Yarı karanlık bir sahne var karşımızda. Bilimin henüz keşfetmekte olduğu dünyaya atıf yapılmış belli ki. Enerji Bakanlığı tarafından Akkuyu nükleer santralinin temel atma töreniyle eş zamanlı olarak yayınlanan nükleer enerji kamu spotunun ilk sahnesi bu. Siyah ceketli bir adam; medar-ı iftiharımız Prof. Dr. Aziz Sancar, bu henüz keşfedilmemiş dünyayı aydınlatarak teknolojik yarınlara doğru ilerliyor! Ortamda bir Matrix havası. DNA sarmalları, ‘Sancar’ın kah ayağının altında, kah elinde parıldıyor.
Hayatın ironisi işte: “DNA onarımı“ çalışmasıyla kimya dalında Nobel alan Sancar, nükleer enerji reklamında tüm heybetiyle karşımızda duruyor. Oysa radyasyonun DNA’ya zarar vererek mutasyona yol açtığını herkesten çok o biliyor olmalı.
Sancar “Güç nedir?“ diye soruyor. UNESCO ödüllü Prof. Dr. Bilge Demirköz yanıt veriyor: “Geleceği planlamak için daha fazla enerji üretmektir.“ Oysa bir gelişmişlik kriteri olarak “daha çok enerji üretmek“ kabulü geride kalmadı mı? Maharet daha az enerjiyle geleceği planlanmakta değil mi?
Bizi duyan yok elbette. Nükleer enerjinin “masumiyetini“ anlatmak için ille de çocukları kullanan reklamda sırayla şu cümleler dökülüyor ağızlardan: “Hayat kurtaran tıp teknolojilerini geliştirmek için“, “Uzay çalışmalarında bayrağımızı dalgalandırmak için“, “Bilimde çok güçlü olmaya ihtiyacımız var.“ İnsan sormadan edemiyor: Ne alakası var bunların nükleer santralden elektrik üretmekle?
Sanki “Bayrağımızı uzayda dalgalandırmaktan“, bizi bilimde çok güçlü olmaktan alıkoyan nükleer santral eksikliği! Evde elektrikler kesikmiş de biz o yüzden uzaya çıkamamışız sanki! Öylesi bir kandırmaca. Oysa Türkiye’nin bilimsel çalışmalara ne kadar değer verdiği, geçtim ihraç edilen barış akademisyenlerini ve içi boşaltılan eğitim sistemini, bilim insanlarının bu reklam filminde propaganda malzemesi olarak kullanılmasından bile belli değil mi?
Milliyetçilik soslu nükleer güç
Reklamın mesajı ise milliyetçilik soslu “nükleer güç’ vurgusu. Lakin kötü haber: Akkuyu nükleer santrali bittiğinde Türkiye nükleer güce sahip olmayacak. Zira Türkiye’nin yaptığı sadece teknoloji transferi: Rusya, Türkiye’nin kendisine bedelsizce verdiği inşaat alanına; yani kendi toprağına, kendi geliştirdikleri teknolojiyi kuracak, ürettiği elektriği de Türkiye’ye satacak. Hem de Türkiye elektriğin birim fiyatına 12.35 dolar sent üzerinden –piyasada elektriğin birim fiyatı 4 dolar- 15 yıllığına alım garantisi verdiğinden yaklaşık 3 kat daha pahalıya. Yani ortada öyle anlatıldığı gibi “milli enerji“ yok. Üstelik dışa bağımlılık da söylendiği gibi azalmayacak. Aksine doğal gaz üzerinden zaten bağımlı olduğu Rusya’ya nükleer santral nedeniyle daha da bağımlı hale gelecek Türkiye.
Bu reklama neden ihtiyaç duyulduğu, reklamın neyi, nasıl anlattığının yanı sıra anlatmadıklarında da gizli. İnşaat sırasında yaşanacak doğa tahribatını, ilk üniteyi AKP’nin 2023 hedeflerine yetiştirmek için feda edilecek güvenlik önlemlerini, yıllık yaklaşık 120 bin ton yüksek seviyeli atığın üretileceğini, bunların en az 60 yıl Mersin’de kalacağını ve dünyada atık sorununun çözülemediğini anlatmıyor örneğin reklam. Nükleer kaza riskinin asla sıfırlanamadığından, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun raporuna göre Türkiye’nin nükleer alt yapısının yetersiz olduğundan da bahsetmiyor. Nükleer karşıtlarının ise adını dahi anmıyor.
Oysa ısrarla görmezden gelinen nükleer karşıtlarının Türkiye’deki oranı, Mayıs 2013’te KONDA’nın yaptığı ankete göre yüzde 63.4. OHAL’de temel atma töreni oldu bittiye getirilen Akkuyu, her ne kadar 2019’a giden yolda siyasi iktidar için önemli iç siyaset malzemelerinden biri olsa da hatırlatalım ki hala umut var. Zira Avusturya’da 1978’deki referandumda bitmiş haldeki Zwentendorf nükleer santraline karşı 50.47 oranında hayır oyu çıktığı için bu santral hiç çalıştırılmadı.
El netice Aziz Sancar’ın baştaki “Güç nedir?“ sorusunun yanıtı nükleer enerji değildir. Güç, bir ülkenin nükleer santralden üretilen elektriği değil yaşamı seçmesidir.