TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, daha yedi ay öncesinde, Türkiye’deki ABD Elçisine, bir “siyasi kahraman” edasıyla adeta “siyasi ahlak” dersi veriyordu:
“Kusura bakmayın hiçbiriniz Türkiye’nin patronu değilsiniz. Bugün, Türkiye ikinci sınıf bir ülke değildir. Türkiye ile ilişkilerinizi adam gibi yürütmek istiyorsanız, Türkiye’yi eşit bir ortak olarak görmek zorundasınız.
…Ayrıca, sizin büyükelçileriniz Türkiye’de bir vali değil, büyükelçiliğini adam gibi yapacak. Viyana Sözleşmesi çerçevesinde görevini yapacak. Türkiye’nin valisi gibi davrananların hiçbirisine müsaade etmeyiz. Bunlara da izin vermeyiz. Herkes haddinin, hukukunun ve görevinin çerçevesini çok iyi bilsin.” (1)
Öte yandan herkes de biliyor ki Kıbrıs Sorununda son söz; (RTE’nin olurunu almak kaydıyla-hp), TC Dışişlerine aittir. Türkiye’nin Kıbrıs Sorunu, yarım yüz yıldır iktidarı-muhalefetiyle hep bir ağızdan (son yıllarda HDP hariç-hp) bir milli politika olarak benimsenmiştir.
Neden yazdım bunları?
Nedeni New York yolcuları Akıncı ve Ansatasiades, Okyanusun öte yanında görüşürlerken, üzerinde uzlaşacakları her ortak çözümün onayı için, kulaklarının ve gözlerinin TC Dışişleri’nde olacağı unutulmasın, önceden bilinsin diye.
Bu nedenle Kıbrıs görüşmelerini çöküşten kurtarması için zorlanan New York zirvesinde, “RTE’nin Dışişlerindeki eli-kolu” Çavuşoğlu’nun söylemleri, en az iki liderin açıklamaları kadar önemli olacaktır.
……………………………………………………….
Yukarıda Çavuşoğlunun daha yedi ay önceki ABD’ye yönelik siyasi açıklamasını, dönüp bir daha okuyalım ve önce şu soruyu soralım:
Türkiye, ABD’nin yıllardır kendisine uygulamaktan Elçisine şikayetçi olduğu bu baskının beş beterini KKTC’de yıllardır uygulamıyor mu?
Şüphesi olanlar için yakın siyasi tarihimizdeki olaylara şöyle bir göz atalım dilerseniz.
Örneğin 1981 yılındaki KTFD milletvekili seçimleri sonrasında UBP’siz hükümetin (TKP-CTP-DHP) kurulmasına açıkça müdahale eden TC Büyükelçisi İnal Batu’yu hatırlayalım. Konuk ve Kotak’ın kulakları çekilmiş, onlar da seçim öncesi verdikleri sözleri çiğneyerek, TKP ve CTP’ne sırt dönüp UBP ile koalisyon hükümeti kurmuşlardı. Sonuçta bir “Sömürge Valisi” gibi davranan TC Lefkoşa Büyükelçisinin dediği olmuştu.
1983 Kasımında ise, dönemin muhalif vekilleri, gerek TC Dışişleri ve gerekse TC Lefkoşa Büyükelçisi aracılığıyla ve nihayet bizzat Denktaş tarafından çağrıldıkları sarayda, yüzlerine karşı, “KKTC’nin ilanı için olumsuz oy kullanacakların siyasi yaşamları da sona erer” mealindeki siyasi tehditleri de henüz hatıralardaki tazeliğini korumaktadır.
Bu ve daha pek çok olay da Çavuşoğlu’nun ABD’ne serzenişte bulunduğu “adam gibi büyükelçilik yapmak” kriterine ülkesi için de uygun değildi elbette.
……………………………………………………
Kapitalist dünyada ulus-devletler, milliyetler, halklar ve cemaatler arasındaki siyasi eşitlik-adalet-hak-hukuk, ne yazık ki güçlünün güçsüze zorla dayattığı, güçsüzün de diplomatik bir eziklikle bunu sineye çektiği koca bir yalandan ibaret midir?
Böylece güçsüz olanların kendilerinden misliyle güçlü olanlar karşısında ezikliklerini kabul edip sineye çekerek benimsemiş siyasilerin, bu güçsüzlüklerini ve acizliklerini, kendilerini o makama getiren seçmeninden, çoğu zaman yukarıdaki gibi “siyasi kahramanlık” nutuklarına başvurarak saklamaya çalıştıkları başka yalanların da tetikleyicisi midir?
Yarım ada coğrafyamızda, yazarın ve gazetecinin bütün bunları yazıp anlatması, parti, dernek ya da sivil toplum örgütünün de radikal davranıp siyasi ahlakın ve insanca bir düzen için eşitlik, özgürlük ve adaletin böyle bir şey olamayacağını seslendirmesi, onlara marjinallikten başka bir ün sağlamıyor ve onlar da buna katlanmak zorunda kalıyorlarsa eğer…
Diyebiliriz ki; Annan Planı referandumda başarısızlığa uğrayalı beri, Kıbrıs Sorununda çözüm ve barış talep edenlerin hızla marjinalleştiği günlere de geri dönmüş bulunuyoruz. Elbette bunun suçlusu Akıncı değildir. Dahası Talat seçildikten ve CTP de sokağın rüzgarıyla hükümet olduktan sonra sokak hızla sessizleşti. Ama liderliğe büyük umutlarla seçilen Akıncı da sokağı pek hareketlendiremedi.
Bu nedenle New York zirvesi biraz da İnönü Meydanı’nı sallayan sokaktaki gücün, şimdilik marjinalleştiği ahval ve şerait altında gerçekleşecek.
…………………………………………………………………………..
Bu adada Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, 1974 yılından sonra, bir tek Denktaş’a (Annan Planı referandum oylaması öncesindeki süreç hariç-hp) siyasi baskı ve tehdit mesajı ver(e)memiştir. Çünkü Denktaş, Menderes-Zorlu döneminden itibaren ölümüne dek, Türkiye derin devletinin ilk yurt dışı askeri operasyonunu gerçekleştirdiği Kıbrıs’ta, en sadık ve en güvenilir kişisi olagelmiştir.
Zaten Denktaş da hem yürütme erkinde yer alamayarak (ama her zaman UBP’ni karıştırarak), müzakerelerde de “Türkiye’nin çıkarlarını Kıbrıslıtürklerin çıkarlarının üzerinde tutarak” olası baskı ve tehditleri savuşturmasını bilmiştir.
Bu arada Türkiye’nin Kıbrıs işlerinden Sorumlu Devlet bakanından müsteşarına, pek çok TC büyükelçisine, siyasetten ekonomiye, ticaretten vatandaşlığa, bu adanın Kuzey yarısında her şeye müdahale ederek, siyasi tehdit mesajlarıyla (başta para musluğunu kısma-geciktirme-kapatma-hp) “siyasi ayar” çekme uğraşları hiçbir zaman bitmemiştir.
Bu nedenle Kıbrıs konusunda Akıncı’nın da Ansatasiades ile siyasi siyasi müzakerelerinde Ankara’dan ikaz gelmeyecek şekilde demeçlerine sürekli ayar çekmek zorunda kaldığını ve Ansatasiades’ten çok daha zor bir müzakere süreci yaşamakta olduğunu söylemek mümkün.
RTE liderliğindeki AKP Dışişlerinin ise, öncellerinin milliyetçilik ayarı çekip hizaya getirdiği gönüllü Kıbrıslıtürk siyasal parti, vekil, bakan ve hükümetlerini ve hele de siyasi rezillikleriyle dile düşmüş UBP ile DP’ni zaptu rapt altına alması, çok da zor değildir sanırım.
………………………………………………………
“Kıbrıs’ın ABD’si Türkiye mi?”
KKTC kağıt üzerinde de tanınmayan bir devlet de olsa, son tahlilde, “ayrı” bir siyasal ve ekonomik oluşumla malul bir cemaat.
ABD Elçisine; “sen Türkiye’nin valisi misin?” diye çıkışan TC Dışişleri Bakanına, yıllardır “KKTC’nin tüm gölge bakanlıkları gibi hareket eden TC Büyükelçisinin, KKTC’nin Valisi değilse neyidir?” diye bir soru sormaktan kaçınmanın “siyasi kahramanlıktan öte sorumlu bir korkaklık”, sorabilmenin ise “marjinallik ile malul sorumsuz bir kahramanlık” gibi bir durumuyla mı karşı karşıyayız?
Öyleyse zaman zaman kendi partisinin (AKP) görüşlerini ve ülkesinin (RTE’li Türkiye) çıkarlarıyla ters düşmeyecek şekilde Türkiye’nin KKTC’ni yönetmesi de giderek daha da kanıksanıp doğallaşmaya adaydır.
Arkası ise bir ay kadar önce jöleli danışmanın siyasi mesajıyla dillendirilmiş Türkiye’nin adanın kuzeyindeki siyasi niyetine yaklaşmaktır. Yani Hatay usulü ilhak.
Ancak madem ki hala siyasi marjinallerimiz varçözüm ve barış için” içinde insanlık değerlerinin zoru, kaba gücü, haksızlığı yerle bir edeceği “başka bir Kıbrıs, Türkiye ve dünya” için ümitlenmeye de devam edebiliriz.
…………………………………………………..
(1)Bknz. 13 Eylül 2016 tarihli konuşmasından.