Müktesebatına dahil edilecekmiş. Ne dahil edilecek: garantiler. Bunu BM genel sekreteri tarafların garantileri görüşüp değiştirebileceklerini açıklamaları üzerine yazıyor. Gazetelere göre şöyle diyor: “5- “Garantiler”in yeniden gözden geçirilmesi 3 dönüşümlü başkanlık ya da seçim dönemi ya da 15 yılın sonunda olacaktır.
“Güncellenecek Güvenlik ve Garanti anlaşmaları bir protokol ile birlikte kurulacak olan yeni devletin müktesebatına dahil edilecektir.”
Önce soralım? Eskisi müktesebatına dahil edilmedi miydi? Hiç o müktesebatı görev olmuş mu? Bildiğime göre yalnız İngiltere 1962’de kendi müktesebatına dahil etmiş ve garantilerin kendisine askeri müdahale yetkisi vermediği sonucuna vararak öyle yazmış ve çekmeceye koymuş. Onun için zamanında TC başbakanı Ecevit gel beraber müdahale edelim dediğinde kusura bakmayın öyle bir yetkim yok, ancak BM Güvenlik Konseyi tamamdır derse düşünebiliriz demiş veya sade yetkim yok demiş.
Devlet yönetmek sağlam bir yönetişim gerektirir. Uzmanlara göre bizimkisi yasa bile geçirip de bazılarına yapmaları gerekeni emrettiklerinde yasayı emrettiklerine göndermeyi bile yapmazlarmış. Onun için değil mi yasa olduğunu unutup ayni konuda başka yasa tasarısı gönderirler ve yürürlükten kaldırdıkları yasaları uygulamaya devam ederler!
Öyleyse Ada’nın kaderini temelden etkileyen bir garanti antlaşmasını bunlara emanet etmeden ülkelerini nasıl yönetmelerini öğretmek AB’nin baş derdi olmalı. İngiliz uzmanlar gelip yönetme sorunlarını incelediler ve değerlendirme sonucunu rapor ettiler. Sonun da işiniz hikâye deyip ne yapmanız gerektiği hakkında size yol göstermemiz için davet ederseniz geri geliriz deyip gittiler. Hükümet ise kamu reformu için altı ayda tamamlayacağız iddiası yapıldı ve her altı ay sonu tekrarladı ama sonunda iddiayı da unuttu.
Garantiler acaba ciddi olarak ele alındı mı diye haberleri baştan incelersek kısa geçmişimizde karşılaştığımız sorunlar hep anımsatıldığı için biliyoruz. Evvel zaman içinde düğün kavgası, tarla kavgası ve memurların kayırması dert idi. Sonra EOKA çıktı. İngiltere gitsin diye silahlı direniş çağrıları geldi. Arkasından TMT çıktı. Öyleyse arazide anayasal nizamı koruma sorunu yeraltından gelen tehdidi önleme sorunu idi. Türk Rum silahlı örgütleri savaşa girmişler ve amaçları doğrultusunda infazlara başlamışlardı. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulunca garantörlük sorumluluğu üç devlete verilmişti ama bunun gibi olaylardan bahis yoktu. Tek ilgi dolaylı idi diyebiliriz çünkü garantörlerin müdahalesi en azından yeraltındaki örgütlerin dağıtılacağına güçlendirilmekte olmasına karşı önlemler talep edilirdi.
Siz garantörlerden yeraltında örgütler var dağıtın yoksa siyasi müdahaleden silaha başvurmaya kadar girişim yaparız anlamında uyarılar olduğunu duydunuz mu? Anılarını yazanlar olsaydı bildirirlerdi.
Gene de esas sorun garantör devletlerin gizli örgütleri koruması ve finanse etmesi idi. Nasıl olacak da bu garantörleri garantör sayacağız? Şaka mı bu? Meğer ki bugünkünden daha farklı çıkarları karşılanmış olsun da cumhuriyet sonrası gizli örgütleri koruma amacı gütmesinler.
Ne dersiniz öyle bir durum var mı?
BM genel sekreteri Guterres bir özet yaptı ve durumu önlerine koydu. Tepkilerin ibretliği gözden kaçmaz. Sanki Guterres öneri sundu ve evet diyenle demeyeni tartacak. Öyle bir şey yok. O sade durumu özetledi ve ikisinin görüşmelerde karşılaması gereken sıkıntıları belirtti.
Ancak esas olarak yine sorunların kaynağında olan yeraltını silahlandırma faaliyetini garantörlerin sürdürmemesini sağlayacak sistemin esaslarını istediğini anlamamış gibi yaptılar.
Garantörlere ihtiyaç iplerin koptuğu zaman ortaya çıkacakmış gibi Kıbrıs Kuruluş anlaşmaları yapılmıştı. Bir tek İngiliz garantör bunu ele alıp müktesebatına dahil etmişti. Diğerleri anayasa gelir vergisi yasasıyla ihlal edildiği zaman hemen askeri müdahale yapılamayacağını ve askeri müdahale gibi çok ağır bir girişimin yapılabilmesi için siyasi boyutunun yanında olanakların da hazırlanması gerektiğini anlamış olsalardı da anayasal düzenin korunması için ne gibi müktesebatın hazırlanması gerektiğini düşünmediler. Sanki başka düşüncelerde idiler ve fırsat yaratmaya çalışıyorlardı. Ağır bir suçlama ama araziye bakarsak şunu görürüz. Silahlar konuştuğunda Türk memurlar ve milletvekilleri görevlerini terk ettiler. Zamanın TC büyük elçisi sık sık hata yapmayın Türkiye bu cumhuriyetin denenmesi gerektiğini onun için sorun çıkarılmasın dediği gibi memurların ve milletvekillerinin görevi bırakmamalarını istediği de görürüz.
Ancak teşkilat bunu reddetti ve uygulatmadı. Bazı yargıçları da tehditle istifa ettirdi.
Yunanistan da Kıbrıs’ta anayasa ihlalleri olurken ağzını açıp da ben garantörüm demedi ve ihlallerden vaz geçilmesini savunmadı. Halbuki garantörler tüm Kıbrıs’ın anayasal nizamının garantörü idiler.
Zaten Yunanistan’ın da ne mal olduğu daha sonra açıkça görüldü. Türk Kıbrıslılar Ada’nın %3’üne hapsedilip öldürülmeye başlandığında bile tek bir uyarı ile asayiş ve güvenin sağlanmasının garantörü olduğunu anımsatmadı. Gizlice yolladığı silah ve askerle yuvalanmaya çalıştı.
Şimdi bunlardan güvenlik bekleyeceğiz ama Guterres’in dediği gibi müktesebata dahil edecek bir şey aklımıza gelmiyor.
Ne yazık ki hukuk devletinin ne olduğunu hiç anlayamadık. İngiliz devri gitti müktesebata dahil etmenin ne olduğunu bile unuttuk. Yasal yetkisi olan görevliler müktesebattan aldığı güçle ve yüklendikleri sorumlulukla kimseden emir almadan devletin başındakine kadar herkesi bir kenara koyup bildiğini yapar. Yasadışı emir verenin üstünde hukuk vardır. Yasalarla müktesebat oluşur ve kimin devlet başkanına bile uzanabileceğini görürüz. Geri ülkelerde ise görülmez.
Tekrar anımsatayım: Clinton başkan iken sekreteri Monika’ya sarktıydı. Bir savcı buna inandı ve ABD devlet başkanını dava ederek mahkemeye çıkarttı. O da suçunu kabul etti.
Hukuk devleti işte öyle bir şeydir. Bizde en kuvvetli başbakan mı, öyle birisi neler yapar da bir kişi çıkıp soruşturma açmaz. Bakan adam rüşvet verdim der kılını kıpırdatan olmaz. Müktesebatta böyle şeyler yer almaz. Polisi atan ama görevlerini bir bir değerlendirip kimin ne için tek başına veya bir üstü ile ve saire görevli olduğunu ortaya koyman sonra bir yasada bulduğunla yetkim yok deyip kıçını kaldırman.
BM genel sekreteri müktesebata alınsın der ama bilir mi bizim bundan bir şey anlamadığımızı…
Sorarım bakan işinden nasıl sorumlu tutulur biliriz çünkü anayasada ve içtüzükte yazar ama özel yaşamında ev soysa kim yetkilidir soruştursun ve başsavcıdan izin alması gerekir mi?