken, Rusya ve ABD ile karşıkarşıya ve suriyenin de karşıtına oturdu! Kürt kartı belli ki Suriye dinamiğinde dengeler de üstünden içsel güç olarak yer almağı güçlendiriyor. Tabi kaygan zemin neleri getirir, belirsiz.
Şimdilik Mısırı konuşan pek yok. Mısırda “bahar” denip devrilen Mubarek Hüsnü, sanki onca katliyam ve baskıları yapmamış gibi tüm davalardan afedildi. Serbes kaldı! Buyrun bir bahar daha soluklaştı! Ortadoğu bunalrla yoğunlaşıp, yeni hamleleri beklerken, ingiltereden gelen saldırı haberi ile gözler Avrupaya uzandı. Zamanında Ortadoğuya barış diye terör ve dağılma ihraç eden ve IŞİD veya Elkayde gibi örgütler kurdurtulurken, şimdi bu yaratılan timsah, onları da tedirgin etmekle işini yayıyordu!
Ne tesadüftü ki ingilterede Londrada Parlemento bina cıvarında önce arabayla ve ardından bıçakla saldırı olurken, öteki olayları da yan yana koyunca, sistemin Kültürler çatışması stratejisinin yıkımını da anlamak mümkün oluyordu! ABD ve Britanya uçaklarla yolculuklarda belirli ülkelerden gelen yolcuların, kabine elektronik cihaz koymasını yasaklıyordu! Bu ülkelerden birisi de Türkiye idi. Ayni anda Erdoğan Avrupalılara tehditkar demeçle, rahatlarının bozulacağını sert ifadeyle belirtiyordu! Yetmedimi: ABD nin önemli Neoklonk yazarlarından Maykıl Rubinin direk Erdoğanı hedef alan yazıları da düşündürücüdür! Rubinin, darbe girişimi öncesi aylar öncesinden uyardığını eklersek! Erdoğana, “Katarın akıtığı nakip paralarlın nereye dek yeteceğini* Saklaadığınız paraların yerini biliyoruz* Erdoğan sonuna doğru geliyor” gibi önemli uyarılar yazıyordu! Dileğen Rubinin kim olduğunu araştırma yoluyla öğrenebilir.
Ama şimdi gözler Trumpda. Rusyaya karşı alacağı tavır, Çinle ilişkiler ve başka genel tutumlarla, Ortadoğuda İsrail merkezli yeni harita oyunları, Ortadoğu coğrafyasını çok karanlık günler bekliyor. Bekliyor da bizim işbirlikciler de tüm gerçekleri yok sayıp, “enerjinin adaya zenginlik ve barış getireceğini” söylemeğe devam ediyorlar. Hele hala popilitesiyle imajını süsleyen Akıncının artık barış derken, beraberinde “KKTC” devletinin devamını anlatması, bugünkü koşulalrdaki anlamı bize çok şey anlatıyor. Baştan beri benim belirtiğim, fırsat bulunduğu anda ikinci versyonla Türkiyeleşme yoluna girileceğini yazdık. Zaten aKıncının tek değil genel politik yaşamında her ne kadar fedaralci gibi görünse de her koltuğa gelişte “KKTC ği” güçlendirme söylemi ile hareket etiğini belli ki çoğumuz bellekten sildik. İkibinleri veya Doksanları dileğen yeniden anımsasın.
Gidişat böyle. Belli ki karmaşa ve seçeneksizliklerle, hegemonyacılık hedefleri, bölgemizi şişirmeğe devam ediyor. Neyin nerede patlayacağı belli değil. Türkiye referandumuna günler varken, nerde neğin patlayacağı veya referandum olurken ve sonrasının ışığı görünmüyor. Suriye adeta patlamayla birbirinin tersi olmaya aday güçlerle doludur. İsrail belli ki fırsatı buldukça irana yönelik hedefi geliştirmek istior. ABD Trumpun devlet içi mücadelesiyle hangi stratejinin öncelikli olacağı net belli değil. Rusya Suriye üzerinden hamlelerini yapmakla meşkul. Ortadoğu ise mezhepcilik üzerindeki savaşları ve bölgesel hegemonya kavgasında asker ve finansmanlarla uçuşuyor. ABD ve Rusya yanına Çin ve İngiltere de ekleniyor. Peki barut fıçısı etrafında ateşler yanarken, acaba barut fıçısı kendini koruyacak mı? Yoksa Kıbrısa bu barut patlamasıyla barış mı gelecek! Bunlar olmayacak sa adamızın yarınına kim hakim olacak. İlk yanıtımız belli ki bu işte Kıbrıslı Türkler yok. Zaten defaktoyla nifusu ve işbrilikcilikle de politikacılarını çoktan kaybetti. Ekonomi falan ise malum. Ozaman soruyu tekrar soralım: Gidişat nereye doğru?