İçişleri bakanı parlamentoya yalan söylediği, bilgi saklayarak yalan söylemiş olduğu için istifa eden İngiltere içişleri bakanın başbakan May ile de bilgi alış verişi yaptığı ortaya çıktı. İçişleri bakanı sade yalan söylememiş başbakanla işbirliği içinde parlamentoyu devre dışı bırakmış.
İstifa edeceğine bakanlıktan istifade etmeyi tercih etseydi partisinin oylarıyla koltuğunu koruyabilirdi. Çünkü başbakan da meclise haber vermeksizin bir politika uygulama hatasını işlemiş oluyordu. O zaman da beraber yaptıkları meclisin tümüne karşı işlenmiş bir suç oluyordu. Bu İngiltere’de kabul edilemez bir olaydır. Çünkü halk da karşı çıkar, muhalefet ve iktidar milletvekilleri de partinin emrine karşı çıkar. Onun için İngiltere’de bir meclis vardır. Bizde ise mecliste iktidar ve muhalefet partileri sözde disiplinli partilerdir veya hemen hepsi esas olarak iktidar olmanın peşindedir. Muhalefetin beş paralık işlevi yoktur. “Ya devlet başa ya kuzgun leşe” anlayışı egemendir.
Parlamento’nun İçişleri Komisyonu’nda milletvekillerinin karşısına geçen İçişleri Bakanı Amber Rudd, ‘Bakanlığın göçmenleri sınırdışı etme kotası var mı?’ sorusuna ‘Hayır’ yanıtını vermişti. Amma vardı. Sonra yalan ortaya çıkmıştı. Yalan söylemek kamuoyunun reddettiği bir şeydir. Bizde ise yalan söyleyen sen de yalan söyledi idin diye kapatılan bir şeydir. Onun için İngiltere’de bakanı istifa ettiren suç, bizde ise ustaca gargaraya getirilebilen bir şeydir. Onun için İngiltere’de parlamentoya saygı yüksektir bizde ise yerlerde sürünür.
Ancak daha sonra yerel idarelerin göçmenlerin sınırdışı edilmesi konusunda hedefler belirlediğini doğrulamış, kendisinin bu hedeflerden habersiz olduğunu ifade etmişti.
Financial Times gazetesi, son mali yıl için İçişleri Bakanlığı’nın belirlediği sınırdışı hedefinin 8.337 olduğunu yazdı. Gazete bu hedefin sızdırılan bir İçişleri Bakanlığı belgesinde görüldüğünü ifade ediyordu.
Guardian gazetesi ise geçen hafta İçişleri Bakanı Rudd’ın Başbakan May’e 2017’de yazdığı bir mektubu haberleştirdi. Basına sızdırılan mektupta Rudd’ın sınırdışı hedeflerinden haberdar olduğu anlaşılıyor ve May’e göçmen sınırdışı hedeflerinin %10 artırılabileceği taahhüdünü veriyor. Rudd mektupta bu artışı “İddialı ancak yakalanabilir” diyerek niteliyor.
İngiltere’de basın özgürlüğü vardır ve basın haber verir. Kimse basını cezalandıramaz. Çünkü halk destekler. Gizli yapılan işler dışında basın özgürlüğünü kısıtlamaya kalkana halk hemen ceza verir. Bizde ise siyasilerin hepsi kısıtlamaya meraklıdır. En iyileri en tehlikelileridir. Çünkü onlar basını devlet beslemesi olmadan yaşayamaz hale getirir. Mideden kısıtlar. Halkımız daha da devlet desteği verilsin der güya daha fazla destek özgür basın yaratacak!
Gene de İngiltere’de entrikalar vardır. Yasalar iyidir. Buna karşı izleme ve önleme önlemleri çalışır. Mücadele sürer. Bizde ise devlet yasalar görünürde iyi olsa da yaptırım gerçekte işlemediği için entrika çevirmek popülerdir. Siyasilerin en entrikacıları en popüler siyasetçi olarak seçimlerde oy rekoru kırar.
Halkımız halkın genel çıkarlarının aksine gelişmelere desek vermekte olduğunu bilir ama entrikacıların desteğinin şahsi çıkarına olduğunu kabul eder. Onun için yasaların uygulanamaz olmasından şikâyet etmez. İlk önemsemediği konu da muhalefetin işlevine destek olmaktır. Halk desteklese muhalefet hesap soracak ve yasalar uygulanabilecek.
Yanlış yasa yok mu? Elbette vardır ama çoğu yapılırken ilerici düşüncelere bakılarak hazırlanır. Nüfuzlu birinin ayağına takıldığında veya memurların görev suiistimali veya işlemleri dolayısıyla can sıkıcı ve hamaliye olarak görülen işlemler olduğunda değiştirilenler sakatlanır. Örneğin üst kademe yöneticileri yasasında atanacakların nitelikleri sürekli değiştirildi ve sonunda “sokaktan al ata” yetkisi haline geldi. Başka örnekler de vardır.
Halkımızın gene de yalana karşı esnekliği ve hoşgörüsü çok fazladır.
Yanlış kanılar da yağındır. Örneğin yalanı kapatan bir oylamaya gidildiğinde partisinin milletvekili muhalefeti desteklese ihanet diye halk ayağa kalkar. Onun için partisinden istifa eden milletvekilini cezalandırma girişimi başarılı olup yasa değiştirildi. Oy verenler de övüldü.
Yasayı değiştirmek için oy verenler, bunun siyaseti kirlettiği çünkü bakan olmak için entrika çevirenlere fırsat verildiği ileri sürüldü ama kimse, bakan olmak için fırsat verildi ise bu fırsatı verenlere eylemleri için ceza vermeyi düşünmedi. Suç idi ise suç ortada kaldı. Onun yerine partisinin entrikaları gizleme çabasına sırf partilidir diye destek olunmasını engellemek isteyene izin verelim hatta onurlandıralım demedi.
Şimdi sokaktan çevrilip üst kademe yöneticisi yapılan ama sonra partisi hükümetten gidince makamını müsteşarlık olarak ebedileştirilenler için “ehil insanlar ve deneyimli insanların kazanılmış hakları ihlal edildi” diye konuşuyorlar. Hem de üçlü kararname ile atanmanın vasıfları yok edildi diye ret oyu verenler de suskunluklarıyla buna katkıda bulunuyorlar.
Gülen kalkışmasının ardından, liyakat sistemi olmadığı için koca Türkiye’de darbe yapabilecek kadar devlete sızabildiler diye feveran edenler sustular. Belli ki toplum partilerin aşırı destekçisi oldu.
Partisine bağlılığın sınırını çizmekte zorluk çekenler ve anlamayanlar var. Bu kadar seçimli zaman geçirdik ama bir partiye üye olmak ne demektir tam kavrayamadık. Anlamalıyız ki partin senin ne kadar sahip çıkabileceğinle ve ne kadar denetleyebileceğinle değer kazanır. Parti üyelerinin aktiflerinin sayısı ülkedeki siyasi etkinliğin değerini gösterir ama dahası da var. Bir sakatlık yapıyorsa kapısına dayananların sayısıyla daha anlam kazanır. Kişisel çıkarın için destekliyorsan yarın başkasının çıkarı için seni zarara uğratır, devlet gücünü istismar ederse yarın senin de çıkarını zedeler. Ve saire.
Anayasaya ve hukuka göre partinin değil milletin vekili olur. Ama senin partinin milletvekili adayı seçilir. Öyleyse nasıl milletvekili olacak? Bunu anlamamız gerekir. Anlatmak da halktan gelmeli…halk partili adayın milletin vekili olmasına önem vermezse partinin emrinde olmasını tercih ederse ülkenin Avrupa Konseyi üyesi olmaya layık olarak görülmeyeceğini öğrenmelidir. AK’ne göre bir milletvekiline kimse emir veya telkinde bulunamaz.
Bulunursa bunun ispatı olmaz. Yasaların bunu öngörmemesi gerekir. O yasalar da bellidir. Partisinin dışında bir kurum milletvekilinin bölgesel veya etnik gurupların temsilcisi olmayı yasaklarsa iş biter. Ama partisi de emir verildi diye ona göre oy kullanana ceza öngören veya partisinden istifa edene ceza veren yasalar kabul edilemez. Bunu anlaması zordur. Çünkü söze sadakat veya oya ihanet gibi iddialarla milletvekilinin partisinden farklı oy vermesini veya istifa etmesini içe sindirmek zordur. Olay incelemeye değerdir ama inceleyecek olan bol malzeme bulur.
Esas olan halkın iradesinin seçimden seçime değil sürekli yaşanan bir halde olan demokraside sürekli görülmesidir.
Türkiye’de seçim var. İlk görülen meclisin kararnamelere onay vererek veya seçim yasası değiştirerek hangi partinin seçime katılabileceğini belirlemesi. Oy kullanmaya yeni usuller getirmesi, kimlerin aday olabileceğine yeni oldu bittiler yaratması ve yandaşlarıyla entrika çevirmeye fırsat veren baraj ve işbirliği kurallarını bile değiştirmesidir. Yaygın gelenek olarak seçimden önce yasalarla oynamak oyun başlamadan önce oyun kurallarını değiştirmek demek olacağı için bu gibi kurallar ilk seçime uygulanmaz ama onlar uygular! Çünkü milletvekilleri milletin değil başkanının veya zümrenin vekilidir. Meclis bu nedenle milletvekillerine televizyonların kaydına geçen oylamalarda bile gizli oy kararı verilmiş oylamada oyunu açıkça kullanma aşağılamasını bile dayatabilmişlerdir.
Bunlar İngiltere’de görülmez. İnsanın zaafları yüzünden entrika hep görülür ama entrikaya karşı tepki ve mücadele süreklidir. Yalnız bu gelecek seçimde olacakları düşünürsek Türkiye’de demokrasi tutsak edilmiştir. Halkı bunu izlemektedir. Devamını isterse devam edecektir ama seçenekler arasında demokrasiye dönüş garantisi yeterli güçte değildir.