Osmanlının öğretilmeyen yanları – Ulus Irkad

603

Okullarda tarih dersleri okutuluyor ama genelde çok katı milliyetçi anlayışlar maalesef hala daha bazı gerçekleri, sırf Osmanlı yara almasın veya resmi ideoloji yaşasın diye karartmaya çalışıyorlar. Aslında bunu kendi teorilerine uygun olarak vermeye ve tarihi de çarpıtmaya çalışıyorlar.Mesela gerek Kıbırslıtürkler veya gerekse Türkiyeli Türkler Osmanlı padişahlarının ve oğlularının kardeşlerini veya çocuklarını öldürdüklerini “Muhteşem Yüzyıl (Süleyman)” filminde öğrendiler. Daha önce bu konular pek tarih derslerinde okutulmadı.  Venediklilerle Kıbrıs’ın fethinden sonra bile birçok alanlarda temasların sürdüğü bir gerçektir. Gene Kıbrıs Osmanlı tarafından fethedildikten sonra bile tarihlerde yer almayan andlaşmalarla Venedikli korsanlara Doğu Akdeniz’de birçok haklar verilmişti. Aşağıdaki bilgi oldukça ilginçtir:

“Korsanlığın yaygınlık kazanması büyük donanma savaşlarının ortadan kalkmasından sonra, 16. yüzyılın sonu ile birlikte mümkün olmuştur. Bu zamana kadar daha ziyade öncü kol çalışması olarak değerlendirilecek eylemler, suret değiştirerek, deniz haydutluğu kisvesine bürünmüşlerdir. Eskiden Hıristiyan güçlerin Müslüman güçlere ve onların zenginliklerine karşı örgütledikleri bir eylem veya Müslüman güçlerin Hıristiyan gemilerine ya da kıyılarına yönelik girişimleri olan bu faaliyetler İnebahtı Savaşı sonrasında, artık deniz haydutluğu halini almıştır. Böylece siyasetin emrindeki  korsanlık bitmiş, kontrolsüz bir soygunculuk dönemi başlamıştır. Yağmalayanın da, yağmalananın  da yurdu ve dini önemini yitirmiş, korsanlık adeta bir mesleğin adı olmuştur. Bu gibi faaliyetlerin en önemli muhatapları, gerek etken gerekse de edilgen sıfatlarla Osmanlı devleti ve Venedik olmuştur”(Oral,Temmuz 2004,88).

Belli ki Osmanlı Venedik’ten o kadar rahatsız olacaktır ki korsanlığın önüne geçmek, Girit’in fethinden sonra korsanlığı engellemek için Venedik’e verdiği haklar bir ahitname içinde yer almıştır. “…1573 tarihinde imzalanan anlaşma ile Venedik ve Osmanlı devleti arasında uzun yıllar sürecek bir barış süreci başlamıştır. Bu süreçte ilişkiler en temelde ticari alanda devam etmiş, dönem dönem Venedik’e verilen ahitnameler yenilenmiş ve barış hali muhafaza edilmeye çalışılmıştır. Tüccarların karşılıklı gidiş gelişleri bu ilişkinin devamında en önemli unsur olmuştur”(sf.89).

Mevcut ahitnamelerde korsanlığı engelleyici maddeler görülmekte ticareti canlandırmak için önlemler görülürken bu arada ahitname içine girmeyen gemilere ve Venedik’e ait gemiler yerine başka gemilere, sorunlar veya korsanlıklar ortaya çıkarılırsa buna karşı çıkılmayacağı ahitnamelerde belirtilmektedir ve bir bakıma Osmanlı, korsanlığı görmezlikten de gelmektedir.Yine kale dizdarlarına korsan gemilerini limanlarına almamaları da öğütlenmektedir (sf.90).

Osmanlı 1700’lü yıllardan sonra Kıbrıs’a aslında ihale usülü ile Vali göndermekte ve bu valiler belli bir limitte topladıkları vergileri Osmanlıya verirken geriye kalanı da kendilerine ayırmaktaydılar. Tabi vergilerle kırılan zavallı Kıbrıslılar işte bu yüzden birkaç defa bu valilere karşı isyan da çıkarmışlardır. Fransız Konsolosu Monşer Astier’in anıları buna örnektir sanırım:

Halk geleneklerinden bir şeyleri öğrendim ve aynı zamanda Ada’da yaklaşık seksen yıl önce olmuş ve yedi sene sürmüş olan bir ayaklanma ile ilgili, her ikisi de göz şahidi olmuş 97 yaşındaki yaşlı bir Türk’ün ağzından ve hemen aynı yaştaki bir Rumdan mükemmel bilgiler elde ettim. O dönemlerde Kıbrıs, Rodos ve Eğriboz adaları gibi Kaptan Paşa’nın idaresi altındaydı. Bab-ı ali’ye gönderilmek üzere yıllık toplanan haraç, haraççı tarafından toplanmaktaydı. Maişet, Kaptan Paşa adına toplanmaktaydı. Ve nuzül’de Paşa tarafından gönderilen yöneticinin geçinmesi için ayrılmıştı. Her biri elli para değerinde olan 12,000 adet Seville (İspanyol Doları)’na sabitlenmişti.

Ağalıkları satın almış olan Lefkoşa ağaları arasında rekabet başladı ve kavga ettiler. Sonra silahları alıp birbirlerine saldırdılar. En sonunda Mehmet Boyacıoğlu tümüne hükmedip kendini lider ilan etti ve yedi yıl boyunca başkaldırısı devam etti. Her yıl Bab-ı ali tarafından gönderilen ve bu parayı almak için bu zamana dek yalvarmak mecburiyetinde kalan ve kendi maksatları için alıkoymakta olan haraççılara, belirlenen haracı ödedi. Tüm kadılıklara kendine bağlı kişileri yönetici olarak atadı(Atun,21 Ocak 2007,228-229).Vergi toplamalar o kadar fazla haksızlığa sebep olmuştu ki Kıbrslıtürkler kendi aralarında örgütlenerek bir isyan planlamaya başladılar (sf.250).

Bunun yanında Kıbrıslırumlardan vergi toplayan papazlardan da Kıbrıslırumlar oldukça şikayetçiydiler. Bakın aşağıdaki belge de bize bunu isbat etmektedir:

“Başpiskoposluğun gelirleri, ‘communibus annis’, yaklaşık 10,000 piastreyi bulmaktadır ve kasabalar ile köylerden buğday, arpa, pamuk ve topraktan çıkan diğer mahsüller olarak toplanmaktadır. Aşar vergisi gibi olmasa da, belli bölgeler için belli oranlar tespit edilmiştir. Diğer piskoposlar da kendi gelirlerini kendi bölgelerinden sağlamaktadırlar. Baf bölgesininki 1500 ile 2000 piastre değerindedir ve 250 tutmaktadır. Larnaka veya Kiti, 3000 ile 4000 arasındadır ve 5000’e eşittir. Girne’ninki de Baf’ınkine eşittir. Ekilmemiş tarlalar için herhangi bir vergi ödenmediğinden, bu yöntemden dolayı gelir değerleri düzensiz bir şeklilde değişmektedir. Bu, her zaman gerçekleşen bir olaydır ve yöneticinin çapulculuğuna veya baştaki adamın zorbalığına bağlıdır. Talihsiz bir köylünün elindeki herşeyi alınırsa toprağını nasıl işleyecektir? Bu vahşi insanlar, sık sık, bu adamın alın teri ile yıllar boyu ektiğini bir defada biçmekte, malına el koymaktadırlar.

Bu ücretler, yaşamın çok ucuz olduğu ve birçok oruç döneminin görüldüğü bu ülkede çok yüksektir. Buna ilaveten piskoposların para toplamak için başka yolları da mevcuttur. Aldıkları ücretten en küçük bir indirim dahi yapmadan, tüccar gibi bir yerden diğerine seyehat ederler ve başpiskopos, sık sık, dini amaçlar için kullanacağı veya olağan dışı avaniye ödemek bahanesiyle veya Türklerin özel vergileri varmış gibi kandırmacalar ile, genel bağışlar toplar”(sf.54).

Ders kitaplarında bu detaylı konulara girilmemiş ve öğrencilere 400 yıl Osmanlı’nın bu toprakları sorunsuz yönettiği yansıtılmıştır ki detaylara inildiğinde Osmanlı’nın bu topraklarda veya başka topraklarda kurduğu sistemin baskıyla, halklardan ağır vergi toplamaya dayandığı, halkların karar verme haklarının olmadığı, insanların oradaki toprakla birlikte haraç mezat satıldığı gerçeği yüzümüze sırıtmaktadır.  İnsanların elinde vergi verecek para veya gelirleri var mı, bırakınınız vergi vermeyi insanların kuraklıktan dolayı verim alamadıkları, ürün toplayamadıkları gerçeği varken, Osmanlı Sarayı’nda yapılan andlaşmalarla haraççılara toprakla birlikte insanlar da satılmakta ve daha sonra da bu Vali diye gelen haraççılar halklara acı vermekte balyozla ürünlerine el koymaktaydı. Osmanlı’daki başkaldırı olaylarını ve daha sonra yükselen ulusculukları bir de bu yönde incelemek ve madalyonun öte tarafını da görmek gerekir.

Tarih kitaplarının tekrar yazılması ve tarihin tekrar yorumlanması gerektiği bu bilgilerle de ortaya çıkmaktadır.

 

KAYNAKÇA

Oral,Ö.(Temmuz 2004). 1670’Te Venedik’e verilen Korsanlık ahitnamesi,127,Toplumsal Tarh,İstanbul.

Atun,A.(21 Ocak 2017).(3) Milat Öncesinden Günümüze Kıbrıs Tarihi Üzerine Belgeler,Samtay Vakfı Yayınları, Mağusa.