Hala aynı kafada mıyız? -2- Ulus Irkad

581

İnönü’nün Kıbrıs Cumhuriyeti’nin terkedilmemesi konusunda politikalarını benimseyip gerek evlerini gerekse görevlerini terketmeyen Kıbrıslıtürkler de vardı. Dr İhsan Ali 1920’li yıllarda bir sol kemalist olarak başladığı siyaset yolunu, 1950’li yıllarda AB üyeliğini destekleyen bir yurtsever demokrat olarak devam ettirdiği görülmektedir. Son 2000’li yıllara kadar aşırı bir devlet milliyetçiliği politikası benimseyen CHP ve Türkiyeli sol kemalistlerin aksine, öleceği 1978 yılına kadar, Dr İhsan Ali, eğitimini tamamladığı İsviçre modeli ve demokratik cumhuriyetçilikle , AB hukuksal normlarını çerçeve belirleyen bir politika belirlemiş, 1964 yılında ve sonrasında TMT’ye yakın olmadığı için Baf’ta, Rum tarafında kalan evini ve kliniğini terketmeyerek, 1969-70 yıllarından da Makarios’un danışmanlık teklifini kırmayarak, Kıbrıslıtürk liderliğinden farklı bir çizgiyle siyasal çizgisini devam ettirmiştir. Aşağıda okuyacağınız gerek bir makale içinde belirtilen görüşler veya İnönü’ye gönderilen bir mektupta ifade edilenler bugün bile geçerliliklerini ve de Dr İhsan Ali’nin ne kadar öngörüşlü olduğunu ifade etmektedir. İhsan Ali’nin siyasal yoldaşları olan Avukat Ayhan Hikmet ve Ahmet Gürkan ise, 1962 yılında yeraltı örgütü tarafından katledilmişlerdi. Baf’ta bulunan ve Kıbrıslıtürk toplumunun muhalif liderlerinden sayılan Dr İhsan Ali, 1963 çarpışmaları sırasında da şu görüşleri savunmaktaydı:

DR İHSAN ALİ

“Son günlerde her iki tarafın bazı yazarları tarafından,bütün Kıbrıs halkının menfaatlerine zarar getiren şöven neşriyata hız verilmiştir.Bilindiği gibi bu neşriyata hız verilmesinin sebebi, yabancı memleketlerin bazı siyasi çevreleri tarafından ortaya bir “Kıbrıs Milleti” atılmış olmasıdır.Bu neşriyat yekdiğerinin milliyetine küfredecek derecede ileri götürülmüştür.Türkiye Hükümeti Dışişleri sözcüsünün de yapmış olduğu beyanata göre Kıbrıs’ta Türk ve Rum cemaati arasındaki ahengi ve karşılıklı itimat havasını bulandıracak bu kabil neşriyat zararlıdır ve iki cemaat arasında yeni çarpışma zemini hazırlayacak derecede tehlikelidir.

Biz her iki tarafın bu gibi neşriyat yapan yazarlarına hatırlatmak isteriz ki, ne Kıbrıs Türk Halkı’nın ne de Kıbrıs Rum Halkı’nın 1957-58 yıllarına dönmeye niyetleri ve tahammülleri yoktur. Hiçbir Kıbrıslı tekrar çoban kuyuları başında 60’lık ihtiyarların başını ezilmiş olarak , camileri ve kiliseleri yıkılmış olarak görmek istemez, birçok kadınların dul ve çocukların yetim ve öksüz kalmasını arzu etmez. Kıbrıs anayasasında Kıbrıs türklerinin Türklüğünü ve Kıbrıs rumlarının Elenliğini inkar eden bir madde yoktur. Kıbrıs Cumhuriyeti iki milli cemaatten teşekkül etmiş bütün bir devlettir. Çok milletli bir devlet tarihte ilk defa görülmüş değildir.

Türk olsun, Rum olsun basına mes’uliyetli çevrelere düşen vatani ve milli vazife, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yaşatmak ve tekamül ettirmektir. Kıbrıs Türk ve Rum Halkı iş istemekte , ekmek istemekte,sulh ve sükun istemektedir, kan küfür değil, biz demokratik bir Türk gazetesi olarak Türkiye Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün beyanatındaki şu sözlerini kendimize prensip ittihaz etmekteyiz: “Kıbrıs’ta Türk ve Rum cemaatı arasında ahengi ve karşılıklı itimat havasını bulandıracak neşriyat ancak zararlı ve tehlikeli neticeler doğurabilir. Bu gibi neşriyattan sakınmak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve bütün Kıbrıslıların menfaati icabıdır.” Bu kabil isabetli bir beyanatın Yunanistan’ın ve Kıbrıs rumlarının siyasi çevrelerinin de yapmasını haklı olarak sabırsızlıkla beklemekteyiz”(Avrupa Gazetesi, 13 Haziran 1998).

DOKTOR İHSAN ALİ’NİN 1963 OLAYLARINDAN DOLAYI İNÖNÜ’YE MEKTUBU

Ekselansları Sayın İnönü,

Başbakan

Ekselansları,

Kıbrıs Sorunu şu anda bir krize doğru gidiyor. Ekselanslarının hoşgörü ve yumuşaklığına dayanarak, Türkiye’nin sorunla ilgili şimdiki tavrının ne Kıbrıslı Türklere ne de Türkiyeli Türklere bir faydası olacağını belirtmem gerekir. Kıbrıs üzerindeki politikasıyla insanlığı yüzyıllardır sömüren İngiltere, durumdan faydalanmaktadır. Kıbrıs’ta seksen sene süren İngiliz İdaresi sırasında Kıbrıslı Türkler İngiliz’in kötü muamelesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu görüşü tasdik etmek için size yalnızca iki tane örnek vereceğim.

  1. Belediye Yasası Türklerin haklarını garanti etmediği halde sık sık bunun değiştirilmesi için müracaat ettiler. Fakat İngiliz Hükümeti ricalarını reddetti.
  2. Türkler, Hükümet hizmetlerinde memurlarının sayısının %18’den %20’ye çıkartılmasını istedikleri zaman, İngiltere tekrar başvurularını reddederek Hükümet memurluğunun toplumların nüfus oranına göre belirleneceğinde ısrar etti. Bunun için, şimdi, İngiltere’nin zıt tavrının görüşü içinde, Türk Cumhuriyeti ve Türk Kamuoyu Taksim ve Federasyon üzerinde onların samimiyet derecesinin farkına varamaz mıydı? Fakat, maalesef, bu gerçekleşmedi ve İngiltere, politikası ve ajanları vasıtasıyla Türkiye ve Kıbrıs’taki Türklerin ulusal hislerini sömürerek her iki toplumu gırtlak gırtlağa getirdi.

Türklerin büyük çoğunluğu, İngiliz’in “böl ve yönet” politikasına hizmet edenlerin Türk Hükümeti’ni devirmek için Kıbrıs Sorunu’nu kullanmak, Türkiye’deki ucuz politikacılarla işbirliği yaptığını gözlemlemiştir. Türkiye’nin Kıbrıs Halkı’na kötü niyetli dış politikacılar tarafından empoze edilen Londra- Zürih Andlaşmasında ısrar etmesi şayanı hayrettir.Gerçekte, Türk toplumu bu andlaşmadan bir fayda elde etmemiştir. Yarar sağlayanlar Liderlik ve takipçileridir. Çünkü bu andlaşmaların kendilerine verdiği konuşma özgürlüğünü kısıtlama hakkını kullanarak Menderes İdaresi’nden daha da kötü bir düzen sağlamışlardır. Ellerindeki yetkileri suistimal etmişlerdir. İngiltere’nin Evkaf’a vermiş olduğu bir milyon sterlinin yanında alınan Türk yardımı da geniş bir boyuttaydı. Kıbrıs Hükümeti’nin tahsisi genel bütçenin takviyesinin dışındaydı ve Türk Cemaat Meclisi’nin toplumdan topladığı vergiye rağmen toplumun gelişmesine harcama yapılmadı. Bundan başka Türk Cemaat Meclisi’nin geçen yıl yayınladığı bir rapora göre Evkaf, 6000 sterlin üzerinde borçlu bulunmaktaydı.

Sayın Dirvana’nın “Milliyet” Gazetesi’ndeki makalesinde açıklığa kavuşturulduğu gibi Liderlik toplumun gelişmesi için tedbirler alacağına, gereksiz yere Rumlarla kavga etmekteydi. İyi karakterli ve bilinçli Türklerin Evkaf’ın mali statüsünü öğrendikten sonra ne hissedeceklerini merak ediyorum.

Şimdi Kıbrıs’taki Türk-Rum ilişkilerine değinmek istiyorum; Adadaki Rum ve Türkler Türk-Yunan Savaşı’nda bile ilişkilerinin bozulmasına izin vermediler. Ve kesinlikle söyleyebilirim: Eğer yalnız başlarına bırakılmış olsalardı geçmişte olduğu gibi kardeşlik içerisinde yaşamaya devam edeceklerdi. Türkleri de içine kapsayan trajik durum için sorumluluk Türk Liderliği’ne ve gangsterlerine dayanmaktadır, Rumlara değil. Hemen hemen her gün bir masum insan vahşice dövülmekte veya bir çeşit işkenceye tabi tutulmaktadır. Türk Hükümeti kötü niyetlileri cesaretlendiren işgal tehditlerini tekrarlayacağına merhum Hüseyin Cahit Yalçın’ın (Meşhur bir Türk yazarı) bir zamanlar yazdığı gibi Kıbrıs’ın Akdeniz’de bağımsız ve turistik bir ada olması için elinden geleni yapmalıdır.

Bu gibi gayretler iki toplumun işbirliğini sağlamak için imkanların yaratılması noktasında toplanmalıdır. Bu ayrıca Türkiye ve Yunanistan’ın menfaatinedir.

Büyük güçlerin küçük devletleri birbirleriyle kavga ettirdiği tarihi bir gerçek değil mi? Bu tarihi gerçekten hareket ederek Atatürk ve Venizelos Türk- Yunan dostluğunu teşvik etmişlerdir. Anglo-Saksonlar iki toplumun bölünmesine çalışıyorlar.

Kıbrıs’ın taksimi veya federasyonu hem Türk hem de Rumlar için kötü olacak, özellikle Türkler bundan çok acı çekeceklerdir. Ortak Pazar’ın (Avrupa Birliği,u.ı) oluşturulduğu ve bütün Avrupa ülkelerinin buna katılmaya hazırlandığı bir anda, adanın bütünlüğünden ayrılan 100,000 Türk’ün bu statükodan ne faydası olacaktır? Bu gerçeklerin ışığındadır ki Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin ihtiras sahibi olanların tuzağına düşmemeleri için elimden geleni yaptım.

Ankara Radyosu’nun kaba bir şekilde benim temiz eylemlerim için bana küfür ettiği bilgime gelmiştir. Eğer bu küfürler Menderes Rejimi sırasında gelseydi bunu doğal olarak karşılayacaktım. Fakat maalesef sizin partinizin bakanlığına bağlı bir radyo istasyonu tarafından küfredildim. Üzücü olan bir taraf da , Menderes hain olarak asılırken, diğer tarafta da onun rejimi sırasında sizin sempatizanlarınızı tehdit eden destekleyicilerinin bakanlığınızın idaresi altında olan radyo istasyonunun yayınlarına etki etmeleridir. Bu istasyon beni hain olmak ve Makarios’u savunmakla suçlamıştır. Bu doğru değildir. Ben yalnız adaleti savunuyorum. Eğer zayıf bir davanız varsa bu sizin şu anda zayıf tavrınızın varlığını gösterir ve geçmişteki yanlış hareketlerle de ilintilidir. Eğer biz toplum olarak yanlışlar yapmış ve ihmalci olmuşsak, şu anda şiddetle değil de barışçı tavrımızı düzeltebiliriz. Bu itibarla bir Türk olarak söylemem gerekir ki, Makarios’un ılımlı ve nazik politik konuşmalarıyla Ankara Radyosu’nun kullandığı küfürbaz dili karşılaştırdığımda utanç duymaktayım. Evet paşam, Menderes’in Radyo İstasyonu devamlı olarak Menderes’in kahramanlığını övmekte ve sizi de hain diye suçlamaktaydı, fakat kimin hain kimin de kahraman olduğunu zaman göstermiştir. Radyo’dan size küfür edildiği zaman ciddi olarak üzülmüştüm ve şunu da söyleyeyim, ne ben , ne de ailem size yapılanlardan dolayı radyo yayınlarını dinlemiyorduk. Ve şimdiki istasyon sizin bakanlığınızın sorumluluğu altına girmesine rağmen, üzüntümü belirtmem gerekirse bana karşı ayni iğrenç küfürleri ve ayni isnatları duydum .

Ancak , Radyonuz ne kadar iğrenç dil kullanırsa kullansın, iki toplumun geçmişte olduğu gibi uyum içerisinde yaşayabileceği inancımı söylemekten hiçbir zaman tereddüt etmeyeceğim. Bağımsız ve bağlantısız bir Kıbrıs’ta sömürge döneminden farklı olarak Türklerin daha mutlu ve verimli olacağına emin olun.

Saygılarımla

Dr. İhsan Ali(Kaynak: Cyprus Today Dergisi, 1963- 64 Yıllığı)

 

KAYNAKÇA

Avrupa Gazetesi,13 Haziran 1998.

Dr İhsan Ali: Cyprus Today Dergisi, 1963- 64 Yıllığı)