Kuzey Irak’taki referandum gerçeğinden Türkiye, İran ve Kıbrıs gerçeğine – Ulus Irkad

530

Bazen devletlerin yapılarını basite indirgemekte veya bir insan sağlığı üzerine indirgeyerek düşünmekte fayda vardır. Bir devlet demokratikleşirse, başka devletlerin onu parçalamasına fırsat vermez. Bunun yanında her türlü hastalığa karşı önlem alan, aynen bir devlet nasıl demokratikleşirse, hastalıklardan kendini koruyacak bir insan da bağışıklık kazanarak, kendisini veya vücudunu koruyabilir.Mesela bir çok farklılıklara sahip, içinde birden fazla farklı kimliklerin bulunduğu bir devlette, demokratikleşme şarttır çünkü meydana gelecek eşitsizliklerde veya sorunlarda, bu devletin elbette gerici bir cumhuriyet olmasından ötürü parçalanma veya bölünme tehlikesi vardır. Demek ki,ya prensib olarak böyle bir devletin tüm orada yaşayan halklarının self determinasyonunu tanıması ve de demokratikleştiği zaman bu toprak parçası içinde yaşayan diğer toplumların mutlu olması için demokratikleşme şarttır, çünkü demokratikleşen bir devlet parçalanmaz veya bölünmez. Buna tevessül edecek gerici şövenist ve ırkçı kesimler de pek buna fırsat bulamaz. Ama öncelikle bunu söylerken, Self-determinasyon kavramının bulucusunun Sovyetlerin kurucusu, Devrimci ve sosyalist Vladimir İlyiç Lenin olduğunu da ekleyelim. Lenin kitabında(Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı,Sol Yayınları, 1975, sf 19), şunları söylemektedir:

“Ulusal sorunda işçi demokrasisinin programı da şudur: hangi ulus ve hangi dil için olursa olsun, her türlü ayrıcalığın kesin olarak ortadan kaldırılması; ulusların siyasal kaderlerini kendilerinin tayin etmesi sorununun, yani bunların tamamen özgür ve demokratik yoldan ayrılmaları ve bağımsız devlet kurmaları sorununun çözüme bağlanması; uluslardan birine herhangi bir ayrıcalık tanıyacak olan (Zemstvo’nun topluluğun vb.) ulusların hak eşitliğini bozacak olan ya da bir ulusal azınlığın haklarını baltalayacak olan her türlü davranışı, yasaya aykırı ve geçersiz sayan ve devletin her yurttaşına, anayasaya aykırı olan bu cins tasarrufları geçersiz sayan ve devletin her yurttaşına, anayasaya aykırı olan bu cins tasarrufların geçersiz sayılmasını talep etme hakkını tanıyan ve aynı zamanda böyle hareketlere girişecek cezalara uğratan genel bir yasanın kabulü…”

Görüldüğü gibi eğer bir devlet kendi kontrolü altında bir başka etnik azınlık grubunu baskı altına alır ve onlara yaşamak için her türlü olanağı kısarsa, onları asimile etme veya ulusal baskı altına alma, şiddetle haklarını bertaraf etme yoluna giderse, o etnik grubun ayrılma hakkı, kendini koruma hakkı vardır. Bu hak her zaman için var mı? Yani bir topluluk, “Ben ayrılma hakkı istiyorum” derse ve o ülkede gerçekten çok demokratik bir rejim varsa, elbette bu ayrılma hakkı kabul edilmez ve o devletin birşekilde demokratik kurallar ve çerçeve içinde bunu çözmesi gerekir. Yani o devletin, “Demokratik bir Cumhuriyet” haline gelmesi gerekir. Eğer demokratik bir cumhuriyetse, insanlar dinlerine, mezheplerine, budun, kan ,dil ve ırklarına göre bölünmemişlerse, insanları eşitse, o ülkedeki hiçbir topluluk zaten ayrılmak istemez. En büyük örneği de İsviçredir. Peki Türkiye ve İran bugün niye Irak’ta yaşayan Kürtlerin ayrılma haklarından endişe ediyorlar? Buraya saldırma ve o referandumu engelleme hakları var mı bu ülkelerin? Elbette yoktur. Peki, nereden korkuyor bu iki ülke?  Kendi toprakları içinde yaşayan milyonlarca Kürt’ün aynı taleplerle ayrılmak istemelerinden korkmaktadırlar. O halde bu iki ülkenin bunu engellemeleri için ne yapmaları lazım? Süratle demokratikleşmeleri gerekir. Keni ülkeleri veya toprakları içinde yaşayan diğer ulus, etnik grup veya milliyetleri eşit vatandaşlar haline getirmek, onları kendi soylarından olan diğer insanlarla eşitlemek ve süratle demokratikleşmeleri lazımdır. Birçok yazar veya aydın arkadaşımız (çoğunluğu Türkiye’den), aslında ulus devlet ilan etmenin zamanının geçtiğine de parmak basıyorlar ama kendi toprakları içinde yaşayan farklı grupları memnun ve mutlu etmek, onları refah ve kültür seviyesi olarak yükseltmek de, o toprak parçası üzerinde bulunan devletlerin birinci vazifesidir.

Kitabının 11.ve 12. Sayfalarında Lenin, Ulusların kaderlerini tayin hakkının demokratik bir düzeni zorunlu kıldığını, öyle bir düzende de sadece genel olarak demokrasi değil ama buralarda özel olarak ayrılma ve sorunları demokratik yollardan çözümlere bağlamanın şart olduğunu söyler. “Proleterya , bir ulusun bir devlet sınırları  içinde zorla tutulmasını olanaksız kılan bir demokrasiden yanadır” der. Bu yüzden o devlet içinde bulunan farklılıkların self -determinasyonunun olmasını, ama geniş bir demokrasi de varsa ulusal sorunu, örneğin Kürt Soru’nun şiddetle değil ama demokratik ve insan hakları bağlamı içinde çözülmesini öğütlemektedir.

Lenin aslında bu satırları yazarken örnek ülke olarak İsviçre’yi almıştı. Sürgün yıllarında, 1917 yılından önce, İsviçre’de uzun bir zaman geçiren Lenin, İsviçre’nin tüm siyasal yapı ve anayasasını incelemişti. Demokratik bir cumhuriyette ırkçılık derecesinde olmamakla bir demokratik ulusçuluğun olabileceğini, demokratik cumhuriyetlerin de ileride bu yapılarıyla sosyalizme geçebileceklerini de vurgulamıştı. Kıbrıslıtürk liderlerden Dr İhsan Ali de, 1930’lu yılların başlarında İsviçre’de okurken, o da İsviçre’nin yapısını incelemiş, İsviçre’nin federasyon ve demokratik cumhuriyet modelinin Kıbrıs’a da uygulanabileceğini düşünmüştü. Dr İhsan Ali’nin en büyük dezavantajı, gerek Kıbıslıtürk liderlerin gerekse Kıbrıslırum liderlerin ve de toplumların, Avrupa aydınlanma çağına bile ulaşamamasıydı ama modelinde, aynen  Vladimir İlyiç Lenin gibi, çok iyi bir lider ve aydın olduğundan, bunun yanında da çok okuduğundan dolayı, çok doğru teşhisler ortaya koymuştu. Nitekim, Her iki toplumun liderleri de Dr İhsan Ali’nin öğütlerini dinlememiş ama olan da her iki topluma olmuştu. Kıbrıs, Dr İhsan Ali gibi bir liderin öngörüleri gerçekleşemediği için çok büyük acılar yaşamıştır.

Bugün Kürt ulusal sorunundan ötürü emepryalistlerin bu sorunu kaşımasından ve parçalanmaktan korkan Türkiye ve İran devletlerinin her ikisi de, eğer parçalanmaktan korkuyorlarsa derhal, acil olarak cumhuriyetlerini demokratikleştirerek, parçalanma fobisinden de kurtulmaları gerekir. Demek ki Orta Doğu’daki sorunların çözümü ancak demokratikleşme ile olacak…

Burjuva Demokratik Devrimlerinin en büyük tetikleyicisi Avrupa Aydınlanma Çağıydı. Umarız, Burjuva Demokratik Devrimlerinin bir parçası olan aydınlanma ve Demokratik Cumhuriyetler Devri, Orta Doğu’da ve dünyada bir barış dönemi başlatır…