9 kasım günü Ledra Palace önündeki Diyalog Merkezi’nde düzenlenen “Kuzey Kıbrıs’taki Nüfus Taşınması, Demografi ve Politikalar” Üzerindeki panellere katıldım. Tek tek katılımcıların konuştukları konular üzerinden değil ama genel değerlendirmeler yapmak gerekir diye düşünüyorum. Elbette 1948 Cenevre Konvansiyonunun, İnsan Hakları Bildirgelerinin, nüfus taşınmasına karşı oldukları bir gerçek. Bu yerli halkların kendi kaderlerini belirleme haklarına karşı bir müdahale oluyor. Ama maalesef şu andaki dünya gerçekliğinde bu gibi ihlalleri yapan ülkelere bir yaptırım da getirilmiş değil. Elbette dünyaya yön veren super güçlerin de bu gibi politikalarda, ihlalleri yapan ülkelere büyük desteği olduğu ve onların da bu gibi bölgelerde menfaatlerinin bu yönde olduğunu da göstermekte. Elbette ulusal sorunların şiddetle çözülmesi durumu da pek olamıyor ve ezilenler daha da fazla zarara uğruyorlar. Ezilenleri koruyacak herhangi hakçı bir yapı da dünyada pek bulunmuyor. İrlanda, İsrail ve hatta Kıbrıs’ta da örneklerini görüyoruz. 1945 yılında Letonya,Latviya ve Estonya gibi ülkelerde, Stalin Yönetiminde, Sovyet Rusya güçleri girdikten sonra aynı şekilde davranarak, o ülkelere yerli nüfustan da fazla nüfus taşıyarak, o ülkelerde tahakküm ve hegemonya kurduğu, bu gibi ülklelerin AB’ye girdikten sonra bile hala daha buradaki bu nüfuslar arasındaki husumetin devam ettiği, bu nüfusların Letonya ve Latviya gibi ülkelerde hala daha işgalci görüldükleri, bu yüzden enternasyonal sosyalist bilinen Lenin gibi liderlerin bile, şu anda bu ülkelerde heykellerinin sökülüp atıldığı, onların da ulusalcı çerçeve içinde değerlendirildikleri bilinmektedir. Ukrayna’daki sorunun gerisindeki esas ana sorunun bu olduğunu ve Ukrayna’daki yerli elitlerle Ukraynalıların Rusya’ya karşı husumetlerinin de temelinde, Rusya’nın bu ülke üzerinde kurduğu hegemonya olduğunu ve sorunun Çarlık Rusya’sına kadar dayandığı, Lenin’in Ulusların Self- Determinasyonu hakkındaki kitabının da birçok bölümünün, Ukrayna Sorunu etrafında ele alındığını da belirtelim. Ne var ki Ukrayna Sorunu da şiddetle ele alınıp çözülemedi ve son zamanlarda oradaki Rus nüfusun burada tahrik edilmesiyle, ülkedeki durumun bir iç savaşı andırdığı, ulusal bir sorun haline geldiği, ulusal veya milliyetçi güdülerin baş etken oldukları biliniyor veya gözlemleniyor.
Türkiye, 1974 yılında,Kıbrıs’a 1960 garanti Andlaşmalarını öne sürerek, ve de meclisindeki aldığı gizli savaş kararlarıyla Kıbrıs’a geldi. Kendini savunurken Garanti Andlaşmalarını öne sürdü ama kendi gizli İstirdat Kararlarıyla, Derin ilişkilerle, Kıbrıs’a uyguladığı politikalar, diğer yerlerde, örneğin İsrail veya daha önce saydığım ülkelerde olduğu gibi, bir nüfus politikasıyla ve hala daha devam eden nüfus taşınmasıyla hegemonyasını devam ettiriyor. Şu anda da maalesef dünyadaki konvansiyonlara ve İnsan Haklarına rağmen bunu devam ettirmekte. Türkiye’yi bu emelinden veya yaptırımlarından vazgeçirecek herhangi etkili bir güç veya merci yok. Pek tabi ki, Türkiye ekonomik ve hukuksal olarak bu gayri-samimi politikalarının birçok olumsuzluklarını yaşamakta. Örneğin kendi ülkesinde Kürtlerin ayrı bir özerk idaresi veya ayrı bir devlet kurmalarına karşıyken, Kıbrıs’ta böyle bir devlete taraf oluyor. Bu da kendi iç hukukunu ve dünya kamuoyuna karşı pozisyonunu elbette etkilemekte ve zayıflatmakta. Birleşik kaplar teorisi veya domino teorisi olarak bu durum kendi Kürt Sorununda çelişkiler yaratmakta. Aynı şekilde Türkiye, gerek Suriye ve gerekse Kuzey Irak’taki Kürtlerin ayrı devlet ilan etmeleri veya geleceklerini belirlemelerine karşı çıkıyor ama Kuzey Kıbrıs’la bu politikaları zıtlıklar içinde. Türkiye Devleti bu çelişkilerden ötürü de dünyada oldukça sıkışıyor ve zayıflıyor. Derdini anlatamıyor. Bu da Türkiye’nin politik süreçleri ve ekonomisini zayıflatıyor, sorunlara neden oluyor. Diğer ülkelerle dengeli politikalar sürdürmesini etkiliyor. Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımıyorum diyor ama diğer taraftan da çeşitli alanlarda, kültürel ve sportif hatta ekonomik olarak temaslarını sürdürüyor.
Sadede gelelim; Türkiye Kıbrıs’a başından beri nüfus taşımak ve buradaki yerli nüfusun kaderini etkilemekle çok yanlışlar yaptı. Bir garantör olarak Kuzey Kıbrıs’taki Kıbrıslırum nüfusunun da buradan göçettirmesiyle, getirdiği nüfusa ve buradaki işbirlikçilerine, bu nüfusun gayrı menkullerini dağıtmakla, adadaki bir çözüme varılmamasıyla da hatalar yaptı ve yapmakta. Mevcut durum her geçen gün Kıbrıslıtürklerin aleyhine ilerlemekte ve Kıbrıslıtürkler hem demografik azalma, hem siyasal izolasyonla, hem ekonomik zorluklar içinde bulunma riskini devam ettiriyor. Peki bu durumda çözüm ne olabilir? Kıbrıslıtürklerin de bu konuda bir mücadele oluşturmak için bir istikrar kuramadıkları, bilhassa meclis içindeki muhalif partilerin mevcut statükoya ayak uydurarak demografik değişimi görmezlikten geldikleri, seçimle bir çözüm oluşturabilecekleri yanlış inancına kapılarak ama mevcut yapı 1974 yılından beri hukuksal zemin olmadığından ötürü, kuzey Kıbrıs’taki kurulan herşeyin sağlam bir zemini olmadığı bellidir.
Elbette Kıbrıslıtürklerin nüfus yapılarından ötürü koskoca Türkiye ile bir savaşa girmesi ve ona isteklerini kabul ettirmeleri imkansız. Ama Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan Kıbrıslıtürkler bugün AB vatandaşıdırlar ve bu durum ellerinde büyük bir silahtır. Gerek Türkiye ve gerekse Yunanistan ve gerekse Güney Kıbrıs’la iyi bir diyalog çerçevesinde bugün Türkiye devletinin dengesiz politikalarına, demografik yapıyı değiştirmesine ve de istikrarsız politkalarının sürmesine bir şekilde engel olabilirler. Kıbrıslıtürk dinamik kesimleri hala daha iddia içindeyseler, demokratik hoşgörü, İnsan Hakları, Sınıfsal politikalar,demokrasi ve adalet talepleri çerçevesinde, dünya kamuoyu, AB,Yunanistan ve Türkiye’deki dinamik güçlerle ve de Güney’deki Kıbrıslırumlarla da diyalog sağlayarak, Kuzey Kıbrıs’taki olumsuzlukları kendi hanelerine olumlu olarak geçirebilirler ama öncelikle bu konularda geniş platformlarda andlaşmaları ve birlikte hareket etmeleri gerekir. Lenin’in, Ulusların Kendi Kaderlerini tayin Hakkında belirttiği gibi, tüm olumsuzlukları da göz önüne alarak, bir ittifak içinde, Türkiye’deki, yunanistan’daki ve AB ülkelerindeki örgüt ve oluşumlarla sıkı işbirliği içinde, taktiksel ve stratejik olarak örgütlenip bunu yapmalıdırlar. Bu şekilde değil de sadece seçim zamanlarında ortaya çıkıp, düzenin değişmesini talep etmek, Kıbrıslıtürklerin yokoluşuna parmak çalmaktır. Tüm halkın, emekçi örgütlerin, ezilenlerin ve de parti ve örgütlerin, hep birarada, kurtulmak için analizler, sentezler ve tezler üretmek ,bu şekilde hep birlikte hareket etmek mecburiyetleri vardır.
Kıbrslıtürklerin öncelikle şunu kendilerine sormaları gerekmektedir: Kurtulmak isiyor muyuz istemiyor muyuz? İşte bütün mesele bu…