Eide BM Güvenlik Konseyine sunulacak raporunda tarafların yeniden federal olarak birleşmeyi amaçladıklarından kuşku duyduğunu ima eden ifade kullandı.
YKP olarak bu noktada ayni görüşte bulunuyoruz. Tarafların yeniden birleşme değil eski hesaplarını görmek için çaba harcadıklarını izledik. Yani suçlama oyununu sürdürdüler. Sonunda karşı tarafı suçlatarak ne kazanacaklarını düşünüyorlarsa idi ona ulaşamadılar ama her iki tarafın suçlanması yalnız bir tarafın suçlanmaması onlara yetti. Birbirleriyle atışarak hala diğer tarafı suçluyorlar ama toplumlarını da etkilemek istiyorlar. Tolum içinde tartışma çıkarıyorlar. Tartışmalarda çözüme desteği artırma amacı olsa görülebilecek ama görülmüyor. Başpiskoposa verilen yanıtlar öyle bir amaç izi taşımıyor.
Onun için Eide’nin haklı olduğunu kabul etmeliyiz. Bu tarafların hiç ilerleme kaydetmediklerini göstermez. Sade yeterli ilerleme olmadığını ve görüşmeler paket şeklinde yapıldığı için gerçeğe dönüşmediklerini gösterir. İlerlemeleri kayda geçirmek isteyen BM’e izin ve yetki vermemeleri de ikisinin de ilerlemeleri imaj yapmak için yaptıklarını kanıtlar.
En can alıcı konuların iki tarafın açıklamalarında belirtildiği gibi garantiler, güvenlik ve anlaşmaya bağlılığın sağlanması ve izlenmesi olduğu düşünülürse ne yaptıkları bellidir. Adım atılmasına izin vermedikleri gibi görüşülecek konular diye sınıflama da yapılmamıştır. Yani konuyu irdeleyip ortaya koymaktan uzak kalmışlardır.
Bilindiği sorun 1960’dan sonra anayasaya aykırı olarak belediyelerin kurulması ve vergi yasası gibi konularda hükümet uzlaşma aramış ama uzlaşma olmayınca bildiğini yapmaya başlamıştı. Bu arada silahlanma gizli tutularak yürütülüyordu. Buna rağmen garantörler önleme gayreti içinde olmamış, anayasal yargı reddedilmiş ve garantörler işe yaramamıştı. Bunların tekrarlanmaması ve hukuk dışı davranışların takibini ve soruşturmasını yapacak düzen kurulmamış ve harekete geçmemişti. Tipik bir geri kalmış devlet durumu ortaya çıkmıştı. Poliste komutan Rum yardımcısı Türk idi ama çiğnenen anayasa ve yasaların nasıl korunacağı düşünülüp sistem incelenmemiş ve düzenlenmemişti. Ne yazık ki insanlar da hukuku değil gayrı meşru bir toplum liderliği anlayışını uygulamıştı. Meşru devletin dışında emir alınan fiili liderlik oluşmuştu.
Anayasal düzeni korumayı garanti edenlerden yalnız İngiltere uyarıcı girişimler yapmışsa da etkili olamayacağını kısa sürede görmüş ve olaylara uyarı yapmakla namusunu kurtarmış olmakla yetinmiştir.
Bu gerçekler karşısında yeni kurulacak anayasal bir düzenin görüşülmesi sırasında bunların nasıl ele alındığı açıkça görülmeli idi.
Onun için Eide eleştirilmesinde haklı idi. Siyasi liderlikler ihlallere başladığında önce insanlar yükümlülüklerini anımsayıp yetkilerini kullanmalı hukuku savunmalıdırlar. İlk savunma anayasa mahkemesinden geldi. Başkanı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Yetkilerini anayasaya aykırı olarak kullanan başkanın engellenmesi mecliste çare olmadı çünkü milletvekilleri Türk veya Rum gibi davranmaya zorlandılar. Silahlı adamlar meclise kadar gidip onları tehdit ettiler. Yasadışı örgütler egemen olmuşlardı. Polis de bölünmüştü. Çarelerini düşünüp öneri yapın diyen Eide ve BM genel sekreteri Guterres yanıt almadı.
Anlaşılan liderler suçlama oyunu ile meşguldüler, federal bir yapı öngörmüyorlardı.
Halkımız ortada konuşulanları değil yaşananlara bakarak çözülmesi gerekenleri mi siyasal çıkar sağlayacak şeyleri mi konuştuklarını düşünmelidir. O zaman çözümün değil siyasi bir kavganın yürütüldüğünü görür. O zaman BM’nin uyarıcılığının haklılığını görürüz. Türk tarafının Eide ile çatışmasının gizli tutulmasının nedenini de düşünüp ülkesi ve dünya barışına katkı için çalışacak siyaseti talep etmelidir.