Güzel olan sokaktır -Halil Paşa

3886

YAKIN GEÇMİŞ AYNADIR

Barış mitinglerinin yapıldığı Annan Planı döneminin ertesinde birinci parti çıkacaksın. Annan Planına karşı olan siyasal partilerle kesinlikle koalisyon hükümeti kurmayacağına dair seçim öncesi ortak deklarasyona imza attığını unutup, özeleştiri verme gereği duymadan DP ile koalisyon hükümetikuracaksın. Yetmedi Kıbrıslıtürklerin tarihlerinde ilk defa, solun birleşip önderlik ettiği en kalabalık ve en etkili barış mitinglerini organize eden ve de CTP’nin hükümete, genel başkanının da toplum liderliğine taşınmasında büyük etkisi olan kendinin de içinde olduğu bir örgütü, Bu Memleket Bizim Platformunu işlevsiz kılacaksın.

Erken seçimde 25 vekil çıkaracak, hem Başbakanlığı, hem de en kritik bakanlıkları alacaksın. Cumhurbaşkanı da parti başkanının olacak. Ve hükümet ettiğin bu yıllarda statükoyu yerinden milim oynat(a)mayacaksın. Vesayet rejimi sürecek, statüko devam edecek. Dahası hükümet ettiğin yıllarda ne etkin bir kamu yönetimi oluşturabileceksin, ne de açılan ihalelerde rüşvet iddiaları eksilecek.

Toplum lideri seçtiğin parti başkanına gelince:

Eski yoldaşı Hristofyas çıkacak karşısına. Çözüm ve barış vaadini dinleyip sana oy vermek için sandığa koşan cemaatin bunun sonunda çözüm ve barışı beklerken, sen onlara Denktaş’ın vardığı sonuçtan, yani “çözümsüzlüğün suçunu karşı tarafın üzerine yıkmak” ile malul hayal kırıklığını bahşedeceksin. Fransız gazeteciler Maraş’ta fotoğraf çektikleri için hapse atıldıklarında, cevabın “Maraş’a izinsiz ben bile giremem” olacak.  Ve 80 bine varan insanın çözüm ve barış hayalini, günün sonunda Eroğlu’na Cumhurbaşkanlığını, UBP’ne de hükümeti teslim ederek bitirdiğinde, çıkıp bir özeleştiri bile yapmayacaksın seni o makama taşıyan seçmene.

Seni eleştiren solu, “marjinaller” diye küçümseyeceksin. Dağıttığın BMBP’nin yerine, kendi dışındaki sol partiler, sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin, çözüme ve barışa destek vermek amacıyla oluşturdukları “Kıbrıs Barış Platformu”na, kibir, hınç ve öfkeyle yaklaşacaksın. Yetmedi elinin altındaki sendikalarla ders vermek tecrit etmeye çalışacaksın. Örneğin 1 Mayıs’ı bile ayrı kutlamaya kalkacak ve bu adada yalnızca kendi zamanında 2 ayrı 1 Mayıs kutlanmasına “seyirci” kalacaksın.

Dahası da var ya. Hepsini sayacak olsak, bunlardan bir ay süreyle her gün için birkaç makale çıkar.

Eğer Tufan Erhürman başkanlığında CTP bu noktaya gerilemişse ve artık o güzel sloganlar da alıcı bulamıyorsa eğer, bunun nedenleri, salt sandığa gitmeyen ve boykot eden kendi dışındaki solda değil, partinin yakın siyasi geçmişindeki ilkesizliklerinde aranmalı. Örneğin son on beş yılda ellerinin tersiyle ittikleri sol değerlerde, özellikle kendi dışındaki solun eleştirilerini “ne olacak CTP düşmanları” kibriyle aşağılamakta aramalı. “Kuran kursunu, tenis kursu gibi sağlığa faydalı sportif ve masum bir talepmiş gibi gösterme” gayretkeşliğini hatırlamalı. “Türkiye’de oyum olsaydı AKP’ne verirdim” diyen ve HDP’nin demokrasi ve adalet mücadelesi için olumlu tek laf imtina eden, “solcu” liderini de hesaba katmalı. Yeniden ait olduğu UBP’sine dönen Sennaroğlu, milliyetçilik, islamcılık ve AKP’cilikle malul Nuri Çevikel ve şimdi de salt liberalliği ve işverenliği ile öne çıkan Toros’u vekil yapacak kadar verdiği değeri, kendi dışındaki sola ver(e)meyişinde aramalı. Hala Sultan Kolejinin açılışında boy gösteren başbakanını da unutmamalı.

Nihayetinde bu bir makale. Kelimelerin, cümlelerin de bir sınırı var. Gerisini de özeleştirini yapmaya hazırlandığını deklare eden yeni yönetim hatırlamalı.

Ada küçük. En küçük haberi gizlemek ne mümkün!. Geçmiş yakın. Bütün yukarıdakiler 10 bilemedin 15 yıllık olaylar. Yani gençlerin değil ama orta yaşlı ve benim gibi geçkinlerin yaşayarak şahitlik ettiği akılda yer etmiş “CTP hataları”. Unutulacak gibi değil!

SANDIĞA GİTMEMEK YA DA BOYKOT, SİYASİ DÜŞÜNCENİN MERAMIDIR

Sandığa gitmeyenler ya da sandığı boykot edenler kendilerini başka nasıl ifade edebilirlerdi?

Meramlarını nasıl anlatabilirlerdi?

Sandığı boykot edenler; “sokakta bir güç oluşturmadan, hükümetler kurup bozmakla değil statükoyu değiştirmek, kapının önünü temizlemek bile mümkün değildir!”

“Boykot edenler, sandığa gitmeyenler ne kazanmış?” diye soruyorlar.

Onlar bir şey kazanmak için değil, cemaatin kendini tüketirken bunu uyuşturmaktan başka bir işe yaramadıklarına inandıkları “bir kısır döngüden”,  “seçim kısır döngüsünden” vazgeçilmesi ve solun bunun dışında “siyasi alternatifler üretme” çabasına işaret etmek için sandığa gitmedi.

Türkiye’nin nüfusunu ve nüfuzunu kontrol altına almadan solun seçim kazanmasının bir anlamı olamayacağına işaret etmek için sandığa gitmedi! Zaten yıllardır bunu da yapıyordu.

Tabii bu üç aşağı beş yukarı “bilinçli sol kesimin” vermek istediği bir siyasi mesaj.

ETİK DEĞİL Mİ DEDİNİZ?

Bir hafta olacak hala sanal medya üzerinden Özgürgün’ün maaşının misliyle üzerinde ortalığa saçılan banka hesapları, dolarları unutulmuş, sandığa gitmeyenlerin, boykotçuların UBP’liliği araştırılıyor.

Hem UBP, hem DP ve hem de bunların türevi ÖRP ile koalisyon yapacaksın, beş on yıl sonra seçim kazanamayınca da; sandığa gitmeyenlerin solculuğunu sorgulayacak, “gizli UBP’li ler”, “UBP’ye hizmet edenler” diye sövgü edebiyatına başvuran taraftarlarına tek ses etmeyeceksin.

Sandığa gitmeyenler sola değil UBP’ne hizmet etmiş!

Hiç etik değilmiş!

Etik değil mi dediniz?

Ya Mağusalı CTP’li vekiller Mağusanın CTP’li Belediye başkanını, o da vekilleri “sandığa gömdüğünde”, seçim kaybettirdiklerinin “ruhlarına fatiha” için, helva partileri düzenlediklerinde etik miydi?

Demem o ki; yakın geçmişte kendi partilerindeki adaylarına seçim kaybettirip, Mağusa ve Girne’de belediyelerini sağın adaylarına teslim eden ve ört bas etmek için de “kol kırılır yen içinde kalır” diyen CTP, statükodan kurtulmak için seçimlerin bu haliyle çare olamayacağına dikkat çekmek için sandığa gitmeyen solun etikliğini mi sorgulayacak?

Kaldı ki sırf Toros dolayısıyla CTP’nin düzen partisi olduğunu ilan edecek, oy vermeyecek kadar partisine kızgın olan 40 yıllık CTP’lileri de mi boykotçular fitledi?

Siyasette etik olan ve olmayan ne?

Ama siyaseten etik olan bir şey vardır ki o da kişin ya da bir örgütün siyasi düşüncesini özgür ve cesur bir şekilde dışa vurmasıdır. Meramını entrikalar ve ayak oyunlarıyla alengirli bir şekilde değil ama yalın bir şekilde ifade etmesidir.

SÖVGÜLERİN BİNİ BİR PARA

Seçim sonuçları açıklandıktan hemen sonra sandığa gitmeyenlerin artan oy oranına bakarak ve de şaşırırmış gibi yaparak, “asker adadan ayrılıyor!” “devrim oluyor” diye alay etmekten tutun da; “bir yerlerine kına yaksınlar”, “UBP ile zaferlerini kutlasınlar” diye hakaretamiz cümlelere varıncaya kadar “sol” adına yapılan küfürlerin bini bir para…

Hakkını yemeyelim ilk atışı, her seçim öncesi olduğu gibi Kutlay Erk dostum başlatmıştı. Sandığa gitmeyeceğini söyleyenlere her zaman olduğu gibi o kibirli, küçümseyici üslubuyla “ne olacak marjinaller” mealinde salvosuyla.

Ama kaç seçimdir, boykotçuları, sandığa gitmeyenleri küçümseyen bu kibir, bir de baktık ki boykotçuları hedef tahtası yapan bir öfkeye dönüşmüş.

Hele şu lafa bakın: “Bunlar devrim olsa, kaçmak için onu da boykot edecekler…”

Öğretmen olan zat-ı muhterem de gülücükle karşılıyor bu yazılanı.

Bu laflarla mı sokakta “birlik mücadele dayanışma” yapacak sol?

SOKAK GÜZELDİR.

Burası normal bir devlet değildir. Denktaş beyin yeniden Cumhurbaşkanı adayı olmasının hatırı hilafına, 12 Eylül Cuntası tarafından bahşedilmiş, mali, ekonomik ve sosyal boyutu da Türkiye’deki iktidarlar tarafından üstlenilmiş bir alt yönetimdir.

Bunları bildiğinizi biliyorum. Yalnızca hatırlatmak için yazdım.

Burjuva demokrasisi, insan hakları, hukuku ve adaleti ile övünen batılı ülkelerde bile, sorunları salt seçim ve sandıkla çözmek mümkün değildir.

Bu nedenle o ülkelerde bile zaman zaman yapılan seçimi boykotlar ya da sandığa gitmeyenler arasında azımsanmayacak miktarda sivil toplumdan, siyasi aktivistlerden, gönüllülerden, anarşistlerden, solun çeşitli renklerinden mülhem “marjinaller”, yani siyasetin cesur temsilcileri yer alır. Bazen öyle anlar olur, siyasi kararlara sokak karar verir. O zaman bu “marjinaller” toplumun en fedakar kesimleri olarak kalabalıkların en önüne çıkarlar. Ve meclis denen “tiyatronun” üzerinde, sokak tüm ihtişamıyla bir güneş parlaklığında belirir.

Yine de yazmış olayım.

Sandığa gitmeyi kendine yediremeyenlerin, sendikalardan, sivil toplumdan ve meclis dışındaki sol örgütlerden olduğu kadar, hem CTP’den, hem TDP’den mücadele dostları vardır pek çok boykotçunun! Çoğu benden çok genç! Yarı yaşımda yani. Onlar birbirlerini “mecliste, toplantı salonlarında değil ama sokakta buldular”. Kavgada yani. Kimileri yine vekil seçildiler. İyi ki de seçildiler! Seçim olmadığı zamanları da önemseyen, yıllardır fedakarca partilerine olduğu kadar sokağa dost bu birkaç vekili de kutluyorum. Zaman zaman da olsa statükoya mecliste diken olacaklarına inandığım ve en çok da sokak dayattığında kavgaya hazır olacakları için.

Boykotçular gibi meclise birkaç kez yolum düştü benim de. O da protesto edip ses vermek içindi. Ama siyasetle müşerref oldum olalı, ta üniversiteli yıllarımdan beridir sokaktayım. Devrim, miting, kavga, toplantı, romantizm, isyan, değişim hepsinin en iyisi sokaklarda patrol gezer. Daha güzel bir Kıbrıs’ın tahayyülü, uzaktan komutalı bu meclisin dört duvarları arasında değil, sokaklarında, meydanlarında saklıdır.

Seçimi kaçınılmaz kaderi sayan, solculuğun kriterini de seçim günü “oy verip vermeye” indirgeyen, böylece cemaatinin kaderini sandığa makam koltuklarına ve meclisinin dört duvarı arasına mahkum eden, buna karşılık sokağın sesini hissetmeyen, sokağa heyecan duymayan ve sokağa hakim olmayı teferruattan ve soyut bir arzudan mülhem gören sayın “sövgüsahibi” dostlarıma gelince…

KKTC denen bu siyasi coğrafyada güzel olan kumanda merkezi karşısındaki AK binadan mülhem meclis binası değil, bu ülkenin, toprağıdır, ovasıdır, ağacıdır, dağıdır, vadisidir, deresidir, kıyısıdır ve denizidir.

Hasılı sokağıdır. İnsanlarının uğrunda , umarsız çıkarsız verilen fedakar ve cesur kavgasıdır güzel olan!.

Güzel olan sokaktır!.