Dünya olayları ve ülkede olanları anlamlandırmak – Ulus Irkad

624

Avrupa’da, İngiltere-Brexit ve arkasından Katalonya ve Bask derken, son haftalarda gene Kuzey Irak’taki referandum kararı, işin tuzu biberi oldu. Kuzey Kore ve ABD çekişmesi ise zaman zaman doruk noktalarına varırken,bu defa da işe Trump’ın İran’la Obama arasında imzalanan andlaşmayı elimine etmesi konuşuluyor ve 1990 sonrası SSCB çökerken ortaya çıkan birçok inanış veya söylenti de maalesef güme gitmiş oluyor. 1990 yılıyla SSCB Gorbaçov Dönemi’nde yıkılırken artık tarihin ve sınıfların ortadan kalktığı, yeni bir barış dönemine girildiği ama kültürler ve dinler arasında bir savaş başlayacağı söylenmişti. Bu şekilde de Orta Doğu’da bir BOP senaryosu çizildi ama BOP’la ortaya çıkan sorunlar, sadece bölgeyi değil, Batı’yı da oldukça rahatsız etti. Bir kere Tunus,oradaki karışıklığı kendi dinamikleri ve demokratik anlayışıyla çözdü ve olayların fazla yayılmasını önledi. Mısır’da ise onaylanmasa bile bir darbe oldu. Aslında darbe öncesi AKP’nin devamı olduğuna inanılan Müslüman Kardeşler Örgütü’nün uzantısı olan parti, maalesef aynen Türkiye’deki AKP gibi oldukça yanlışlar yapıp, Mısır içinde etnik ve dinsel çatışmalar başlattı. Aydın grupları, önceleri liberal anlayışla başa geçen bu dini partiye aynen Türkiye’deki gibi, Mübarek’in baskıcı rejimine karşı bir alternatif olarak görseler bile, zaman içinde bu partinin bölücü ve ihtilafçı, hatta Mısır’ı geriye götürecek bir kurumu olarak görerek, askeri darbeye karşı çıkmadılar ve bu dinci partinin bu şekilde ekarte olmasını benimsediler. Sözü geçen parti son zamanlarda ölü kadınla bile cinsel temasa geçilir şeklinde yasalar geçirdi. Küçük kız çocuklarıyla evlenmeyi hoşgörecek kanunlar yaptı. Mısır’da etnik çatışmalar başladı ve sonuçta da halkın büyük bir kısmı benimsemese bile eskilerinden daha iyidir, yani kötünün iyisidir diyerek, şu anda bu rejime de hoşgörü gösterdi. Libya’da ise tiranlığına şüphe yok, fakat Kaddafi’nin kurduğu refah toplumu, maalesef gerici kesimler tarafından saldırıya uğratılarak , Libya’nın refahından ötürü, Afrika’daki işsizlerin ekmek kapısı olan Libya, kaosa girince, bu defa da Afrika’nın ve Kuzey Afrika’nın insanları Avrupa’ya göçetmeye başladılar ki, bu da Avrupa’nın hem sosyal yaşantısını hem de ekonomisini darbeleyecek bir duruma geldi. Son Suriye’deki göçler ise, Avrupa’yı daha da böğründen vurdu ve bu göçmen akınıyla, AB ülkeleri ayaklarını kaybetti. Yani öyle bir dönemden geçiyoruz ki, bir ülke sınırları içinde oluşacak sorunlar çok daha uzak olan ülkeleri etkilemektedir. Eskiden olduğu gibi sorunlar sadece bir ulusal sınır içinde çözülememektedir. Tüm dünyanın huzuru artık önemli.

Türkiye’ye gelince; Erdoğan’nın sinsi bir şekilde ilk onbir -oniki sene, 12 Eylül 1980 Darbesi’nin de getirdiği başkanlık rejimine bağlı anayasayı değiştirmemesi , daha sonra esas ağırlığını iç ve dış çatışmalara dayayarak, içte de hala daha ne olduğu tartışılan , pek anlaşılmayan iç darbe ile, Olağanüstü hal ilan edilerek, Türkiye dinamikleri ve halkı baskı altına alındı. Avrupa’da bir terör olayı olduğu zaman sivil halkın özgürlüğüne hassasiyet gösterilmesine rağmen, Türkiye’de tüm haklar bertaraf edildi ve arkasından gelen başka bir darbe ile Başkanlık rejimine geçildi; Meclis zayıflatılarak Erdoğan tek adam rejiminin en güçlü kişisi oldu. Bu nasıl bir dabeydi ki, darbenin güya yapacağı tüm ağır ve baskıcı yaptırımlarını Erdoğan devraldı , o yaptı ama ne hoşgörüden ne de demokrasiden birşey kaldı geriye. Bir ülkede rejim tek bir adamın üstünde, tüm kuvvetleriyle toplanırsa, halkın özgürlüğünün olmadığının tek örneğidir Türkiye. Darbe sonrası, Türkiye bugün hızla ekonomik bakımdan çökerken, artık Türkiye büyükler arasında da değil, Afrika ve Uzak Doğu ülkeleri arasında Birinci ligten üçüncü lige düştü ve hızla gerilemeye devam etmektedir. Son zamanlardaki Irak sorununda da yapılan hataların devamı, hatta ABD ile gereksiz diplomatik zaafiyetler veya gerilimler de, ekonominin artık sona vurmaya başladığını, zavallı halk üzerine vergilerle darbeler indirildiğini de görmekteyiz.

Kuzey Kıbrıs’ın da ekonomisi ve siyaseti de Türkiye’ye bağımlı olduğundan ötürü, Kuzey Kıbrıs da bu olumsuzluklardan hızla etkilenmekte. Kuzey Kıbrıs’taki hükümet ve de Dışişleri Bakanı’nın son zamanlardaki gereksiz çıkışları ve aldığı tedbirler de, Kuzey Kıbrıs’ı dünyada yanlış imajlarla yansıtmakta. Bu elbette Turizmi de,darbeyi de etkileyecek, hatta Kuzey Kıbrıs’a verilen yardımlar da belki de darbelenecek , maalesef bundan hiç üzüntü duymayıp hala daha bu politikasında devam etmeye çalışan kendini haklı gören bir Dışişleri Bakanı var. Cumhurbaşkanı ise zaten Cumhurbaşkanlığını kazandığı ikinci gün RTE’den gereken yanıtı alarak, o günden beri boynu bükük bir siyaset izlemekte ve bu yapılan yanlışlıkları maalesef birkaç sözle geçiştirmeye çalışmaktadır. Esas olana gelince, Kuzey Kıbrıs gerçekten demokratik bir yapı, uluslararası hukukun geçerli olacağı, insan haklarıyla bezeli bir ülke olmadan, ne çözümü başaracak, ne de ne kadar seçim yaparsa yapsın, RTE veya onun gibi olan, dünyaya ters politikaların boynu bükük kurbanı olmaya devam edecektir. Aslında onurlu olmak da Kuzey Kıbrıs’ın demokratik olması kadar önemlidir. Maalesef bu konular 1974 yılından beri giderilemediği ve çözülemediği için de devam etmekte ve Kuzey Kıbrıs her bakımdan yokolmaktadır. Yöneticilerinin kendi ülkelerini demokratikleştirecek iç siyaset zayıflığı, bugün mahvolmakta olan bir ülke klasiği sunuyor dünyaya.

Kuzey Kıbrıs halkının da onurlu bir halk olarak, en az Katalonlar kadar onurlu bir şekilde Kuzey Kıbrıs’ta yapılan yanlışları protesto etmesi ve demokratik bir ülke olması gerekir. Başka türlü kurtuluş imklanı da olmayacaktır.