Cumartesi sabahı Kolejlere giriş sınavı yapıldı. Bazı öğrenciler çocuk haliyle yarışa son kulvarla yarıştılar. Çocukluklarını Cumartesi olsa da yaşatılmayan çocuklar, yarışın rant ve rekabet kültürleşmesi ile karşılaşarak hayatlarına eklediler. Sınav sonrası, çoğunluğun feryatlı gözyaşları pınar gibi sıcağın altında akıp buharlaşıp acılarla gökyüzüne yükselirken, ufak azınlık da “baaşrıyla” seviniyordu. Konu bukadarla kalınmıyordu! Başarı ile başarısızlıkla birlikte saydamlaşırken, önemli kişilik travmalrı da çocuklukla yerleşiyordu. Yarışmak ve bilseniz dahi sınırlı alınma nedeniyle başarısız kılınma ve eşitsiz koşulların sırıtığı bir yaşam kültürleşmesi yaşandı.
Olayın önemli yüzü fazla seslendirilmiyor. Sadece, açıklanan rakamlarla başarılı ve başarısız ilanları yapılıp orada kalınıyor. Çocuk gözyaşlarıyla sonlanan ve önemli senelerini dersaneden özele ders almakla koşuşulan, bunun üstünden korkunç rant sağlayıp zenginleşen sektörel sermaye gerçekleri, çalınan çocuklukla, yıkılan hayalerin birlikte sistemleştiği gerçekler yaşandı. Fakat, öylesine kanıtsandı ki artık sorgusu yapılmayıp en azından çocuğa çocukluğu çalınmama düşüncesi tartışılmadı. Oysa, çok değil, 1 Haziranda tüm sistem sözcüleri ağız birliği yapıp ilgili günde çocukları çok güzel kelimelerle “kutladılar”! Halbuki, Cumartesi günü yükselen feryatla, eşitsiz koşulalrda rekabetli ortamın acı gözyaşlarının çocukları hiç konuşulmadı! Gözyaşları, çalınan günlerin yarış koşuşmalarıyla büyütülen yeni kuşağın çalınan çocukluklarının boşluğunu yaşam dolduramaz. Hele de rekabetli, sektörel eğitimle asla doldurulamaz. Nitekim, artık eğitime sektör kelimesi etiket olarak yaşamla çoktan katıldı. Parasal yoğun pasta ile oluşan sermaye eşliğinde çocuklar yarıştırılarak, boş zamanlarını dersanelerde doldurtarak oynamama yaşatılmasıyla, yaşların birikiminde kocaman sermaye zenginliği birlikte yaşamımızda yükselmeğe devam ediyordu.*****
Cuma günü Mağusa yolunda arkamda ve yanımda öğrenciler oturuyordu. Belli ki bazı konular canlarını yakıyordu. Özellikle kiradaki döviz ödeme zorluğu ile ev sahiplerinin tutumu onları artık zorluyordu. Ülkedeki öüğrenci müşteri bakışı da sıkıyordu. Yeterli döviz olmadığı için ödemedikelri kira nedeniyle karşılaştıkları suçlamaları anlatıyorlardı. Okuldaki eğitimdeki durumlarını ve gelecek kuşkularını da katıyorlardı. Aslında, yaşanan ülke eğitim sektörleşmenin basit aynasıdır. Öyle ki ilkokul ihdiyacı olurken, kamusal eğitimde resmen sorunlar yükselirken, bunları çözme veya hafifletme yerine, ısrarla ünüversiteler teşviğinin temel ekseni sektörleşme yani eğitimdeki metalaşma çarpıklığının canlı örneğidir. Ancak, bunları doğru yakalamazsak ve her köy dahi sırf öğrenci yolma adına ünüversite isterse, bu gerçeklerle çoktan yüzleşmek gerekiyordu. Olmadı! Kamusal eğitim temel öğretim yerine, bol dövizli ünüversite ve giderek en alt düzeye dek özel okullarla eğitimi çoktan kamusaldan sektörleşme çizgisine çarpık şekilde çekildi ve karşılığı da kitlesel olarak bulundu…
Öğrencilerin belki de neden sonuç ilişkili eksik yöntem yaklaşımı, çözümlerdeki bakışları ile netleşiyordu! Öğrenciler ev kiralarından okul harçlarındaki döviz olayına karşı çıkıp, bunu yaşadıklarıyla dilendirip konuşurken; nedense çözümlemede eksiklikler ardı ardına geliyordu. TC kökenli öğrenciler, Kıbrıs gerçeklerini tam bilmediği, Eğitimdeki kamusal ve ssektörel farklılıkları kafalarından geçirmedikleri için de bu çarpıklığı yaratan sistemin esrumanlarıyla çare anlatıyorlardı! Olayın, Kıbrıstan kaynaklanıp, ahalinin kendilerini yolma olayında müşteri olma tutumlarıyla oluşan tepki, nedense TC tercihli Kuzey Kıbrıs birlikteliğinde bağdaştıramıyorlardı. Hat ta, belli ki demokratik düşünce kültürü de olmadığı içindir ki “TC müdahale ederek, gerekirse yardımları kesip bu tavırları cezalandırma” önerilerine takılıyorlardı. Hat ta, bir öğrenci bir konuda Türkiyedeki yapıyı eleştirip buraya mahkum edip müşteri olmanın eleştirisini yaptıktan sonra, yine dönüp, o eleştirdiği Türkiyenin buraya müdahale edip cezalandırması düşüncesi döngüsüne geliyordu.******
Derken, Yeni Erenköye vasıl oldum. Burada hikayeler banbaşka. Herkesin bildiği batık belediye gerçeği ve bunun bile bile ertelenme siyasal duruşu yokmuşcasına tam 7 adaylı seçim süreci, burada da işliyor. Üstelik, batıran kişiler de sanki onlar yokmuşcasına yeniden aday oldular. İyi işleyen belediye gibi de öneriler havada uçuşup, sosyal medya ağına balık gibi takılıyordu. KOcaman kocaman projeler ve rengarenk yatırımlar bolca dolaşımda. Çalışanların çok önemli kısmı kendilerini hangisinin çalıştırmayacağı konuşmasında yoğunlaştı. Ahali ise hizmeti almadan yediği ödemeler kazıkalrına bakmaksızın, köycülükle, etniklikle ve bolca söylenmeli sözlerle tarafcılık oynuna destekci olarak katılıyor. Hemşericilik, köycülük, etnikcilik ve tarafcılık duruşla ve bilgisizce sözlerin cihalet potansiyelli karşılıklarla tam bir örneklem sosyolojik araştırma alanı olrak karşıma geldi.
Belediyeciliğin ne olduğu unutulan, Meclis üyelerinin yetkilerinden habersiz akraba dost hemşeri itifaklı arayışları doldurtan seçim havasına takıldım.Arada birileri Elçiliğin vereceği, Sivil Savunma desteği ve Avrupa projelerinden yardım cümleleri de dolaşıma sokuluyor. Borçlar ve bataklık gerçekleri pek de sözü edilen olgular olamıyor.****
Ben bunları Kuzey Kıbrısta yaşarken, şüpesiz ekranlardan da Türkiye seçimlerini de izlemeğe uğraşıyordum. Gerçekten yalanın bol ama yalan söylenemediği tuhaf paradoksu gayet normal biçimde yaşadım. Ünal Hocanın Cuma günkü makalesi, artık bütünleşen Kuzey Kıbrıs Türkiye gerçeğine “şap diye” konuverdi! Aslında ilk cümlesi ile Yalanın söyletilmeyerek onun yerine yanlış dedirterek nedenli yanılsama yapıldığını gayet basit şekilde anlatıyordu. Düşünürseniz, aynen bizde de yaşanıyor. Karşınızdaki göstere göstere yalan söylerken, siz ona yalancı derseniz, sanki önemli suç işlemiş gibi algılanma düşüncesi yerleşti. Bundandır ki dileyen en korkunç yalanı söylerken, siz ona yalancı diyemezsiniz. Ona, “yanlış yaptı, yanlış söyledi” demeniz sağlandı.Böylelikle gerçeklerin uzaklaşıp, yerine yalanların yerleştiği yapılar ve kitlesel karşılıkları da oluşmaktadır.
Ünal Hoca ayrıca Dinsel inançların sermaye ile bütünleşip ticarileştirme birlikteliği de anlatılıyordu. İnançların ticari sektörleşme ile sermayesel piyasalaşma durumları da imkar edilemez. Din inancı ile rantın buluşup nasıl zengileşme yeni sermaye oluşurken, sorgulanmama koşullunun da yerleşmesi aksi olamazdı. Burada hep şu kayboluyordu: “Gerçekler”! Gerçekleri söylemenin tehlikeli olduğu ve yalanla oluşan ortamda gerçeklerin uzaklaştığı durumalrdan geçmekteğiz. Önce yaşanılan tarih yalanlarla donatılıp gerçeklerden koparıldı, ardından güncel yaşamdaki kavramların içerikleri boşaltılıp, istenilenlerle ve hat ta tamamen boş olarak kulanıma konuldu! Bunlar yalanlarla dolduruldu. Öğrenilen konuların ve siyasal mesajların yalan olmasıyla gerçekler adeta boşaltıldı. Karşılığı oluşan kitlesel bağlar kurduruldu. Öyle kurduruldu ki artık Yakın tarih veya kavramlar değil, yaşanılanlar ve tanık olunan gelişmeler dahi yalanlarla sağtırılması sağlandı. Çünkü karşılığı kitlesel olarak oluştu.
Camiler din olgusuyla adeta politikleşip suçlama alanına dönüştü! “Camide, işki işmek, bisiklet sürme” haberleri belirli kesimde karşılık buldu. Olmayan saldırıyı yapılmış gibi gösterip din inancıyla kulanıma sokulup taraftarlaştırıldı: “Gezi olayları dönemindeki Kabataş Türban saldırısı” gibi. Bunlar karşılık buldukça, yaşananların olmadığı dönemi yaşanmış gibi gösterme kocaman yalanlar da seçim meydanlarında haykırılıp taraftar alkışlarla kabulenildi! İsbartartada Demirel ünüversitesi veya izmirdeki Menderes hava alanı bunlardan birkaçıdır. Çünkü, Din inaç kültürlü eğitilen insanlarla ticari sermaye rant bütünleşmesinin piyasa değerleri bunalrla ancak beslenirdi. Hele de ekonomik gerçeklerle bu daha iyi anlaşılır. Ekonomiyi iyi bildiğini söyleyen Kurtulmuşun “şimdi kriz falan yok” demesinin yalanının dahi karşılığı olması bundandır.
Kuzey Kıbrısta da aynen yaşanıyor. Biz yaşadığımız yakın tarihi kendi yalanlarımızla bağdaştırıp yarınımızı emanet yaptık. Hala, onca Türkiyeleşme gerçeğine rağmen, Türkiyesiz konuşma ile yapıya fazla dokunmadan yaşam mücadelesi veriliyor. Yerine göre konuşma oldukça adamıza getirilen yoğun nifus da bizim yalanlarla burayı öğrenince, yaşadıkları ile öğrendikleri yalanları bütünleştirince, yukardaki taplolar ve Ünal hocanın genel deyerlendirmesi ortaya çıkar. Ozaman da gerçekler oldukça uzak ve söylenmesi dahi tehlikeli olur. Çünkü, bu yalanlar, ülkede karşılık bulup kitleseleşti.
Birçok araştırmacının da buluştuğu nokta şu: gerçeklerden uzaklaştıkca, onları ortaya koymak güç. Kimisi bundan çıkar sağlayıp çıkarlarını kaybetmeme adıyla uzak dururken, bazısı da bu yalanlarla kazandıklarını kaybetme korkusu nedeniyle gerçekleri hep ötelerler. Şener Leventin dediği bu nedenle önemli: ülkemizde garantörlükle doğrusuyla yüzleşmek istemeyenler, korkularındandır. Salt ezberleyip egemen elite dokunmayan yönüyle Rum değildir! Ganimetle yasa dışı elde geçirdikelri rantı kaybetme korkusu nedeniyle Kıbrısta normal düzen vedemokratik yapı kurulmasını istemiyorlar. Nitekim, çoğunun yerden yere vurduğu Özgürgün, basit dokunulmazlık olayındaki sözleri tam ta sistemlik: “Dokunulmazlıklar kalkarsa, sistemin demokratik yapısı zarar görür”! Çünkü, Kuzey Kıbrıs “demokratik sömürge tipi” yapısı böyle bir şeydir.
Bunların toplamında, hangi konuya girersek girelim: K. Kıbrısta gerçeklerden uzak ama yanlışların bedelini yalan söylemeye devam edersek, geleceğin duvarlarını yalanlarla örüp şimdiden satmış olacağız. Yukarda güncel yaşananlarla örnekleştirilen bu yeniden üretilen sistem gerçeği, gerçeklerle buluşmada oldukça uzaktır. Yalan söyleyip sistemi koruyarark yapı devam ediyorsa,yeni olumsuzlukarrla yalanlar üstü yükselmesi de devam edilecektir.Bugün, sırf çıkar sağladığı için birçok arkadaşın nasıl çıkar sağladığı alana dokundurtmadığını da pratikte hep yaşadık. Çarpık gelişimle sömürge tipi ister faşizim ister demokrasi kuramını korsak dahi Türkiyeleşme gerçeğinde bunun nedenli gerçeklik içerdiği de başka konudur. Hala, Komisyon kararına rağmen, sırf bir rum ihdiyara arazisi verildi diye eğer birileri imza toplamaya gidip, köylüleri ayaklandırmak isterse; bu giden vekilerin birinin Türkiyede iki ötekinin Uluslar arası alanda sabıkalı olyorsa, ozaman milliyetci üstü örtülen yalanın da değeri ortaya çıkar.
Çocuk gözyaşından sermaye biriktirenler, ganimetle yağmalayıp zenginleşenler, yalanların gerçekleri örtüp normaleştiği koşullarda aynen kalmak koşuluyla çözüm bulmak da imkansızdır.Hele de karşılığı da oluyorsa. Biz daha onca baskılanmaya karşın sıcağın artışlı bunalımında ısıtılan yeni gerçekleri anlatmakla sıkışıyoruz. Demek ki alınacak yol çok. Çok da kitlesel karşılık giderek hep bu yalanlarla bezenen koşulların devamına yoğunlaşıyor! Hat ta, çıkar adına bunları imkar edenlerin, dün ayni eleştiriyi yapan olması da işin cabasıdır.