Yeni yılımız kutlu olsun. Dua etmek veya dilemek yetseydi dünya başka bir yer olurdu. Ama dünya oturmaz. Haberlere göre en önemli sorunumuz ve sorunlarımızın anası Kıbrıs sorunu için kalındığı yerden devam edilmesi için isteklerini belirtmeye başladı bile…
Kıbrıs sorunu nedeniyle son aşamada devlet ilan etmeye kadar gidilmiş ama bu arada yeraltında kurulmuş olan bir yönetim evrim geçirerek devlet hem de demokratik hukuk devleti gibi görünmeye kalkmıştı. Dünyaya demokratik devlet öncülüğü iddiasında bile bulunan bakanların nutukları işitilmişti. Ancak konuşulmayan acı gerçekler ve koşulan rezaletler vardı. Güya barışçı yöntemlerle Kıbrıs sorununun çözümüne hazırdı ve Türkiye de yanında idi. İkisi de Rumlar egemenliği Türklerle paylaşmak istemediği ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaktan vazgeçmediği için sonuç alınamasa da sabırla çözüm armaya devam edeceklermiş. Öyle derler de Türklerden kim çözümü destekler ve federasyon derse vatan haini muamelesine de tabi tutulur.
Bu kadar da değil. Kıbrıslı Türklere Türkiye ve kendi iktidarları tarafında görüşmelerden bir şey çıkmaz, siz devletinizi güçlendirmeye bakın denir. Türkiyelilere de Kıbrıs’ın birleşmesi görüşmelerinin Kıbrıs’ı satmak demek olacağını söyleyenlerle asla satacak değiliz diyenler kavgası içinde anlam kazanan hikâyeler anlatılır. Annan planı sonucunu değerlendirenler de bunu gördüğünüz gibi bir çakıl taşı vermeden bir asker çekmeden atlattık diye açıkladılar.
Kıbrıs AB üyeliği için üye devletler onayladıktan ve formalite icabı üyeliğin ilanı kaçınılmaz olduktan sonra Annan planı onaya sunulduğu için reddedilse bile karar sonuçlandığı için “biz evet dedik ama cezalandırıldık, Rum hayır dedi ama ödüllendirildi” deme fırsatçılığı da kullanıldı.
Aslında değişen bir şey olabilirdi ama ona da izin verilmedi. AB Kıbrıs’ın tümü üye devlet oldu derken ambargo denilen kısıtlamaların kalkmasına çalıştı ama devlet gibi tanınmış olduğu sanılmasın diye koşullu olanaklar sağlanacak diye Türkiye razı olmadı. Kıbrıs Türk yönetimi de Türkiye’yi izledi.
Kıbrıs’la ilgili uluslar arası ilişkiler hukuku Ada’da ayrı bir devleti reddettiğini unutmadan hareket ederken Kıbrıs’taki taraflar da bunu resmen kabul ederek BM yardımlarıyla çözüm aradığı için sözde razı geldiler ama iki parça da fırsatçılıktan vazgeçmez. Sanki tek başlarına etkili olabilirmiş ve statükoyu değiştirebilirmiş gibi davranırlar. Sanki değiştirmekten vazgeçerek dünyaya yardım ederler. Onun için daha ne kadar bekleyeceğiz, artık oyalanmak istemiyoruz diye tehditler savururlar. Rum tarafı KKTC’nin tanınmasını önlemek için girişimler yapmaya çalıştığı gibi AB içinde de ikili temaslarla AB’nin Kıbrıs’ta çözüme yardımcı olacağına inandığı değişikliklere de engel olmaya çalışır. Öyle ki sürekli AB’nin kararlarına eleştiriler getirir, engellemeye çalışır ve üye devletleri birbirlerine karşı kışkırtır. Türkiye de karşı önlemlerle uğraşır.
Rum tarafı hem BM, ABD ve AB’den yardım ister hem de onların Kıbrıs politikalarına engel olmaya çalışır. Yetmez, halkını da onları başarısızlıktan tek sorumlu gibi görmesini sağlamaya çalışır. Uluslar arası neo liberal politikalarla sınırlı bir değerlendirme değil özel Kıbrıs Sorunu ilgili olarak da husumet yaratarak Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi umutlarını kendi elleriyle yok etmek ister gibi davranırlar.
Yöneticiler halkı aksine hazırladıkları politikaları sonunda kabul edin diye seçmene sunmaya cesaret edebilirler mi yoksa karşı tarafı reddettirmek için oyun mu oynarlar!
Bizim durumumuz daha da çetrefillidir. Çözüm isterim diyen hain olarak damgalanmaktan korkarsa orada çözüm nasıl sağlanabilir!
Biz Kıbrıs’ta statükoyu değiştirme gücü bakımından Rum tarafı kadar güçlü müyüz? Yunanistan faktörü bizim Türkiye faktörü ile tartılsa bizim gücümüz daha mı az, daha mı çok?
Bu sorular önümüzde durur ve tek tek ne yanıt verildiğini biliriz ama beğenmediğimiz yanıtları haksız ve adaletsiz diye reddederiz. Yanıtı yok edemeyiz. Örneğin Annan planına hayır dediler ama onlar ödüllendirildi dediğimizde aslında AB üyelerinin parlamento veya referandumlarla Kıbrıs’ın üyeliğini onayladıklarını ve ondan sonra Annan Planının referanduma sunulmasına izin verenin Türk tarafı olduğunu da biliriz. Sen geciktirdin ve üyelik kaçınılmaz hale geldi, üstelik Rum tarafı reddedince de “gördünüz bir karış toprak vermedik, bir asker çekmedik” dedik. AB’ye Türkiye’nin üyelik sürecinin ilerletilmesi karşılığı Kıbrıs’ın özüm olmadan da üye olmasına izin vereceğini onaylatan AB, buna dayanarak Türkiye’nin Kıbrıs’ta çözüme razı geleceğini düşündüğü için Rumlara esneklik geleceğini düşündü ve zorladı. Sonuçta her şeye rağmen yani AB’nin razı geleceği Annan modelini bile reddedecek biri seçimle gelerek projeyi yıktı.
Bu durum dünyayla oynayan, kavgayla ancak değiştirilebilecek amaçlar peşinde koşan iki taraflı ve hatta dört taraflı bir sorun demektir.
Anahtar birinin elinde değil ama gıkı çıkmayan taraf olan Kıbrıs Türk toplumu kendi arasında federal bir birleşmeye hazır olduğuna göre görev bize düşer. Seçimler etkin ve verimli bir kamu yönetimiyle silkinip kendine gelecek bir iktidar sonucunu getirirse halkın desteğini alabilir ve bağımsızlıkta ileri adımlar atıp geleceğine sahip çıkabilir.
Yoksa bugün varız yarın yoğuz. Ekonomik başat gelişme nüfus yapımızı yıktı geçti. Göç hala etkili bir erime sürecini gösteriyor. Türkiye’ye bağımlılık azalacağına artıyor.
Sonuç olarak bağımlılığa itiraz değil uyum nutukları ile geçmekte olan bir kampanya izliyoruz.
YKP muhalefete itiraz edelim, seçime katılmayız, serbest seçim koşulları sağlanmaz ve TC müdahalesi devam ederse diye çağrı yaptık. Bizi seçime beraber girelim, bizi destekleyin gibi itaate davet ettiler. 1990’dan beri seçime girerler ve demokratik ortam yoktur diye ağlarlar ama mücadele içine girmezler. Şimdi de öyle oldu. En serti bile özelleşmeye destek vermeye de başlayarak, KIBTEK hariç deyip iyileştirerek evete hazırız demeye başladı. Komşuda pişen projelere bakacakmış da iyileştirecekmiş! Proje hazırlamanın esas yetki olduğunu da artık unutmuş!
Seçmen artık görmeli ki proje istediği adaylara bakarak oy vermekle geleceğini kararttı. Projeler Türkiye’de hazırlanır, hükümet oradadır. Seçmenimiz taşeronu seçer. Razıysa gene seçsin ama ağlamasın diyemeyiz ama günahı paylaştığını söylemeliyiz.
Kıbrıs sorunu ile başladım çünkü nerede olduğumuzu, kimin elinin kimin cebinde olduğunu anlamamız için karmaşık bir yapı ile idare ediliyoruz. Nasıl olur da hükümet federasyona karşı iken yetkisiz cumhurbaşkanı görüşmeye devam eder, meclis görüşme ancak birbirini tanıyan devletlerle yapılır diye karar alır ama görüşmeler on, on beş yıldır sürer ve halk gene benzer kişileri seçer? Bu soruyu yanıtlayamayalım diye bu karmaşık yapı kuruldu ve devam ediyor. O nedenle idari reform, etkin ve verimli idare istesek de kuramayız. Polis neden yolsuz siyasileri kovuşturmaz diye kafa patlatma; polis Kıbrıs sorunu devam ettikçe Türkiye’ye bağlı kalacaktır. Döviz sallamaya devam edecek ve isteyen aday atıp tutsun, merkez para politikasını belirleme yetkisini Türkiyeliye verecek olduğu için para politikası onun elinde olacak seçilenin değil. Döviz yükselince ağlayan seçmen uyanmayacaksa YKP ne yapsın!
Seçmen sandığa gitmeyerek yitirdiği inancını ilan edebilir ve mücadele başlar. Başka şansımız yok çünkü seçim davulu çaldı ve en pahalı seçim kampanyaları başladı.