Sosyal eşitsizlik ve sömürüye dayalı bir egemenlik sistemi, sadece kaba kuvvete, çıplak şiddete dayanarak varlığını sürdüremez, kendini yeniden üretemez. Zira, şiddetin ve çatışmanın kural olduğu, süreklilik arz ettiği bir sosyal ortam, bizzat egemenlik sisteminin de ‘istikrarsızlığı’ anlamına gelecektir. Bu yüzden kaba kuvvet, çıplak şiddet baki kalmak ve son kertede devreye sokulmak kaydıyla, insanların verili durumu kabullenmelerini sağlayan bir “rıza, bir “kabullenme” yaratma yoluna gidiliyor. Başka türlü söylersek, egemenlerin egemenliği, ideolojik kölelik, gönüllü kulluk sayesinde mümkün oluyor ve süreklilik kazanıyor… Son derecede önemli olsa da, bu kısa yazıda söz konusu ‘rızanın’ kimler tarafından, nasıl üretildiği sorusu üzerinde durmayacağım.
Egemen ideoloji, gerçekte var olmayanı varmış gibi gösterebilmektir. Sıradan insanların “şeylere, olaylara, toplumsal süreçlere” kendilerini ezen-sömüren-aşağılayan egemen sınıfların gözüyle bakmalarıdır… Bu yüzden boşuna, “iktidar gizlemesini bilenindir” denmemiştir. Bütün mesele gerçeğin üstünü örtmek, ‘görünmez kılmakla’ ilgilidir. Dolayısıyla gerçek dünyada var olmayan onca şey, egemen ideoloji sayesinde varmış gibi gösterilebiliyor ve ideolojik kölelik ve gönüllü kulluk sayesinde de kabullendiriliyor, dayatılıyor… Böylece insanlarda bir yanılsama yaratmak mümkün oluyor… Mesela siyasi partilerin ve seçimlerin demokrasinin gerçekleşmesi olarak görülmesi gibi. Aslında siyasi partiler, seçimler, parlamento [Meclis] demokrasiyi gerçekleştirmenin değil engellemenin araçlarıdır. Başka türlü söylersek, egemen sınıfların, nasıl yöneteceğiz? sorusuyla ilgilidir… Bu dünyada yaklaşık 250 yıldır bir “temsilî demokrasi” oyunu sergileniyor ama oynanan bu sefil oyununun demokrasiyle ilgisi görüntüden ibarettir sadece… Zira ortada bir ‘temsil’ yok, dolayısıyla kullanılan oyun da reel bir karşılığı yok… Seçimler iktidar olan partiyi değiştirebilir, bir düzen partisinin yerine diğerini iktidara taşıyabilir ama asla şeylerin seyrini değiştiremez! Eğer demokrasiden halkın kendi kendini yönetmesi, kendi iradesinin tecelli etmesi anlaşılıyorsa, ‘temsilî’ demokrasi tam da halk iradesinin engellemek üzere peydahlanmıştır…
Uzağa gitmeye gerek yok. Türkiye’de askeri ve ‘sivil’ darbelerle kesintiye uğrasa da, 70 yıldır ‘temsilî demokrasi’ oyunu oynanıyor. Bu zaman zarfında kim demokrasinin gerçekleştiğinden söz edebilir? Mülk sahibi egemenlerin ‘nasıl yöneteceğiz’ sorusunun karşılığı demokrasi olabilir mi? Daha baştan ve bizzat siyasi partilerin kendileri antidemokratiktir. Egemenler cephesi tarafından kurulurlar veya kurdurulurlar. Halka, ezilen-sömürülen sınıflara ya parti kurma izni verilmez ve eğer verilirse de yaşama şansı tanınmaz. Ancak “zararsız hale” geldiklerinde, sömürü düzeninin bir parçası haline geldiklerinde, sistem için tehlike olmaktan çıktıklarında tolere edilirler… O öyle bir Meclistir ki, oraya her gireni kendine benzetir… Geride kalan dönemde yaşananlar bu söylediğimi fazlasıyla doğruluyor… Ve düzen partileri arasındaki fark esasa ait değildir… Kitleleri aldatmaya, oyalamaya yetecek kadar bir farktır… Bir düzen partisinin yerine diğeri iktidara taşındığında, aslında değişen bir şey olmaz… Mesela ABD’deki iki partili sistem aslında “ikili tek parti sistemidir”…
Bir insan, birbirlerine benzeyen düzen partilerinden, burjuva partilerinden birine oy verdiğinde şunu demiş olur: “Sana oyumu veriyorum. Artık dört-beş yıl boyunca egemen sınıfların ülkenin varını yoğunu sömürmesi, yağmalaması-talan etmesi için gerekeni yaparsın. Tabii bal tutanın parmağını yalaması da işin doğası gereğidir… Egemen sınıfların sömürüsü, yağma ve talanı güvence altına alınırken, siyasetçi de kendini ve çevresini zenginleştirme imkânına kavuşur… Tabii her zaman ve her yerde olduğu gibi, bunun istisnaları da vardır. Gerçekten, siyasetçiler arasında samimiyetle kamu yararını gözetenler olabilir ama “istisnalar kuralı doğrulamak içindir” denmiştir… Bu arada ülkenin yüksek çıkarlarından, demokrasiden, özgürlükten, adaletten, refahtan, ‘birlik ve beraberlikten’, nurlu ufuklardan, “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmaktan da da çokça söz edilir… Tabii “muasır medeniyet’ denilenin kapitalizm-emperyalizm-kolonyalizm demek olduğu hiç bir zaman akla gelmez, getirilmez… Aslında insanlar oy kullandıklarında kendilerine karşı oy kullanmış, oyuna gelmiş oluyorlar… Sefil bir oyunun figüranları olduklarından habersizdirler… Durum böyleyken bin yıl oy kullansalar, şeylerin seyri değişir miydi?
Batı demokrasisi de denilen temsilî demokrasi mülk sahibi sınıfların yegane yönetme [egemenlik] biçimi değildir. “Normal zamanlarda” tercih edilen bir yönetme biçimidir. Kapitalizmin “yapısal krize” girdiği dönemlerde faşizm, asker-polis diktatörlüğü, Bonapartizm’den biri veya duruma göre bunların farklı ‘renkleri’ gündeme gelir… Kapitalizmin son defa yükselişe geçtiği İkinci Emperyalist Savaş sonrası yaklaşık 30 yılda ‘sosyal demokrasi’ geçerli oldu ama kapitalizmin ‘yapısal krize’ girmesiyle artık esamesi okunmuyor. O bir istisna idi ve o sayfa kapandı…
Şimdilerde kapitalizmin nihai krizi yaşanıyor. Geri dönüşü olmayan eşik aşılmış bulunuyor… Artık çöküş dönemine girilmiş bulunuyor. Şimdilerde her yerde temsili demokrasinin bol gelmesinin nedeni bu… Yönetenlerin hiç bir yerde sınırlı demokrasi koşullarında bile yönetebilmeleri artık mümkün değil… Dikta rejimlerinin değişik renklerini dayatmak isteyecekleridir… Başka türlü söylersek, artık sahte ‘temsili demokrasi’ oyunu bile oynanabilir değil… Baskıyı, şiddeti, dikta rejimlerinin değişik versiyonlarını dayatmaktan başka ellerinde bir koz yok, velhasıl başka türlü yapmaları mümkün değil… Yönetenlerin yönetmekte zorlandığı dönem gelip çattı… 250 yıllık aldatma-aldatılmadan sonra hala seçim ve temsil yalanına inanmanın da bir alemi yok… Fakat burjuva siyasetinden kurtulmak için bir önemli neden daha var, üstelik aciliyet de arz ediyor: Kapitalizm dünyayı yok ediyor. Sadece sosyal kötülükleri azdırmakla kalmıyor, ekolojik yıkımı da derinleştiriyor ki, bu yaşamın temelinin aşınması demektir… Ve bu kadarını da dar bir oligarşiyi zengin etmek için yapıyor.
İnsanlık ve uygarlık böyle kritik bir kavşağa girmişken, hala sahte demokrasi oyununun figüranı olmanın ne alemi var? Hiç bir kıymet-i harbiyesi olmayan temsil oyununa bel bağlamak, kapitalizmin reforme edilebilir olduğunu sanmaktır. Oysa, kapitalizmi reforme etmek mümkün olmadığı gibi, burjuva devlet de ‘ehlileştirilebilir’ değildir. Zaten kapitalizm ve burjuva devlet bir ve aynı şeydir. Bunlar madalyonun iki yüzüdür… Kölelik düzeni reforme edilebilir miydi? “Daha iyi kölelik, daha az kötü kölelik olabilir miydi? Feodalizmin iyisi olur muydu? Bir tek kapitalizm mi istisnadır? Kapitalizm reforme edilemez ama bal gibi yıkılabilir. Aynı kendinden önceki egemenlik sistemleri gibi…
O halde bu durumdan çıkmak için yapılacak ilk şey, kapitalizm dahilinde insanlığın bir geleceği olmadığı gerçeğini ikircikli olmayan bir tarzda kabul etmek ve onu yeniden üreten tüm yollardan çıkmak, tüm sahte oyunlara son vermek, burjuva demokrasisi denilenden medet ummamak, aldatılma, oyalanma, aşağılanma durumuna son vermektir… Bilincimizi özgürleştirmek, dünyanın gerçekliğine küresel oligarşinin ve yerli egemenlerin gözüyle değil, kendi gözümüzle bakmak ve başka şey yapmaya cüret etmek!
Mücadele zeminini değiştirmek gerekiyor ama ondan önce düşünce tarzımızın değiştirilmeye ihtiyacı var…