Yazıyı yazarken, tarih 12 Mart günü olmaktaydı. Hani meşur yakın tarihli 12 Mart var ya! Türkiyede verilen Muhtura ile yaşatılan darbenin tarihi yıl dönümü olan gün… Ben işte aradan onca yıl sonra, tam da yaşlı döneminde ayni gün ayına çakılan, fakat aradan çocukluk gençlik arasından geçen bunca zaman sonrasındaki 12 Mart gününde bulunuyorum. Üstelik, tam da hafta başı Pazartesi denilen günle çakışan birliktelikte. Tabi ki sadece bizim ekran veya Türkiye kamuoyu değil, tüm kesimler bu yaşanıp geçen önemli tarihi günü çoktan belleklerinden sildirti! Öyle sildirti ki yüzleşme veya gereken derslerin de adı nerede ise konulmadı. Zaten, sorgulanma doğrudürüst olup, gerekenlerden dersler alınıp, ayni yanlışlar yaşanmasa, 12 Mart darbesi ile sıçramalı yeniden Emperyalist yükselti ilişkilerinin günümüz sonucuna gelinmezdi. 12 Mart döneminden canlı kalan anılar ise Denizlerin idamı, Kaypakkayanın işkence direnişi ve Kızıldere Katliyamı oldu. Oda, devrimci kırıntıların günümüze dek taşınan yapılarının sonucudur. Aslında, 12 Mart gibi askeri darbeli, daha üst Emperyalist Yeni sömürgeleşme süreçleri, taşıdıkalrı geçmişten günümüz yapılanmasının devamlılığı sonucu, bu kirli sayfalar hep yok saydırtmak istenerek, bazen saptırılarak, günümüz idolojik köklerin de nedenleri sildirtilmek amaçlanmaktadır. Sanırım; 12 Mart karanlık tarihinin anımsatılmama konusunda tıpkı öteki yaşanan yakın tarih önemli süreçler gibi, günümüzde anımsanıp sorgulanmamasıyla, onca yanlışın da yanlışlığı da ötelendirme başarısı olarak tarihe yazıldı. Eğer, tüm geçmişteki kanlı, karanlık sayfalarla yüzleşip, doğrularla gerçeklerle karşılaşılsaydı, bugün birçok ayni karanlık sayfaların tekrardan daha ağır bedellerle yaşanması da olamazdı….
Bakın, daha günün ay tarihi konulurken dahi, şu benim belleklerim hemen uyanıp, yaşlılıktan gençlik veya çocukluk dönemlerime dek gelir. İstersem, Türkiyedeki yine daha yakın Gazi Mahalesi katliyamını da aklıma takıp yazarım. Ben ne yazık ki havızamın böylesi uyarıcı konumuyla, aslında gerçeklerle yaşamanın bedelini de yaşamın her döneminde inanılmazlarla da ödedim! Her anı içinde mutlaka önemli sızı ile kendimi de buluyorum. İşte böylesi günde uyanıp, Yeni Erenköy, Karpaz yöresinden Lefkoşa yoluna düşmek için, günümü başlatım. Daha şafak sökerken, yolda yürürken, belediye abideli, çöp kokuları, zaman zaman yollara dek yayılan çöplerle, kirli kokular ve uçuşan sinek seslerine karışan,kuşların cıvıltısı ile arabaya binmek için kahvede oturup arabayı beklemeye başladım…..
Bunlar gayet normal olan zaman zaman yaşadığım sabah tekrarları gibi oldu. Belki bilmeyen kesimler “sokaklara dek yayılan çöp” imgesini anlamayabilir! Fakat, Kuzey Kıbrısta yaşayanlar, yazılarımı dikatli okuyanlar, yeni Erenköy belediye hikayesi ile gelinen sonucu da gayet münasip şekilde kavrayacaktır. Senelerdir bir belediyenin, Derebeyleşerek batırışının filmini çeker gibi bolca yazılarımda tekrarlarla yazdım. Şimdi de bu sahnenin son perdesi için, senaryo yazanlar, sonuç arıyor. Yoldaki kokular ve yayılan çöp gerçekliğinin altında bu yaşananlar vardır. Hele, kamuoyu hikayesi banbaşka derslik sonuç! Onca felaket, kokularla bedel ödeyen ahalinin sesizliği, bolca medyanın hala duymazlığı, politik alanda bahane arama çabaları dışında konu hala askıda!….
Ama, güne başladım. Yoldan geçip, kendi becerimle de kahveye ulaştım. Zaten, kahvenin yakınında da kokularla yükselen abideler de istemeseniz de sizi rahatsız ediyor. Fakat, sabahleğin kahveye gelen bazı insanlar bunun şikayeti veya rahatsızlığı yerine, dikatle televizyona yoğunlaşıp, Ana Akım medya üzerinden Afrin operasyonunun algı operasyonuna yoğunlaşıyorlardı. Gösterilen gössel algılarla da “muhteşem” başarılara kendilerinin de sanki oradaymışlarcasına katılma refleksleri de oluyordu. Yerini bilmedikleri, sorunun amacını kavramayan ve görsel algıyla yetinilen insanlar, banbaşka Afrin haber dünyasında takılıp kalıyordu. Kendi içlerindeki pisliklerin kokusundan dahi rahatsız olmadan, bu görüntüelrle adeta güne başlıyorlardı….
Ne Afrinin yerini, ne orada olanları ve özellikle söylenen “Afrin, Afrinlilere verilecek” sözlerin içeriğini düşünmeden, askeri görsellerle adeta yeni dünya görüşleri oluşturuluyorlardı. Kendim kendimle karşılaştım! Afrin hareketi başlarken, ben şu kendime has ön görüyü yazdım: Afrin girişimi kendine has önemli özelliği vardır. Bunu bilmeden konuyu anlayamayız! Bundandır ki Afrin üzerindeki söylenecek önemli cümleler, doğruları ifade edecekse de bunun idolojikleşme gerçeği nedeniyle sert karşılık gelecektir. Nitekim, ben bunu yayında söyledikten sonra Afrika gazetesindeki işkal kelimesi direk Erdoğandan karşılık bulup, yükselen ses sonrası Afrika linç hareketinden Meclis tepesine bayrak salama olaylarına dek uzadı…..
Tüm bu karışıklıkta, ahali televizyonda Ana Akım medyada Afrin haberlerini izleyerek oradaki bilgileri yeterli bulup, yeni düşünce şekliyle beyinlerini dolduruyordu. Bunu yaşadıktan sonra, Lefkoşaya gelip, evime uğradıktan sonra Bilgisayarı açtım. Artı Gerçek Gazetesinden Armağan Kargılının yazısını okudum. Giriş bölümü adeta sabahleyin ki yaşanan tanıklaşmanın da çakışma tamamlayıcı bilgisi gibi oldu. Özetle yazıda şu önemli tesbit vardı:
“Özgür basın olmak için, sadece özgür haber yapan gazeteci olmak yetmiyor! Onu okuyup sorgulayacak okuyucuya da ihdiyaç vardır…. Gazeteci haberi sadece demeçle alıp yazmakla değil, onun tarayarak gerçekleikle tamamlaması gerekir. Okuyucu da kendine sunulan haberle yetinip onu alıp doğru kabulenmemesi lazım. Okuyucunun da aldığı gazete haberini sorgulayarak doğurusunu istemesi gerekir. Gazetecinin gazetecilik yaparak, okuyucunun da doğru gerçek haber isteyerek ve onu okuyarak ancak özgür basın oluşur. Birisi olmazsa özgür basın da olmaz” diye özetlenir……
Gerçekten, Afrin hareketinde direk Türkiye yetkilileri “Fetedeceğiz, Misakı milli sınırlarımız, Afrini Afrinlilere vereceğiz, Buradan elde edilen yerler” gibi ifadeler kulanılmaktadır. Bunların hepsi de işkal kuramın değişik versyonlarıdır. Üstelik, daha da travmatik gerçekler vardır. Suriyenin Toprak bütünlüğü denilirken de iş Afrin gibi konulara gelince Toprak bütünlüğü ifadesi de buharlaşır. Ayni şekilde, Güvenlik Konseği, Suriyenin geneli için ateşkes kararı alır. ELnusra ve IŞİD gibi örgütler hariç kılınır. Bu yapıların etkin olduğu Doğu Gutaya Suriye hükümeti operasyon yaparken, sesini çıkaran Güvenlik Konsey bazı ülkeleri, nedense Suriye geneli ifadeli afrindeki savaşa hala direk ses vermiyor!
Bunlarmı yetecek: Türkiye ABD ikidebir Suriye toprak bütünlüğü derken, nedense son görüşmelerde Suriye topraklarındaki paylaşım veya ortak tanpon bölge buluşmalarına ağırlık verdiler. Bazı yerleri ortak yönetmek ve Suriyenin Kuzey bölgesinde kendielrinin kontrolunda güvenlik bölgesi kurma gibi işkalin yeni tamamlayıcı ince cümleleri politiğini yazmaya çalışıyorlar. Nedense, Suriye toprak bütünlüğü ile Suriye devleti gerçekliğini bir arada kulanmayıp, kendi işkaleri veya orada kalıcılaşmaları için “güvenlik bölgesi” denilip, hem de kendielri de yeri geldiğinde “terörist” dediği örgütlerin orada kalıcılaşmalarını da istiyorlar. Aslında, Suriye oynunda, şimdi kaybetmiş alandaki rolelrini değişik kalıcılaştırma politik hamlelerine de tanık oluyoruz.
Son dönemde sık sık sorduğum soruyu yazının sonunda soracam: Türkiye, Afrina doğru harketini Rusyadan da onay aldı. Hem Türkiye, Hem de Rusyanın Suriye politikasında hedeflri vardır. Soru şu: Türkiye yakın tarihte atığı Rus kazıklarına, yeni birini mi ekliyor?