Yandaşlık suçu ve suçluyu korumaya zırh oldu – Alpay Durduran

605

Suçlu olduğu kamuoyu tarafından kabul edilen ve Sayıştay gibi bir murakabe kurumu tarafından raporlanan insanlar hakkında işlem yapmak için havale edilen iş kaybolup gidiyorsa artık ayaklanıp halk tarafından işin yoluna konulması hak oluyor gerekiyor. Halk bunu nasıl yapacak derseniz Türkiye’de şu iş olursa ondan nasıl hesap sorulacak sorusuna verilmekte olan yanıtta yazar ama o cins hesap sorma ancak genel siyasi kararlardaki yanlışlar için öngörülmüştür. Adi suçlar veya cürümler diye adlandırılan konular için polis ve savcıları devreye sokmak ve yargılamakla olur. Bu da kimseyi tatmin etmez. Sayıştay gibi bir kurumun suç duyurularıyla ilgili cürümlerde seçimi beklemek ancak güdük demokratik ülkelerin siyasetçilerinin mazereti olabilir. Halk harekete geçmeye karar verirse önce meclisin çoğunluğunu kontrol eden partilerin üyesi ise onlara gider. Sizin partinizin sahibiyiz, bizi utandırmayın, hemen gereğini yapması için bakanlarımıza yüklenin yoksa parti seçimlerinde gidersiniz derler; muhalefet üyesi iseler partilerine nasıl olur da ne savcıların arsında ne de poliste yasal yetkilerini kullanacak kimse çıkmıyor diye sorular sorarlar ve yanıtı beğenmezlerse yasal yetkilerini cesaretle uygulayacak insanların güç kazanması için en kısa zamanda partililerin oyuncağı olmayacak insanlara yolu açacak olan bir sistem için bilgi ve niyeti olan parti arar.

Bu yetmez tabii gelişmeleri beklemeden sivil toplumun gücünü harekete geçirmeye hazır insanlarla çalışmalar görülür. Sendikaların ve basının dikkatini vermesi için olanakları elverdiği kadar çalışır. Üniversitelerde öyle bir sistemin ne olduğu, bizde neyin aksak gittiği ve nasıl değiştirilebileceği araştırma, doktora ve tez konusu edilir.

Bunlar görülmezse cumhurbaşkanın uyarıları bile meclis tarafından görmezden gelinir. Özendikleri başkanlık rejiminin başındakini bile savcı mahkemeye çıkarır ve Monika ile ilişkisini halka teşhir eder ama bizdeki sözde parlamenter rejimin kukla mebusları seçilme derdini de sallamayarak suçların polis ve savcılık içinde paslaşmalarla uyutulmasına göz yumarlar. Bizimkiler Türkiye’nin himayesindedir; gereksiz kadrolar yaratarak bütçedeki personel harcamalarının artmasına güya karşıdır ama sanki yapacak bir şeyi yoktur. Öyle davranır ki yandaşları hükümette kalmak için gereken rüşveti dağıtabilsinler. Sanki yapacak bir şeyi yok. Polis askere bağlıdır ama askerin ilgisi sadece silahlı bir güç olduğu için kendine hizmet vermesidir. Yoksa mücrimler ortada dolaşırmış, bu bir skandalmış ilgilenmez.

KTÖS’ün suçlamaları açıkça ülkemizde birçok mücrimin ortada dolaşmasına izin verildiğinin yeni örneklerini gözler önüne sermektedir.

Sistem bu oldukça asayişten, suçluların dokunulmazlık kazanmasından ve çok çeşitli suçlardan şikâyet etmek işe yaramaz olur.

Yolsuzluk ve suiistimallerden şikâyet edip üstlerin gidileceğini söyleyenler buna karşı mücadeleyi nasıl yürüteceklerini açıklamadan ve önlemlerin örneklerini verip inandırıcı olmadan umut vermezler. İnsanların partilerden soğudukları dönemler görüldü ve yozlaşmaya engel olacağını söyleyenler seçimlerde güç artırdılar. Sonu ise iyi olmadı.

Unutmayalım ki kahve lakırdıları ile halkı kandıracak edebiyat yapılabilir ama namuslu da olsa işi derinliğine incelemeyen insanlar kısa zamanda başarısız olurlar ve seçildikten sonra koltuklarda kalmakla uğraşır hale gelirler. Statüko kendini savunacak mekanizmayı kurmuştur ve geleni de içine alır.

Dünya’da çok örneği gelip geçmiştir. İddia ile geldiler bir süre sonra seçimde elendiler. Bizde de öyle olmadı mı? Üçlü kararname usulü gelirken eleştirdik. Dinletemedik. Anayasaya koydular. Liyakat sistemi vardı. Sömürge idaresinden gelen düzeni itibarsızlaştırıp yok ettiler. Sırasıyla hükümetlere giren muhalefet partileri değiştireceğiz diye söz verdiler ama müsteşar ve bakanlık müdürleri ile sınırlama sözünü bile tutmadılar. Halk, parti üyesi olanlar “söz verdik tutalım” diye baskı yapmadığı için, parti içi seçimlerde sözün tutulmasını bile sağlayamayan parti yetkililerinden hesap sormayarak ve yapmadığını görüp de genç kuşaklar parti yetkililerine hesap sorabileceği bir yapının kavgasını vermediği için başarısız oldu. Gerisi bizdeki sistemi demokratik bir hukuk devleti sanmaya devam ettiği için hala yenilik peşinde de değildir. Uyanmak zamanı ama arayış daha hissedilebilir değildir.

Yazıklar olsun. YÖDAK’ı anayasaya bile sokmaya kalkan ilericilerin bulunduğu ülkemizde artık hükümetin güdümünde bir yüksek öğretim ülkesi olmakla övünebilir. Türkiye’deki referandum için hayır kampanyası yapıp kendi ülkesinde partisinin hiçbir sözünden çıkmamayı siyasi partiler yasası ile pekiştirmeye çalışan ilerici iddiaları taşıyan insanlarla da iftihar edilebilir.

İçtüzük’te komitede yasalar veriliş sırasına göre görüşülür maddesini uygulatmadıkları için ancak ivedilikle görüşülecek olanlara yer kaldığından her tasarıya ivedilik kararı alınması mutat hale geldiğinden onların bile sırasına saygı duyulmadığı duruma çare diye muhalefetin konuşmalarına sınır getirme çabası yaygınlaştığı için yasa geçirmekte rekor kırıldığıyla övünülebilir.

Yaşasın devletimiz, kahrolsun çözüm demek onun için ucuzdur. Demokratik hukuk devleti bize yabancılığını koruyor. Hukuk devleti olsa hepimizi bağlayan uluslararası hukuk kurallarına boyun eğip “statüko sürdürülemezdir” diye kararlardan ve açıklamalardan sonra KKTC yaşatılacak, iki devletli çözüm şarttır diye hükümet yanlıları ahkam kesmezdi. İçerden tepki görür ve durdurulurdu. Hükümet hala birleşik Kıbrıs diye açıklamalar yaparken hükümetinin karşı çıkışına ses verilirdi.

Parlamenter hukuk devletinin büyüklüğü çok yetkilinin ve etkilinin aklını seferber etmesidir. Yoksa kakafoni sürer.