Yarım yamalak devlet rolü olmuyor – Alpay Durduran

1334

Düşünce özgürlüğünü savunmalıyız. Esas olan o.

Meclis en yüce organdır. Meclise tecavüz edilmiştir.

Polis orantısız güç kullanmamalıdır.

İfade özgürlüğü olmadan düşünce özgürlüğünün anlamı kalmaz.

Hakaret ile ifade özgürlüğü karıştırılmamalıdır.

Yönetim etkin ve verimli olmadan kimse güvende olmaz. Polis de görevini hukuki ve yeterli kullanamaz.

Ortada suçlar var; yani yasalara aykırı olaylar var. Konuşanlar ise olayların suç olup olmadığını değil daha önce görülen olayların suçlarla benzerliğini ve onlara karşı takınılan tavrın emsal gibi bu olayların anlamlandırılmasına etkisini konuşuyorlar. Bir zaman da gene meclise saygısızlık anlamında olayların müsebbipleri davet edilip içerde ağırlanmış. Öyleyse bu olaylarda da ağırlayanları kınamamalı imiş. Polisi darbedenler ağırlanmış şimdi de polisin çekingen davranması makul hale gelmiç ve saire…

Devamla bazılarının arka kapıdan serbest bırakılmaları da konu ediliyor.

Konuşma çok. Buna Karpaz’da yasadışı yapıların yıkılması ama Girne’de yıkılma girişimi yapılması “gücün Karpaz’daki garibanlara yeter ama Girne’dekilere yetmez ha!” diye karşılanmasını eklersek konuştukça batıyoruz.

Nasıl olur da düşünce özgürlüğü savunulurken gösteri hakkı eleştirilir? Nasıl olur da hukuku savunurken hukukun uygulanmasına bile karşı duruş sergilenir? Basın ve halkın haber alma özgürlüğü çiğnenirken halkın birlik ve bütünlüğü tehlikeye girdi diye saldırılar desteklenir. “Ama bu neden gerekli olsun diye düşünülmez.

Çağa lâyık bir düzen temel insan hak özgürlüklerinin devlet tarafından desteklendiği ve ancak demokratik hukuk devleti içinde etkin ve verimli çalıştığı takdirde yeterli biçimde ve derecede destekleyebildiği insanlar tarafından anlaşılmış, kabul edilmiş ve her seçimde daha iyi bir durumun sağlanması için oyunu vermiş olmalıdır.

Bu durumun olmadığı, sistemin çok kötü çalıştığı, popülist iktidarların seçmeni arkası olmasını istediklerine oy vermeye, demokratik hukuk devletini ciddiye almamasını ve olası olmadığını düşünmesini sağlayıp kendi kendini arka arkaya seçtirdiğini görmüş olduk. Ayrıca parti içinde üyelerin parti daha çok oy alsından başka işini ciddi yapsın diye çalışmadığını izledik. Gene de durumu tam açıklamış olamayız, değil mi?

Çünkü bir yönetim ve seçmen-halk ikilisi değil bir bize has güdüm konusu var. Yönetim parçalıdır. Tarımda neleri destekleyeceğini Çukurova veya başka ajans belirleyecek, çok sıkıntısı çektiğimiz su sorununu çözmek için Başka bir ajanstan belirlenmiş projelere başkaları karar verecek… gölet sayısını unuttuğumuz gibi kaçının ne işe ne kadar yaradığını soramayacağız. Çünkü parasını Türkiye gönderdi denilecek. Merkez bankasının başına da oradan atama yapılacak ve ay sonu maaşları bile ödeyemeyeceğiz o olmasa diyenler seçimlerden zaferle çıkacak!

Şimdi de polis kimden ve nerden emir aldı diye muhabbet yapacağız. Hukuk devletinin ayaklar altına alındığı bir, sistem adı verilen düzenin yürürlükte olduğunu halk da seçime katılmayanların sayısıyla belirtmiş ama bu durumu tartışacağımıza sükûnet ve iş ve güç birliği ile hükümeti kurma öğütleniyor.

Birincisi her eylemi faili yüklenecek; adaletin-yasanın önünde her koyun kendi bacağından asılacak. Olay da bağlamda geçmiş olaylara akmadan değerlendirilecek. Sonra durum en geniş görüşaçısıyla değerlendirilecek.

İkincisi başkanlık rejimi gibi safsatalara ve koalisyon kurma zorluklarına değinip de sorunu orada aramak olmaz. Çünkü hepsinin örnekleri önümüzdedir. Başkanlık rejiminin en ünlü örneği Trump’ın haberlerini sürekli duyuyoruz. Bütçesi kesildi ve üç gün devlet kapandı. Hem de senato ve temsilciler meclisinde partisinin çoğunluğu varken. Çok uzun süre ABD’de  bir tarafta biri diğer tarafta başkası çoğun elde eden iki partili sistem çalışırken. Avrupa’da çok ülke parlamenter sisteme sahiptir ve koalisyonlarla çalışmaktadır. Orada olur da bizde olmaz mı deyip biz yakışan başkanlık rejimidir diye konuşanlar da geçmişe bakmalıdır. Eroğlu’nun parlamenter sistemi ezip başkan gibi davranan Rauf Denktaş’ın elinden kurtulmak için bayrak açtığını ve ilk kurucu mecliste parlamenter rejime geçildiğini, ikinci anayasada da tekrar onaylandığını unutmadan ele almalıdırlar. Onlara yaşadığımız zamanda bu sürenin tek ortak noktasının Türkiye para vermezse maaşları bile ödeyemeyiz diyenlerin iktidarının ve tüm temel kararların bizimkiler tarafından değil başkalarının elinde olduğu uzaktan kumandanın olduğunu unutmamalarını öneririm.

Bir anımsatma da kıskanılan İsveç’te rejim meclis hükümetidir milletvekillerinin hepsi hükümete katılmaya hak sahibidir. Hiçbir parti hükümeti yoktur. Almanya’da beş aydır hükümet kurma çalışmaları da sürmektedir. Kimse de haydi kurun artık diye zorlama yapmamaktadır.

Yani meclisin en yüce organ olduğunu anlamak için saldırıya uğraması mı gerekirdi! Bırakalım bir çiçek açsın bir düşünce çatışsın!