Ağustos ayına girdik. Havalar sanki bozulan iklimleri sarsıntılarla yaşatma yarışına soktular. Rüzgarın dahi eserken kavurduğu günlerde yaşıyoruz. Ama, sıcaklık ısısı siyaseti sarmalarken, duyarsızlık da sanki paradoks kelimesini kanıtlama peşine düştü. Karmakarışıklıklar, sesizlikler ve bolca sanal medya atışları ile normal yaşamdan kopan kitlesel kültürün de esiri olduk. Havalar karışık sıcaklıkarla doluşan nemin oranıyla bunaltırken, bizim işbirlikcilerin teslimiyet tarihi yazılımı da yeni sayfalarla, kitap epey kalınlaşıyor. Banbaşka bir dünya tarihi yazar gibisine dönüştük. Bunlar, denizlerin uzayan tuzlu sularında da genel dünyaya ulaşılan gerçeklik dizisinin de seyircisi dahi olamıyoruz….
Gerçekten, bu yıl ki yaz mevsimi, sadece iklimsel değil, siyasal olarak da epey bunaltıcı ve insanları yakıcı biçiminde yaşanıyor. Yaşanan ile yaşayanın anlamama ikilemi ise banbaşka bir dünya kurulduğunun da resmini, Kıbrıs adasında resmen yaşanarak biriktiriyor. Artık, şeryatcı ülkelerde dahi pek karşılaşılmıyan, hava alanında ilahi okunup insanların dinletilme olayı, Kıbrısın Ercan alanında yaşandı. Durmadan, Çanakaleye gönderilen öğrencielrin yeni Türkiye gerçekleriyle yaşanmasına da pek ses verilmedi! Devamı var; Kıbrıs görüşmelerinde “ha oluyor ha olacak, yeni önemli adımlar atıldı, Herşey yolunda” diyen Ayde görevi biterken süreç boyunca görevliyken söyledikelrinin tam aksini söyledi: “Siz ayağa kalkmazsanız, hiçnbirşey olmaz” deyiverdi! Oysa, B.M. temsilcisi Kıbrısta diplomatik mekik dokuyup, görüşmeler yaparken, işlerin sonuna doğru gelindiğini hep umut ponpalayarak söylüyordu. Oysa, görevi bitip de ayrılırken, halkın ayağa kalkıp, olayı liderlere brakmamasını öneriyordu! Buda Kıbrıslıcanın B.M. versyonu olarak yaşandı. Boşuna değil Aydeği hep eleştirip durdum. Tıpkı Akıncının durumunda olduğu gibi. Nedense, Aydenin iki yüzlü tavrı bukadarla değildi! Hala, yaşadığı İsviçre gerçeklerine karşın, hala “2 lider” diyor! Oysa, son İsviçre dağlarında da yaşandığı gibi, özellikle Kuzey Kıbrıs için Türkiyenin direk etkinliği resmen kanıtlandı. Ama basit kurtarıcı sözlerle “2 taraf ta isteksizdi” diyerek, aslında başta Türkiye ve gidrek en sesiz olup etkili gücü olan Birleşik kralığı hep ötelendiriyor. Ayde hep iki lidere gönderme yapıp eleştirirken, ne dün onları cipalayla överkenki yanılma eleştirisini yaptı, nede Türkiye dışişleri bakanının önerilerini dahi yazılı vermediği gerçeğine parmak bastı. Sadece, diplomatik iki yüzlü ilkeyle suçlayıp, ahalinin olaya el koymasını istedi. Enazından garantörlüğün durumunu veya kimin ne önerdiğini dahi söylemedi. Hele de B.M. parametreleri derken, nedense Güvenlik Konseği Kıbrıs kararlarının neden uygulanmadığı konumuna da atıfta bulunmadı. Kendi söyledikelri yanlış tutumları veya yapılan önerilerle kimin olumsuzlukta daha da kötü rolu olduğuna ise hiç işaret etmedi. Oda, tıpkı ötekiler gibi gelip, “2 liderle” oynadı, öteki gerçekelri örterek, adadan ayrıldı. Bir Norveçli diplomat da Kıbrıstan gelip geçti.****
Kıbrıs ne oalcak bazı basit kuşkular dışında, özellikle Kuzey Kıbrısta federal veya birleşme adımalrı değil, Kolonileşme, ilahklaşmanın siyasal İslam versyonu hava alanındaki binalarda veya sokakların derinliklerinde yaşanarak normaleşme dönemine çoktan girdi. Federal AB Kıbrıs diye bir şeyler ezberletilirken, Kuzey Kıbrısın nifusundan kültürüne banbaşka bir dünya yaratılıyordu. Buraya dokunulamayacak, güneyle yabancılaşıp, sermayenin her çirkin formülünün cirit atılacak yöresi olarak yapılanıyordu! Hele de buna direncin artık cılızlaşıp, salt sanal medya kalemşörlü takıntılı deşarjına indirgenince, işler yoluna girdi.
Dikat etiniz mi: son Kıbrıs görüşmelerinde hem başarısızlık, hem de nedenleri konusunda hiçbir net tavır olmadı. Sadece resmi teslimiyetci işbirlikcielrin yapının kalıcılaşma yönündeki söylemleri demeç haline geldi. Çünkü, adına resmi eksenden çözüm diyen partiler bile isviçrede sıraya girip resmi tektipleşiğ teslimiyeti tamamladılar. Öyle ki artık parametre veya çözüm diyecek sözcükelri dahi kalmadı. Teslim olmanın kısırlığı içinde debelenip durdular. Kimse Akıncının ne öneri sunduğunu, Rumalrın neyi kabulenmediği basit sorusunu dahi sormadı. Soran, bazı sendika veya örgüt temsilcisine ise Akıncı teslimiyeti ruhiyesi ile yanıt dahi vermedi! Sadece “biz önemli öneriler sunduk, rumalr kabulenmedi* Suçlu rumalrdır” ezberi yüzeyseliğini dahi aşamadı. Çünkü, kitlesel beklenti yoktu. Partilerin özellikle parlementer kesimi çoktan teslim olduğu için de sorgulayacak kesim de pek kalmadı. Zaten, sadece Kıbrıs görüşmeleri değil, örneğin, senelerin Öğretmen Akademisinin resmen peşkeşleşip, yok edilme protokoluna dahi teslimiyet partielri ses çıkarmadı! Ne diyorlardı: “Türkiyesiz olmaz”! Türkiyesiz olmazın içeriği de artık, orada değil kendi içimizde yaşanarak kökleşmeğe devam ediyor. Yine de burada, Rumlara gönderme veya koltukta kimin neyi alacağı yarışıyla, kendi gündemiyle sistemin yeniden üretilmesine çalışılınıyor!****
Son dönemde önemli günler yaşanırken, nedense sermayeli işbirlikci ilahki durumlarla, siyasal islamın esintileri ilahiler şeklinde hava alanında veya camilerde söylenirken, karşı olanların oranı çok azaldı. Bunlar bir araya dahi gelmiyorlar. Zaten kimisi de çoktan parlemento hesabıyla yeni itifaklara da kaydılar. Sesizleşme, bilgisizleşme cenderesine girip debelenme oluyor. Doğan Tılıcın dediği gibi “salt iktidarları değil, bu görüşlerin kitlesel karşılığının da olduğunu gözden kaçırmayalım” tesbiti tam yerine oturuyor. Zaten, Kuzey Kıbrısta trafik cinayetinden, işçi kıyımına veya tecavüzünden kaçakcısına her olayda öylesi insan mnanzalralı kimlikler çıkıyor ki, buranın kozmopolitikleşmenin resmini çiziyor. Nifusal defaktoculukla, aslında ne toplum nede halk yapılanması denilen sosyolojik olgular çoktan dağıldı. kOlonileşme veya ilhaklaşmanın yeni nifusal karışımının sonuçları nifsunun dahi bilinmemesini getirdi. Hat ta, yasal ile yasadışılığın nerede başlayıp, nerede sonlandığı da belli değil.
Bu karışıklık ile oluşnn çarpık ilişkiler sonuçta ezilen veya olumsuz etkilenen önemli kitlenin, ortak paydaşlığının olmadığı,tam aksine her birinin ötekini kulanma eylimli bencil bireysel kültürün güçlendiği bir yapılanış yaratmıştır. Beklenti ayrıcalığı ve yarına başkalaşma bilgisizlikle de tamamlanınca, rant bireycilik kısgacında yok edilen kültürlerle, banbaşka bir yapılanış oluştu. Herkesin geneleme beklentisi ile ortak olmayan yaşam, sonuçta yapısal hegemonyanın dış güçlerden beklenen ve korunması isenen bir Kuzey Kıbrıs yaratıldı. Çoğu Kıbrıs coğrafyasıyla alakalı olmayan kitleye, bilgisizliği de eklenince, ilgisiz veya istenilen yalanın çıkar adına yuturma koşulları da oluştu.
Ne ortak sınıfsal iç dinamik oluştu, ne burjuva anlamında yerel kimlikli sermaye oldu ve nede üretimle gelişen ekonomik yapı oluştu. Satarak rantiye oluşan tuhaf bir teslimiyet kültürü yerleşti. Böylesi yapıdan da direnme gibi riski büyük değil de bencil ile sistemin uydusu haline sokulup kolayca elitleşme özlemleri daha fazla tercih edildi. Hiçbir ortaklaşma olmayan kalabalığın da oluşturacağı farklılaşmanın sonucu da yukarda özetlenen sonuca ulaşılmağı getirdi.
Birilerine dokunmadan, gerçekerli söylemeden şikayetnameler le yanlışların olduğu yapıdan düzeltme ayrıcalık beklemenin belki de en acı durumunu hekimler olayında neyazık ki yaşıyoruz. Herkes alanını korumak veya ranta sahip olma kısggacında sisteme sarılıyor. Şikayet edilse de en ufak düzeltme dahi yapılmada önemli tepkilerin olduğu anormal koşulların doğalaştığı günlerden geçiyoruz. Brakalım “halkımız” ezberini! Çünkü halkımız kuramının da uymadığı bir kitlesel yaşam şeklinden geçiyoruz. Bu karmaşayla zaten düzeltme değil yeniden devam için oluşturuldu. Bunu bozacak kesimler de bozma yerine uzlaşarak paydaş olunca da geriye sadece birkaç cümlelik yazı kalır.