TÜRKİYEYİ SEVMEK
Türkiye’de iki insan ölüm orucunda. Basit bir adalet talepleri var. O da haksız yere atıldıkları işlerine geri dönmek. “Semih ile Nuriye işimizi istiyoruz, bize işimizi geri verin” diyorlar. Lider olacak kişi, “bu insanların ölmesine müsaade etmeyelim, gidip birisi şu iki insanın derdini dinlesin, göz göre-göre bu insanlar ölmesin” demiyor. “Gel kardeşim işine dön” demeyecek kadar gaddarlaşmış bir liderin, iki dudağı arasına sıkışmışlar…
Onlarca, yüzlerce ve hepsi de hapiste olan pek çok insan, Semih ve Nuriye’ye destek olmak, Türkiye’de bir farkındalık yaratmak için açlık grevine katılıyorlar.
Türkiye’de haklarını elde etmek için ve onlara destek olmak için yaşamlarını tehlikeye atacak ne kadar çok cesur ve fedakar insan var?
İşte bugünlerdeki Türkiye sevgim, bu insanların varlığı ve mücadelesi yüzündendir…
KIBRISLITÜRKÜN ADALET VE DEMOKRASİ AŞKI
Adalet ve demokrasi biz Kıbrıslıtürklere de bir gün lazım olur! Bir zaman gelir, dava okunmadan hapsedilen gazetecilerin, düşüncesinden dolayı işinden atılan öğretim görevlilerinin, Ankara’dan İstanbul’a yaya olarak “Adalet” için yollara düşenlerin ve tek kelime açıklama yapmak zahmetine ya da cesaretine sahip olmadığın Türkiye’nin siyasi muhaliflerinin desteğine ihtiyaç duyarsın.
Cumhurbaşkanından Başbakanına, bakanından pek çok vekiline, meclisteki siyasal partilerine kadar, 15 Temmuz askeri darbesinden sonra, Türkiye’de derinleşen diktatörlüğün önünde eğildiğin yetmezmiş gibi, ona övgüler düzmenin, yağdanlık olmanın, hasılı bu günlerin utancıyla kala kalır(mı)sın orta yerde(?)!. O zaman da bildik dörtlüğünü yutar mı haşmetmeap?
“Biz et ile tırnak gibiyiz
Biz ki Ferhatla Şiriniz…
Akmaya devam edecekse eğer paran,
Şükran sana ey yüce anavatan…”
Biz seçmenlerin ve bizi temsil etsin diye seçtiklerimizin pek çoğumuzdaki adalet, demokrasi ve özgürlük aşkı da böyle bir şey mi acaba?…
SİYASİ MESAJLARDA ÇAĞIN GERİSİNDE KALMAK
RTE ve tabiatıyla AKP Kıbrıs konusunda ne derse o! Gerçi CHP ile MHP de farklı değil ki?
Değil mi ki Kıbrıs, Türkiye’nin milli davası…
Çavuşoğlu Anastasiades’e nasıl cevap verirse, bir fazlası da bizim hükümet cephesinde patlatılıyor!.
Başbakan Hüseyin Özgürgün, “Anavatan Türkiye ile birlikte devam” diye Kıbrıslıtürkler adına kararını daha müzakereler öncesinde vermişti. Bu ne ileri görüşlülük!..
Geçtiğimiz hafta hızını alamamış vitesi beş yüzyıl öncesine takmış:
“Kıbrıs Türk halkının bu topraklardaki mücadelesinin “1571 yılında başlayıp devam ettiğini…” bile söylemiş.
Beş asır öncesinin işgaliyle, 1974’ün askeri müdahalesini, Türkiye ve Kıbrıslıtürkler adına dünyada haklı bir siyasi zemine taşıdığını sanan, ve fakat Türkiye’nin Osmanlıcılarını ve ırkçılarını heyecanlandıracak kadar bir diplomasi yeteneğine sahip bir başbakanımız var.
Biz seçtik!. Ne mutlu bize!
AKINCI
Geçtiğimiz hafta içerisinde, Sn. Akıncı’nın, geçtiğimiz yıl Türkiye’de gerçekleşen “15 Temmuz Askeri Darbesi” münasebetiyle yayınladığı özel mesajı ise şu söylemleriyle düşmüş haber sitelerine.
“15 Temmuz darbe girişimi, Türk halkının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çağrısı üzerine sokağa inip ölüme meydan okuyan cesareti sayesinde önlendi. Sivil halkın ellerinde bayraklarla tanklara karşı direnmesi tarihe geçen büyük bir olaydır.”
“Demokratik hukuk devleti halkımıza ve Türkiye’ye yakışan yegane düzendir.”
“Demokrasiden, sivil yönetimden yana tavır koyduk. Sadece şahsım adına değil Kıbrıs Türk halkı adına, demokrasi yanlısı ve darbe karşıtı tavrımızı ortaya koyduk.”
15 Temmuz askeri darbesinin arkasından Türkiye’de demokratik bir düzen mi kurulmuş?
Yoksa demokrasi adına önlendiği propaganda edilen askeri darbe sonrasında on binlerce insan, adalet terazisi olmadan sorgusuz sualsiz işinden mi edilmiş?
Siyasal muhalefet özgür mü kılınmış? Yoksa muhalif parti başkanları, milletvekilleri, gazeteciler, pek çoğuna davaları bile okunmadan hapse mi tıkılmışlar?
Adalet kurumları bağımsız mı olmuş? Yoksa siyasi iktidarın kontrolüne geçerek güvenirliğini daha mı yitirmiş?
Demokrasi ve Özgürlükler mi genişletilmiş? Yoksa tam tersine “tek parti diktatörlüğüne” mi gidilmiş?
Kürt Sorunu çözüldü barış mı sağlandı, yoksa şiddet, terör ve kan akmaya, askerler, vatandaşlar nihayet insanlar ölmeye devam mı etti?
“…demokrasiden yana saf tutmak ve darbe girişimi kimden gelirse gelsin ona karşı durmak” demiş sayın Akıncı…
İyi de zor muydu Türkiye’de işinden atılanlar ve sorgusuz sualsiz hapse gönderilen aydın, demokrat, gazeteci, milletvekili, parti bakanı için de bir hassasiyet göstermek?
Bir mesaj da demokrasi ve özgürlük uğruna hapsedilenler için yayınlamak zor muydu?
KIBRIS SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNDE AKTÖR OLMAK
Akıncı ne demişti İnönü Meydanı’nda toplanan mahşeri kalabalığa?
“Çözüm, Ankara’da Çankaya tepelerinde değil, Lefkoşa’da İnönü Meydanı’nda…”
Kıbrıs Sorunu, Kıbrıslıların Lefkoşa’da kendilerinin karar verecekleri bir siyasi mecraya mı taşındı? Yoksa “Türkiye’nin Milli Davası” olarak çıkarları ve siyasi stratejilerine eklemlenmeye devam mı etti?
Ancak dünyada Türkiye’de ve Kıbrıs’taki medyaya yansıyan haberlerde; “sıfır asker-sıfır garanti” konusunda öne çıkıp konuşan, karar veren Lefkoşa değil Ankara, Akıncı değil Çavuşoğlu gözüktü.
KIBRISTA “SOL”UN ÇÖZÜM VE BARIŞ DENEMELERİ…
Denktaş’ı, adadaki çözümsüzlüğün en büyük nedenlerinden birisi olarak göstererek lider seçilen Talat; bir zamanlar “askerden ve üslerden aranmış bağımsız Kıbrıs” diye siyasi düşüncede ortaklaştığı Hristofyas ve ekibiyle karşılıklı suçlama oyununa girdiğinde; “nefes almamıza bile tahammülleri yok” deyince, yalnızca Denktaş ile değil, anavatanın milli davası ile de örtüştü. Bir sonraki seçimde Eroğlu ikisinin kaldığı yerden devam etti görüşmelere…
Şimdilerde Eroğlu gibi o da KKTC ile yola devam edilmesini söylüyor…
Akıncı, “Kıbrıs sorununu çözmek” vaadiyle aday oldu ve kazandı. Başlarda her şey güzel gidiyordu. İki cemaatten sıradan insanlarının yaptıklarını taklit eden iki lider, birlikte kahve ve zivaniya içtiler, bol-bol yemek yediler, sıcak sohbetlere giriştiler, tiyatro seyrettiler, karşı dilde barış mesajları verdiler…
Kendilerinden önceki liderlerin yaptıklarından farklı şeyler yaptılar; ama yeni görüşler, yeni siyasi düşünceler ortaya koy(a)madılar. Sonunda önceki liderlerden başka bir yol takip ederek aynı noktaya, çözüme ve barışa değil, çözümsüzlüğe ve suçu birbirlerinin üzerine yıkmaya vardılar.
Kıbrıslıtürkler arasında çözümsüzlükten dolayı sağ’ı suçlayan “sol”, farklı bir yoldan aynı ikinci kez sağın vardığı noktaya, çözümsüzlüğe vardı.
Neden?
Birçok nedeni var elbette. Ancak nedenlerden bir tanesi için şöyle yazıp bırakayım…
Gazeteci Ali Baturay; Kıbrıs TV’de canlı yayında, Akıncı’ya, “eğer müzakerelerde Türkiye ile ters düştüğünüz, sıkıntıya girdiğiniz noktalar olursa bunu Kıbrıslıtürklerle paylaşacak mısınız?” mealinde bir soru sormuş ve Akıncı’dan “bundan şüpheniz mi var?” diye kesin bir cevap almıştı.
Bugün Ali Baturay bu sorusunu ve aldığı cevabı bir daha hatırlarsa ne düşünür bilmem?
Ama benim gibi pek çok çözüm ve barış yanlısının açıkça “bundan şüphesi olduğu” kesin…
SON SÖZ
Dokuz yüzyıl önce yaşamış Mevlana’nın gönül yoldaşı Şems-i Tebrizi, tarihe geçen şu sözleriyle cesaretlendirmiş çevresindekileri:
“Bir şey yap, güzel olsun. Çok mu zor? O vakit güzel bir şey söyle. Dilin mi dönmüyor? Güzel bir şey gör veya güzel bir şey yaz. Beceremez misin? Öyleyse güzel bir şeye başla. Ama hep güzel şeyler olsun. Çünkü her insan ölecek yaşta…”
“Doğrunun ne olduğunu görüyor; fakat onu yapmakta başarısız oluyorsanız, eksikliğiniz cesarettir!” demiş Konfüçyüs…
Eğer vardığınız başarısızlığa rağmen, hala doğruları yapıyor olduğunuzda ısrarcıysanız eğer; o zaman da “güzel şeyleri ne görür, ne söyler ve ne de becerirsiniz…”
Bu eleştiriler yalnızca Kıbrıs’ta çözüm ve barıştan yana olduğunu ilan eden ancak dün müzakereler biter bitmez, komşusunun en acılı günü bir zafer coşkusu ile kutlayan Akıncı için değil yalnızca… Elbette aynı şekilde çözüm ve barış havariliğini “siyasi rakibine” kaptırmamanın yanı sıra, iç politikada “Elen Milliyetçi” taleplerden oy kaybetmek istemeyen Anastasiades içindir de…
Güzel şeyleri, çözümü, barışı yeniden ve yeniden konuşmaya başlamak çok mu zor?
Biraz cesaretli olsaydınız ya!..