İnsan, yaşadığı önemli öğretileri belekten silmemesi gerekir. Eğer, bilimci veya siyasetle ilgileniyorsa, bu ilke daha da önemsenmelidir. Yaşadıkça öğrenen, öğrendikçe kendi düşünce şeklini belirleme moduna giren, devamında da güncel gelişmelere gelince de birikim ile güncel yaşananları daha kolay sentezleme şansı oluşur. Salt güncel algılarla yorum yapılırsa, kolayca aldanma koşulu da oluşur. Birikim ve güncel bilgielri yan yana koyup karıştırınca da daha kolay kavrayıp ön görü yapma kolaylığı da gerçekleşir. Günümüz ister politik, ister ekonomik veya kültürel, sosyolojik olguları, ilgili kuramın yerleşerek birikimle taşlanınca, kendine göre daha net gerçeklerle yorum yapma olasılığı da gerçekleşir…..
Son Lübnan gelişmeleri, bana salt güncel gelişmeleri değil, tarihi kendi birikimlerinin de katgısıyla yazı yazmamı getirdi. Yıl 1978* Önce Ortadoğu ünüversitesinde, ardından Siyasal Fakultesinde verdiğim seminer aklıma geldi. Konu, Kıbrısın Stratejik sömürge kuramı oluyordu. Yanımda “Alpay Ertaç da” bulunuyordu. Dönemde gençlik hareketi olarak hem kendi genel düşüncemizi ilkelere oturtma, hem de Kıbrısa yönelik görüşlerimizi oluşturma nedenleri oluşturuyordu. Bizim öncelikle kulanıma koyduğumuz “Kıbrısın stratejik yönü” kuramının içeriğini doldurtma amacıyla yaptığım çalışmanın sunumunu yapıyordum. Gerçekten, Kıbrısın Stratejik önemi dilde sakızlaşırken, içeriğinin boş brakılması ve güne göre şahsi kulanımla konuşulması nedeniyle, hep anlamsız ve ezberden ötelere gidilemedi. İşte OTÜ ve Siyasal salonlarında Kıbrıslı Devrimci Gurup üyelerinin katılımıyla hazırladığım Sunum, bir Bir anlamda bu kuramın dolduruşu ve tutarlı bilgilerle hazırlanarak seminerleştirildi…..
Genel Ortadoğu incelemelerimde hep önemli noktalar tekrardan karşıma gelip gidiyordu… Ortadoğu sömürgeleşme veya Yeni sömürgeleşme döneminde dört önemli özellik oluştu. Bunalrdan birisi de Kıbrıs ve Lübnanın devletleşme şekli oldu. Öteki ülkelerin otoriter devlet biçimlerinden farklılıklar vardı. Kıbrıs ve Lübnan, ikisi de daha ta baştan daha cılız ve parçalanma kuralları içeren devlet yapılandırılma sürecini yaşadılar. Kıbrıs, iki ayrı etnik yapılarla resmen adı ünüter konsa da direk ikili parçalı ve dokunsan parçalanacak bir devlet yapsı oluşturuldu. Benzeri, Lübnanda değişik dinsel, mezhepsel ve etnik yapılarla örgütlendirilip, devlet buna göre şekilendirildi. Bir anlamda, kültürel veya inaç farklılıklarını direk devlet içi farklılaşmalara dek yerleştirip, otoriter veya sınıfsal baskılı devlet oluşmasının da önüne geçtiler. Bu kural, kolayca iç savaşların da fitilenmesini de yaratıyordu. Ek olarak, Lübnan ve Kıbrıs ülkeleri, konulan kurallarla kolayca dış müdahalelerle yeniden şekilenme veya muhalefet aksi yükselişleri engelemek için de yasalaştırıldı!*****
Konuyu fazla geçmiş oluşumla doldurmayacam! Ancak, bu ön bilgielr de gerekliydi. Nitekim; ben bu semineri verirken, hem Kıbrıs hem de Lübnan dış müdahalelerle işkal veya yeni yıkılmlarla parçalanma noktasına geldiler. Lübnanda Suriye ve İsrail resmen işkalci olarak ülkenin önemli kısmını direk elde tutuyorlardı. Kıbrıstan tek farkı ise Lübnanda işkallere karşı direniş hareketleri yükseliyordu!******
Son günlerde Lübnan yeniden gündeme geldi. İç çalkantılarla değil de direk dış müdahalelerle iç huzuru bozma hedefli nifus alanı mücadelesinin parçası olarak gerçekleşiyordu. Son Ortadoğu hamleleri ile Lipyadan Suriye topraklarına uzayan müdahalelerle oluşan acı sonuçlar, Lübnanda da sık sık pimler çekilmek istendi. Lübnan halkı, onca yaşanan acı gerçeklerle, birçok ülkenin düştüğü kağosa karşı direndi. Provakasyonlara gelmedi! Fakat, bölge ülkeleri ile ABD merkezli BOP plancıları ısrarla ayni kağosu “bahar adına” Lübnana taşımaya hala ara vermiyorlar. Son hamleler Sudi merkezli ve İsrail tetiklemeleri ile yeniden hızlandı…..
Düşünün ki bir ülke başbakanı başka bir ülkeğe gidiyor. Daha alana iner inmez birileri onu alıp hemen saraya getiriyor. Sonra, bu başbakan efendi oradan istifasını açıklıyor! Açıklarken de ilgili ülkenin düşman gördüğü kesimelri de suçlyor. Oysa: suçladığı ülkenin liderlerinden birini, ülkesinde ağırlarken de yardımlarından dolayı teşekür yaptığı ülkedir. Bu olay Lübnan başbakanı Harerinin başına geldi. Bunun basit gelişmesi ise Lübnan devlet başkanının istifayı kabul etmeyerek, başbakanın ülkesine gelip bu istifayı vermesi gerektiğini açıkladı. Lübnan basını ve önemli politikacılar konuyu “Sudi Arabistan yöneticilerinin, Hareriği tutsak alıp bu açıklamanın yapıldığını” söylüyorlar. Zaten, suçlanan gerek Hizbulah gerekse iran Sudielrin karşıt eksene koyduğu, israilin düşman ilan edip saldırmak istediği ve ABD proje gereği iran karşıtı eksene yönelik politik ortak eksenin yansıması oluyordu. Tabi ekleyelim: Sudi arabistanda da saray darbesi ile dış politikada iran eksenli saldırgan eylimlerin de artığı dönemde bu gelişme yaşanıyordu…..
Lübnan çok önemli kanlı olaylarla iç savaş ile dış müdahaleleri çok yaşadı. Bundan alınan derslerle, son bölgesel pim çekişlerine de alınan derslerle resmen oyuna gelmedi. Yapılan provakasyonlu cinayetler dahi parçalı Lübnanllı dinli mezhepli, etnik yapıları savaştıramadılar! Ancak, Lübnandaki huzuru bozma adına israilden Sudi Arabistana karşıt cepe hep provakasyon ve baskıları kulanmaktan geri durmadılar. Son Hareri olayı Sudilerin Lübnana karşı uyguladığı hamledir. Şimdilik halktan gereken karşılığı bulmadı. Hizbulahın hedef olmasının en önemli nedeni ise yine proje gereği israilin lübnana karşı yaptığı yakın dönemdeki işkal hareketine karşı bu örgütün direnmesidir. İsrail kurulduğu günden beri aldığı ilk önemli yenilgi tadını kendine Hizbulah lübnanda yaşatarak tarihe geçti. Bundandır ki ABD ilgili örgütü “terör” listesine aldı. Sudielrden israile, ABD ve Batı Avrupa en küçük siyasal bölge hamlesinde Hizbulahın ortadan kaldırılma çağrıları hep yapıldı.
Hareri ise aslında batının desteklediği ve Sünni Müslüman partinin lideridir. Ayrıca, bir çok uluslar arası telefon ve şirketin de temsilcilerindendir. Babası da yine Lübnan başbakanı oldu. Onun ölümü ise öldürtülerek ve yoğun probagandayla Hizbulah Suriye suçlandı. Suriyenin Lübnan işkali sonlanırken,yapılan tüm araştırmalarda çabalara rağmen olayın başında yoğun suçlanan kesimlerin olduğu da kanıtlanmadı.
Bu yaşanmışlıklar ve şimdilerde Lübnan gelişmeleri bize sistemin ısrarla bu ülkenin de kan gölüne döndürmek istemelerinin olduğunu anlatıyor. Kimse düşündürtmek moduna sokulmak istenmiyor! Fakat, öylesi bir siyasal zemin yaratılıyor ki bir ülke başbakanı başka ülke ziyaretine gidiyor ve orda istifasını ilan ediyor. Sonradan ona ulaşılamıyor! Tabi istifasını ilan yaptığı ülkenin de oldukça sicilinin kirli ve dibindeki Yemene yaptıkları da ortada savruluyordu. Ancak, sistem politikası olması nedeniyle bu yanlış kolay kolay doğru yöne çekilip ilgili kriz doğru kulanılamıyor. Lübnan yeniden ateş çenberine sokulup hemen dış müdahale ile ayarlanmak isteniyor. Yaşanan Ortadoğu kanaması yaranın da ötesine geçerken, bunlar engelenemezken, şimdi de ısrarla pim çekilip Lübnan ateşi de benzinle alevlendirilmek isteniyor. Bu içte din kulanılıp “tıpkı öteki bölge ülkeleri gibi” siyasal hesaplar yapılıyor. Buna başarısızlık anında israilden Sudilere varan güçlerin de katılımıyla, yeni bir bölgesel kanayan yaranın siyasal kazançlı kaynamasına tanık oluyoruz.
Kıbrısın doğusunda olan Lübnan, benzer koşullara da sahiptir. Sanırım, Kıbrıslılar bol bol düşmanlık söylemi yapacaklarına,daha çok bedel ödeyen Lübnanlılardan pim çekilişli,probvakasyonlu cinayetlere nasıl şimdiğe dek direndilerse, Kıbrıslıların da ezber nefretli söylemlerden sıyrılmaları şart. Bunları hep yazarken, “neden Kıbrıs dersleri almıyor” sorusu ile seçim dönemli palavra yarışmaları kafamda hep sorgu olarak durmaktadır. Dileyelim ki Lübnanlı duyarlılığı ile sistemin gözü nefretten dönen kesimlerinin biran önce gerçeklere dönüp, insanlık yönlerine hitap edecek kitlesel tepkilerin yükselmesidir. Özellikle israildeki ve aBD kamuoylarının tepkileri önemlidir.