12 Eylül 1980 öncesi Türkiye’de gençlik çok okumakta ve okuduklarını da tartışmaktaydı. Bu okuma, araştırma ve tartışmaların sonunda aslında toplum öyle bir bilince erişecekti ki Türkiye daha demokratik bir ortama gelecekti. Türkiye’de solda 49 fraksiyon vardı. Fraksiyonların olması dinamizm ve fikir üretimi demektir. Alternatiflerin bulunması ve görüşlerin zenginleşmesi demektir. Bayağı dinamizm yaratan bu fraksiyonlar aslında Kuzey Kıbrıs’ı da etkileri altına almışlardı. İGD (Türkiye Komünist Partisi Öğrenci Gençlik Derneği-İlerici Gençlik Derneği) paralelinde, SSCB’yi tanrı gibi gören KÖGEF (Kıbrıslılar Öğrenci ve Gençlik Federasyonları), aslında hiç eleştirel düşünce geliştirmeden sol bir mücadele yapma peşindeydi. Kayıtsız şartsız kuru kuruya bir Rus Sovyet hayranlığı ve bir sol mücadele taraftarıydı. Oportünizmle, seçimlere CTP kanalıyla hazırlanmaktaydı. Nitekim 1980’ler sonrası bu parti büyümeye başlamıştı ama açıkça da yazalım, 1970’lerde kurulunca Kıbrıslıtürk liderliği ve teşkilatın kendilerine yaptığı baskılardan ötürü bir saygı kazanmışlardı, yoksa olaya bir fraksiyon, ideoloji ve gerçek bir Marksist olarak bakanlar için parti, günün birinde çökecek veya burjuvalaşıp sadece seçimci bir parti olacaktı. Sovyetler Birliği’ne eleştirel bakılmadığından, Stalin Dönemi’nde ne olduğu, bürokratların Sosyalist mekanizmayı ellerine geçirip, aslında poleteryayı baskı altına aldıkları şeklinde eleştirel, görüş pek işitilmiyordu. Ama aksine 1975 yılından itibaren Halk-Der’i kuracak olan ekip, CTP’ye başlarda eleştirel olarak yaklaştıklarından dolayı, partiden atılmış ve onlar da 1977 yılında, CTP dışında bütün kaza merkezlerinde örgütlenmeye başlamışlardı. Halk-Der içinde bulunan Dev-Yol ve Kurtuluşçular, Türkiye’de de örgütlüydüler. Kurtuluşçular kürtleri de küçümsemiyorlar, eğer bir Sosyalist mücadele olacaksa, ya birlikte veya olmazsa ayrı ayrı mücadeleler verilebilirdi onlara göre. Dev-Yol’cular ise tüm Türkiye’de Sosyalist devrimi öngörüyorlardı. Sol Kemalizme karşı daha toleranslıydılar. Kürtlere karşı yaklaşımları bu konuda farklıydı ve onlara gore Kürtler de kurtulacaksa, Türk halkıyla, Türk proleteryasıyla birlikte kurtulacaklardı. Kurtuluşçuların çıkardıkları “Kurtuluş” Dergisi, 1977’li yıllardan itibaren Kürtlerin örgütlenme ve kurtuluş tezlerini yazmaya başlamışlardı.
Kurtuluş veya Dev-Yolcuların dergi veya gazeteleri Kıbrıs’a da gelmekteydi. Halk-Der zaman zaman broşürler basarak bunları her kazada dağıtmaktaydı. 1977 veya 1978 yıllarında Girne’de benim de bulunduğum bir grup, broşür dağıtırken yakalanmıştık sivil polislere. Bu sırada polis bana ismimi sormuş, ona “Ulus Hüseyin” (şaşırtmak için babamın adını vermiştim) yanıtını vermiştim ama, sivil polis Ulus yerine adımı defterine Oğuz Hüseyin yazmıştı. Dolayısıyla bu tutuklanma işi Milli eğitim Bakanlığına gidince, Öğretmen Kolleji’ne kayıtlı Oğuz Hüseyin isimli bir öğrenci kayıtlarda bulunamayacak ve Oğuz Hüseyin’in, Öğretmen Kolleji’ne kayıtlı olmadığı ileri sürülecekti. Tabi bu arada yakalanan bir arkadaş ne konuştu bilmiyordum ama ona İlkokul Eğitim Müdürü “O Oğuz Hüseyin’e söyle, bundan sonra yakalanırsa işi zor olabilir” diye bana da bir şekilde tehdit göndermişti. Yani sonuçta kim olduğumu anlamışlardı…
Herneyse birkaç 1 Mayıs töreni bu sırada gittik sonra büyümekte olan Halk-Der açısından bayağı kalabalık geçmişti ama egemen kesimler artık Türkiye’deki benzer fraksiyonlarda olduğu gibi, Kıbrıs’ta da Halk-Der’den korkmaya başlayacaktı. Korkunun en büyük doruğu; 1980- 1 Mayıs yürüyüşünde olacaktı. O dönemlerde askere gitmiştim. Olayları askerde izlemekteydim. Mümkün olduğunca da kitap v e broşür getirerek bayağı da okumaktaydım. Bu arada tabi okuduğum kitaplar yasak olduğundan dolayı da onları gömmekteydim. Birgün beni Askeri merkeze çağırarak okuduğum kitaplardan dolayı mahkeme kağıdımı hazırlamışlardı. Yani anlayacağınız kitap okumak gibi önemli bir olay maalesef askerde yasaktı ve maalesef beni ispiyonlayanlar arasında yakın arkadaşlarımdan bazılarının da olduğunu anlamıştım. Herneyse, birkaç ay sonra darbe olmuştu. Darbe sonrasında darbeci generaller, Kıbrıs’ta da bir darbe yapıp, devrimci gençleri toplayıp Ankara’ya götürmeyi planlıyorlardı. Ben bu işin gerçekçi bir senaryo olduğunu daha sonra çok emin yerlerden öğrenecektim. Bu arada bu güdüyle korunmak için de olabilir, bir kısım arkadaşımız TKP içine girdiler ve gerçekten 1981 seçimlerinde, TKP içindeki bu arkadaşların örgütlü çalışmaları ile TKP, tarihte hiç görmeyeceği %28 gibi bir oy kazanacaktı ama Darbeciler seçim sonrasında da aynı şekilde Kıbrıs’ı ziyaret merkezine çevirerek, Dev-Yol’cuları ve Kurtuluşçuları toplama tasarılarını plana koydular. Olayı isterseniz şimdi de, o zamanki Başbakan rahmetli Mustafa Çağatay’dan dinleyelim:
“1980’li yıllarda 12 Eylül Darbesi sırasında başbakan olan rahmetli Mustafa Çağatay 12 Eylül’de Kıbrıs’a yapılan baskıları dolaylı da olsa kabul ediyordu: (Bk. Önemli Bir Dönemin Tanığıyla…Mustafa Çağatay’la Konuştuk, söyleşi , Neriman Cahit, 31 Mart-1 Nisan, Ortam Gazetesi)
N.C- 12 Eylül darbesinden sonra Siyasal Partiler Ankara’ya çağrılmış ve Genel Kurmay Başkanlığı’nda, Kıbrıs’ın Kuzeyi’nde de bir darbe yapılması imajı yaratıldığı ve sizin buna şiddetle karşı çıktığınız söylenir. Olay neydi Sn Çağatay?
M.Ç.- Ona da şöyle cevap vermek durumundaydım tabii; gerçeği tam yansıtması bakımından önemli ve gereklidir. Ordaki havayı kişi kendine göre değerlendirebilir. Ama, böyle bir sonucu ben kesinlikle çıkarmadım. Ama orda, Genel Kurmay Başkanlığında bir toplantı düzenlenmiştir. Partiler, hep birlikte ordaydık. Ama, ordaki konuşma beni hükümet başkanı olarak etkilemişti ve Genel Kurmay adına yapılan konuşmada Kıbrıs’ı ve Kıbrıs’ta cereyan edenleri tam olarak bilmedikleri izlenimi içerisinde bir konuşma yaptım orda. Kıbrıs’taki gerçek durumu ben kendi anlayışımla ortaya koydum. Ve öyle inanırım ki o konuşmada benim söylediklerim etkili olmuş olacak ki daha sonra, Genel Kurmaylıkta hava tamamen değişti”.
Sayın Alpay Durduran da hedefte Halk-Der’in olduğunu anılarında şöyle dile getiriyordu:
-Evet, Seçime az kala bir Kırmızı Kitap hikayesi çıkardılar. Seçim tartışmalarının içinde Sayın Nurettin Ersin, Evren’in sağ kolu, Kıbrıs’a geldi ve bizi Kolordu Komutanlığında bir toplantıya çağırdı. Bizi dediğim siyasi parti ileri gelenlerini. Orada ilginç bir durum yaratıldı. Bir çember oluşturuldu ve çemberin ağzına da Sayın Nurettin Ersin oturdu. Başladı bir takım sorular sormaya:
-Sizin isminiz?
-Mücahitlik yaptın mı?
-Nerede?
-Gördünüz mü bu mücahit.
Bu sorularla orada bulunan herkesi mücahit ve milli kahraman ilan etti.
Ondan sonra dedi ki madem herkes milliyetçidir, bütün partiler Atatürkçüdür, hizmet partisidir, böyle sağ-sol diye ayrılmanın anlamı yoktur.
Ondan sonra bir yemek verildi. O yemekte de ayni şeyler söylenmeye başlandı. Tabi muhalefetten bazı kişiler bizde şöyle yolsuzluklar vardır, böyle iskan rezaleti vardır dediler. Bu eleştiriler Ankara’dan gelenler tarafından :
“Bunlar bizde de vardır, ufak-tefek şeylerdir” dediler.
Nurettin Ersin o gece sert bir şekilde konuşuyordu. Vuruşanlar, sağ bölünme, sol bölünme, memleket bölündü gibi sözler sarf ediyordu. Konuşmanın seyrinden zamanın Büyüelçisi İnal Batu rahatsız olmuş olacak ki “Ama efendim burda Kıbrıslılar birbirlerini öldürmediler” diyor. Doktor Küçük Elçinin sözünü keserek, “ama burada da Halk-Der var…” Top, tüfek elde saldırmaya hazır insanlar varmış gibi konuşuyor. Sanki suç işlemeye hazır örgüt varmış gibi…” (Bak Eylül 1990, Yenidüzen Gazetesi, 12 Eylül ve Kıbrıs, sf. 6)
Yeni nesillerin son 44 yıllık tarihi hatta daha da öncesini, bilmeleri ve aynı yanlışlara düşmeyip varolmak,yeni mücadele alanları belirlemeleri için, bu yaşanan tarihsel olayları iyice ve sağlıklı değerlendirmeleri gerekmektedir…