Bundan 40 yıla yakın bir zaman önce Kıbrıs’ın Kuzeyi’nde, 1974 sonrası, aslında Türkiye’deki sol hareketlerin de tetiklemesi ile, CTP dışında, olaylara sol özeleştirel açından bakan fraksiyonlar belirdi. Birbirlerini kıyasıya eleştirmekte ve doğruyu bulmaya çalışmaktaydılar. Aslında bu, yani olaylara eleştirel açıdan bakmak hem araştırmacılığı, hem de yeni bir sol dinamizmi kamçılamaktaydı. Her zaman sol bölündü denilmektedir ama solun dinamizminde devamlı yenilenme, tartışma ve bu dinamizmle yeni hareketlerin oluşması yatmaktadır. Eksik olan bizdeki ve dünyadaki hatta 1917 devrimini yapan Sovyetler Birliği içindeki sol hareketin, Marksizmi uygulayarak, Marksizmin Marksist eleştirisi çerçevesinde bakarak olayları görmemeleleriydi. İşte bu eğilim, yani Marksist eleştirel anlayış, Sovyet Komünist Partisi içinde, önceleri çoğulculuk anlayışını geliştirdi. Yani buna eleştirel dinamizm diyoruz. 168 fraksiyon, Komünist Partisi liderlerinden Vladimir İlyiç Lenin tarafından birleştirilerek, bu dinamizm kısa zamanda devrime endekslendi ve büyük bir başarı kazanılarak, Sovyetlerde 1917 devrimi başarıldı. Maalesef 1789 devrimi gibi, devrim kendi çocuklarını yer ilkesinin çalışması, gerici bürokrat ve burjuva kesimlerinin darbeler yaparak devrimi kendi gerici emelleri için kullanmalarıyla, Fransız Devrimi de akamete uğrayarak, kısa zamanda Fransız Milliyetçiliği değil (temelini Fransız devriminden alan Fransız ulusçuluğu, etnik durumuna bakılmaksızın o toprak parçası üzerinde bulunan tüm farklılıkları, aynı ulustan saymaktaydı,u.ı), ama en gerici ve en faşist milliyetçilik olan Alman milliyetçiliği etkin olarak ulus devletlerin oluşmasında ırkçı, kana dayalı, dominant ulus veya etnik grup, ari ırk gibi düşünceleri yayarak üstün oldu ve 20.yy başlarında bu milliyetçilik iki Dünya Savaşı’nda da belirleyici oldu. Sovyetlerde 1917 yılında proleteryanın bilinçlenmesi, en doruk noktasına çıkınca, bu bir feodal ülkede devrimi getirdi. Kapitalizmi bile yaşamayan Rus halkı sosyalizme geçti. 1917 devrimi 1789 Fransız Devrimi gibi “Yeryüzü memleketim , milletim insanlık” şiarını gerçekleştirmeyi hedefliyordu. İşte bunu politik bir devrim, tartışma ve eleştiri dinamizmiyle, sosyalizmin başarısı için kullanmak gerekiyordu ama ne yazık ki Fransız Devrimi’nin “Yeryüzü memleketim, milletim insanlık” idealiyle devam eden o hareketi başarıya ulaştıran Sovyet Rus halkı, maalesef sonuçta 1920’lerin ortalarından, 1940’ların ortalarına kadar yaşayacağı bir karşı devrim ve iç zavaşla karşılaşacak ve öncelkikle anarşistler daha sonra da Troçkistler bu karşı dervimden sonra yaklaşık elli milyon kayıp vererek, artık meydanı karşı bürokratik rejime bırakacaklardı. Önceleri bürokrasiyi eleştiren anarşistler termine edilirken, daha sonra bu terminasyonda yer alan Troçkistler de hedef durumuna geleceklerdi. Bürokratların etkinlik kazanmasıyla kast rejimi başka fikirlere yer bırakmayacak ve 1917 Devrimini tekrar aynen 1789 Fransız İhtilali’nde olduğu gibi bu defa da bürokratlar Sosyalist mekanizmayı ellerine geçireceklerdi.
Bürokrasinin dominant olmasıyla Sovyet Rusya ve Sosyalist federasyonlar, çoğulculuktan monolitik bir yapıya geçecek, ekonomiden sanata kadar etki altında kalacak olan hantal, estetikten mahrum, çoğulcu alternatif demokrasi ve fikirlerden mahrum bir rejimle idare edilmeye başlayacaklar ve maalesef Sosyalist federasyonlar kısa zamanda birer ırkçı-gerici ulusal devletlere dönüşeceklerdi. İkinci dünya Savaşı sonrasında da Doğu Avrupa’da işgal edilen Doğu Almanya, Polonya, Estonya, Litvanya, Latviya, Macaristan ve Ukrayna gibi ülkeler de maalesef Sovyet Rusya’da gördüğümüz kast rejimi ve gericiliğin birer uydusu olacak, Sosyalizm kurulurken kapitalizme alternatif olarak oluştuğu düşünülen ütopya yerine, Rusya ve Doğu blokunda yaşayan halklar, artık 1940’lardan sonra Batı’ya özenti duymaya başlayacaklardı. Teknoloji ve birçok alanlarda da bu ükeler gene geri durumda olacaklardı. Şu anda bu tip ülkelere gidildiğinde de orada taşınan Rus nüfuslarla o ülkelerin yerli halkları arasında bir ulusalcılık, ırkçılık ve hüsumet devam etmekte, sosyalist devrimin kardeşlik değerleri bu ülkelerde bulunmamaktadır. Rus dominat ulusalcı görüşü sosyalist kardeşlik anlayışını ortadan kaldırmış ve uluslararası husumeti bu ülkelere getirmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası Doğu Bloku ülkelerine giren Rus Ordularının, mesela Macaristan ve Doğu Almanya, hatta Çekoslovakya gibi ülkelerde Marksist hücreleri yoketmeleri de, bugün Batılı Marksistler tarafından merak konusudur ve birçok kitap bu konuları yazmıştır (Bk. Ted Grant: Unbroken Thread (Kopmayan Tel) ve Tony Cliff: Devlet Kapitalizmi).
Sovyetler Birliği’nde en son iktidara gelen Gorbaçov ve Brejnev gibi liderler de maalesef bu bürokratik kastın birer üyesiydiler ve olaylara Marksizmin Marksist Eleştirisi dinamizmi içinden değil, kendi gerici perspektiflerinden bakarak, Doğu Bloku içindeki Rusya’da, Asya’da bürokratik kast rejimlerinin çökmesini hızlandırmışlardır. Böyle olmasına rağmen bugün, AB’ye de bağlı bazı eski Sovyet uydusu olan bölgelerde hala daha 1917 devriminin getirdiği bir anlayışla insanlar otobüslere para vermeden binmekte, su, elektrik gibi hizmetlere ödeme yapmamaktadırlar. Son zamanlarda AB merkezi de bu sosyalist değerleri kendi içinde yayarak, sosyal devlet reformlarına yönelmeye çalışmaktadır. Benzerini ABD’de başarısızlığa uğrayan Obama sağlık reformundan da daha ileri giderek, AB-Brüksel merkezi Sosyalist ve Komünist, hatta sol partilerden de kaynaklanan ağırlıkla yeni bir sosyal reformu hazırlamaktadır.
Aslında ne isterse olsun kapitalizm varolduk sonra başka bir Avrupa ve başka bir dünya alternatifi mümkündür. Yeter ki 1917 Sovyet Rusya devriminin 168 fraksiyonunu birleştiren dinamizmi bizde de olsun ve solun özeleştirel, “Marksizmin Marksist eleştirisi” politik bir devrim olarak kitlelerde heyecan uyandırsın…