Kendi kaderini tayin etme hakkı – Aykut Bektaşoğlu

654

Sanırım 1989 senesi dolaylarındaydı. İstanbul’da, birkaç arkadaş sohbet ediyoruz. Türkiyeli olan, solcu, arkadaşımız;

‘Yahu’ diyor,

‘Adam, -kendi kaderimizi kendimiz tayin etmek istiyoruz-‘ diyor.

‘Doğruya doğru. Adam self determinasyondan bahsediyor.’.

Rauf Denktaş’tan söz ediyor…

Adada yeni bir devlet kurmuş. Yeni bir yapı oluşturulmuş.

Bu durumu dünyaya izah etmenin en güzel yolu, bu devletin halktan dolayı olduğudur. Yani, yürütülen düzen, halktan dolayıdır… Halkın özgür iradesidir…

Var mı itirazın? Yok…

Devlet dediğimiz şey ne? Düzen dediğimiz şeyin yüzü…

Yani bir düzeni kutsayacaksan, ‘Halktan dolayıdır’ diyeceksin…

Doğruya doğru. Denktaş, ‘İğne deliğinden Hindistan’ı görmüş.’ Hangi sihirli kelimeyi ne zaman kullanacağını iyi bilen birisiydi kuşkusuz.

Şimdi, bin bir dereden su getirip, arkadaşımıza, durumun tersinin izahını yapmaya çalışmanın anlamı yok:

Yok, aslında, yerlinin kendi kaderlerini belirlemesi konusuyla, Denktaş’ın ilgilenmediğini, asıl maksadının, Türkiye’nin Kıbrıs’taki hakimiyetinin kılıflanması…

Falan filan…

Bu kendi kaderini tayin meselesi, ‘Bizim yüzümüzden’ yöneten sınıf olanları, meşru kılma meselesidir zaten.

Mutlaka bunlar olacaklar ki, yaşadığınız ülkeyi, dünyanın hakim sermaye güçlerine adapte edebilsinler…

Kendi kaderini eline almaya itiraz eden olmaz.

Fakat kaderi yaşamayı şarta bağlamak, işi yalana sürüyor…

Yani, devletle birlikte, yani bağımsızlığını alacağın güçlerle göbek bağı halinde, uluslar arası sermaye güdümü ve tahakkümünde kendi kaderim!

Devlet ve kendi kaderini tayin birleşebiliyorsa, özgür yönetim var demektir. Özgür toplum değil…

Kapitalizm altın çağını yaşıyor…

Artık birçok düzen muhalifi, kapitalizmin dinamikleri olan ‘Devletleri’ sahiplenmek mecburiyetinde hissediyorlar kendilerini…

Diyelim ki, anlaşma istiyoruz, Kıbrıs’ta barış istiyoruz. Yani, kuzeyde kurulan ‘Devlet’ kaderini belirleme hakkı ile değil de, ‘Ortak bir Devlet’ kaderini belirleme hakkı ile yaşamımızı sürdürmek istiyoruz…

Yeter ki ‘devletten yana olsun. Israrla istediğiniz her şey gerçekleşecek. Buna müsaade edilecek. İşbirliği yapılacak…

Bu düzen her isteyeni, eğer gerçekten isterse devlet yapacak. En sonunda, bilgisayar programı gibi, dünyanın her santimine, ışık hızında hükmedecekler… Kaderlerin tayinleri yalanları ile hayatları söndürmeye devam edecekler…

Ta ki, programa uyumsuzluktan keyif alanlar çoğalmaya başlayıncaya kadar…

Kendi kaderini, yöneten sınıfların keyfi için değil de kendi keyfi için yazmaya başlayana kadar…