Ve bir bir gidiyor tanıdıklar, geriye kalan anılarla… – Ulus Irkad

892

Kuzey’de alıştık bu kadar çok ölüme. Oysa Güney’de alışamamıştık. Alışkın değildik bu kadar genç insanın ölümüne. Tanıdıklar birbir veda ediyorlar bizlere…Birkaç aydır çok genç insanlar yanında, yaşları altmışları, yetmişleri bulmuş tanıdık ve akrabaları da uğurluyoruz cenazelerle. Oysa, bir çözümü, bir barışı da görmek isterdi, sevinmek isterdiler onlar da. Olmadı. Veremedi politikacılar veya göbekten bağlı oldukları ülke. İnsan mevhumunun bu kadar değersiz olduğunu, son 44 yılda bu kadar anlamamıştık. İnsanların hayatı değil, çıkarlar önemliydi, birçok bencil politikacıya göre. Bu kapatıldığımız daracık ülke şartlarında, çok insanımızı kaybettik. Kaybetmeye de devam ediyoruz. Çünkü bir motivasyon yok, streslerle başetmeye çalışıyor insanlar. Stresler de ölümlerin başlıca sebepleri. 1963 sonrasını hatırlıyorum. Veya öncesini de… Bize göre o zamanlar yaşlı insanlar ölüyordu sadece. Ha, genç bir insan… Evet hatırlıyorum, bir gurbet kızını basmışlardı Baf’ta. Yıllardan 1962’ydi… Adanın tüm gurbetleri gelip o cenaze merasimine katılmışlardı. Bir de karşı komşumuz Ahmet Doktorun, hoş adı Ahmetti de labı doktordu aslında. Esas mesleği dülgerlikti Ahmet Dayı’nın….Evet Ahmet Dayının 90’lı yaşların sonlarında, anne ve babası birer gün arayla ölmüşlerdi galiba. Oldukça hastaydılar ve onlara gelinleri bakıyordu. Yüze merdiven dayamışlardı. Ben beş yaşlarında bir çocuktum ve bayağı ölümlerinden etkilenmiştim. Öyle hatırlıyorum. O zamanlar da şimdiki gibi genç ölümler dert olurdu insanlara. Evet hatırlıyorum, sanırım teşkilatın öldürdüğü bir genç çocuk vardı. Teşkilat onun bir Kıbrıslırum demircinin yanında çalışmasından şüphelenmiş ve çocuğu çok genç yaşta öldürmüşlerdi. Arkadaşları da çocuğun arkasından ağlamışlardı. Öyle hatırlıyorum. Neydi çocuğun adı, o da aklımdaydı ama şimdi unuttum.

1970’lere geldiğimizde Baf’ta gene Cengiz Topel Sinemasının kamerasını kullanan Olgun diye bir arkadaş vardı. 1971 yılıydı galiba. Olgun, 1968 görüşmeleri sonrasında yollar açılınca, geceleyin Limassol’a giderken, Baf dışında bir kaza geçirmiş ve genç genç ölmüştü. Makinistti ve ölümü de bayağı üzüntü yaratmıştı Baf’ta.Gene 1972 yılında, Baf gençlerinden birkaçı, herhalde arabanın da hızlı kullanılmasından olacak, Dip Baf’ta kaza yapmış ve iki genç hayatlarını kaybetmişlerdi. Bir de 1969 yılında Gönendere Ortaokulu’nun öğrencileri bir gezi sırasında bir kamyonla otobüsleri çarpışmış ve altı genç kız ölüp gitmişti. Bu olayı da çok iyi hatırlamaktayım. Gene Mağusa’da da üç-dört kişinin Lisi yakınlarında kaza yaparak ölümleri aklımda. Başka kayıp pek bilmiyorum ama 1974 savaşının gelişiyle savaş dolayısıyla bayağı kayıp verdik. Katliamlarla veya bombaların düşmesiyle yığınsal ölümler bile oldu. Kanserden ilk ölümü Baf’lı ama limassol’da yaşayan bir teyzemizin belki de kırklı yaşlarda ölümüyle duydum 1973 yılında.

 

1974 sonrasında ilkin daha fazla trafik kazalarından ölümler olmaya başladı ama 1980’lerden sonra artık kalp ve kanser ölümleri doruklara çıktı. Hala daha da devam ediyor. Son bir ay içinde o kadar tanıdık ve genç insanların cenaze merasimlerinde bulunduk ki, gün geçmez ölüm haberleri de almaz değiliz. Galiba Kıbrıs sorunun çözümsüzlüğü de bunlara sebep olmaya başladı.Stresler gırla devam ediyor. Durmadan kaybetmekteyiz insanlarımızı. Genç ihtiyar farketmiyor. Bana göre mutsuzluğun bize getirdiği bir yansıma bu. Hayattan umudun gitmesi, artık umutların olmaması hayatı da sonlandırıyor. Victor Frankle, Austwich Kampında ölümü bekleyen insanlar arasında umudunu ayakta tutarak hayatta kaldığını belirtiyor bir kitabında. Ve en fazla ölenler de umutlarını yitirenler oluyordu. Victor Frankle, daha yapacak çok şeyi olduğunu, hayattan beklentileri olduğunu, yazılacak tezlerini ve kitaplarını düşünüyordu mesela. Ve bu beklentiler onu hep ayakta tuttu. Austwich’ten sapa sağlam çıktı, hatta onu ve ailesini öldürenleri de üstün bir insanlık onuruyla afetti. Austwich sonrası daha da yaşadı Frankle ta 90 yaşlarına kadar.

Evet çok insanımızı, birçok tanıdığı uğurladık ve uğurlamaktayız son günlerde. Güney Kıbrıs’ın da durumunun aynı bizim gibi olduğunu çok iyi biliyorum. Orada da birçok genç arkadaşımızı kaybettik son birkaç aydır.

Aslında Victor Frankle haklıydı, umudumuzu yitirmeden, umutlarımızla, beklentilerimizle yaşamaya çalışacağız. Ölmek için değil, üretmek, yeni yeni eserler vermek için yaşayacağız, bu duygularla… Bu duygular bizi ayakta tutacak…

Yaşamaya devam edeceğiz, her türlü olumsuzluğa rağmen…