Arsız sermayenin yeni jargonu: “yatırımcı düşmanları” – Halil Paşa

4171

Bir Türkiye vatandaşı neden KKTC’ne yatırım yapar?

Bir yabancı yatırımcı kendi ülkesine değil de başka bir ülkeye neden yatırım yapar?

Elbette daha çok kazanç elde etmek, karını azamileştirmek ve bunu mümkün olduğunca uzun süreye yaymak için.

Uzun süreli azami karı ne sağlar?

Elbette “yatırımcı-turizmci” erbabının ilk aklına gelen şeylerden birisi düşük maliyettir.

Bunun da pek çok ekonomik yolu vardır.

Örneğin ülkemize “beş yıldızlı” otel ve casino yapan turizmci ve kumarhaneci maliyetini düşük tutmak için ne yapar?

Otelini konduracağı araziyi minimum maliyete ve maksimum zamana kiralamak ister. KKTC nezdinde şu ana kadar yapılan kumarhane otellerine bakınca bunun ilk ve tek yolunun devletin taşınmazlarının ucuza kiralanması olduğunu söylemek mümkündür. Yatırımcı devlette ilgili bakanlığa ve arazinin kiralanmasına (KKTC’de Turizm ve Maliye) müracaat eder ve bekler. Eğer devlet arazisi, yatırımcının arzusu hilafına devlete yol açacağı sosyal maliyetler (eminim bu kavramdan pek çok bakan ve milletvekili haberdar bile değildir, anlatsanız da ne denli umurlarında olur şüpheliyim) düşünülmeden kiralanırsa (örneğin yasalarımıza göre ilk 10 yıl bakanın, 50 yıl da bakanlar kurulunun yetkisinde) o arazi PEŞKEŞ çekilmiş olur.

Kapitalizmin yasasıdır. Sermaye sahiplerinin tutkusu, olabildiğince karını artırmaktır. Elbette en çok kar edenin, en çok itibar gördüğü ve paranın satın alacağı çok şeyin bulunduğu dünyamızda onlar için başka türlüsü de şu an için mümkün değil!.

Bu nedenle yabancı bir yatırımcı ülkemizde başka nelere bakar?

İkinci olarak KKTC’nin siyasi istikrarına bakar.  (KKTC’de hangi parti hükümet kurarsa kursun, “Türkiyesiz İmkansız” düsturundan sapmaz. “Anavatan-Yavruvatan”, olmadı “abi-kardeş” o da olmadı “Garantiler” der ve TC ile ilişkilerinde, her şar ve şurt altında bir alt yönetim olarak kalmaya özen gösterir. Bu nedenle TC’li bir yatırımcı için, Türkiye’de siyasi istikrar olmasa bile KKTC her zaman için TC’nin en istikrarlı siyasal coğrafyasıdır). Bu nedenle işin ekonomik mantığında bu adanın kuzeyine TC’de kazanacağından daha çok kazanç elde etmeyi, çok parası varsa aklamayı, ya da son tahlilde siyaseten adayı Türkleştirip İslamlaştırmayı düşünen Türkiye vatandaşı sermayedarlardan başkası uzun vadeli yatırım yapmayı tercih etmez.

Üçüncü olarak kendi ülkesinden daha az vergi yükümlülüğü doğuracak koşulların olmasına dikkat eder. (Kıbrıs’ta yatırım yapan TC’li işletmelerin 10 yıl vergi muafiyetleri vardır.)

Dördüncü olarak kayıtkuyut’a, yani devletin bürokrasisine takılıp kalmamaya çalışır. (Zaten işi halleden bakan-müsteşar olunca, KKTC bürokrasisinde bu gibi işler bakan-müsteşar torpilleriyle, olmadı Ankara’dan açılacak telefon ile anında çözülür ki bu da yatırımcının TC vatandaşı lehine olmasına bir avantaj sağlar.)

Beşinci olarak yatırım yapacağı ülkenin doğal kaynakları, çevre kirliliği, alt yapıda yaratacağı ek maliyetler, otel müşterileri için sağlık, otel işçilerinin çocukları için devlet okulu, kanalizasyon, trafik vb. KKTC devletine yaratacağı sosyal maliyet artışı yatırımcıya yansıtılmamalıdır. Onun için sorun Ercan havaalanından oteline, otelinden havaalanına taşıyacağı müşteriden casinosuna ve oteline bırakacağı paranın karını maksimum edecek olmasıdır. (Türkiye’den gelen yatırımcılarının casinolu beş yıldızlı otellerinin getirisine ek olarak, KKTC yasasına göre ‘denizden 100 metre uzağa inşaat yapmakla ilgili yasağına bile uymazlar ve işletmelerine ek kar getirmesi için denizin içerisine iskeleler kurarlar. Öte yandan iki bin kişilik beşyıldızlı casinolu otelde bulunmayan bir oksijen maskesi, elektroşok cihazı ve doktor nedeniyle turist ölür ve “suçlusu” da devlet olur!)

Altıncı olarak yatırımcı ucuz ve kalifiye iş gücü durumunu göz önüne alır. (Gözönüne almaya gerek yok. Zaten çoğu Türkiye ve yabancı ülkelerden gelen ve pek çoğu KKTC’nin denetleme aczi içerisinde olduğu işçilerdir.)

Yedinci olarak kayıt dışı bir ekonominin yaratılacak olması tehlikesine karşı KKTC’nin donanımsızlığıdır. (Nerden buldun yasası yok!. Bankalar nakit parayı görünce pek sorgu sual yapmadan hemen hesap açıyor.)

Yukarıdaki maddeleri uzatmak mümkün. Uzattıkça, “sermaye düşmanı”, “yatırımcı düşmanı” (eskiden kökü dışarıda komünist denirdi)

Bugünlerde çevre felaketine yol açan yatırımlarla elimizden kayıp giden adamız için eylem yapıp konuşup yazdıkça “yatırımcı düşmanı” rütbemiz de katlanarak büyüyor.

Bir de şu üniversitelerden kafasını çıkarmayan çevresine ”kör” akademisyenlerimiz yok mu?

KKTC’de yatırım iklimi oluşmamış da… Bunun için yatırım iklimini oluşturmak gerekiyormuş da…

Bu ülkede şimdiye kadar tek bir ÇED toplantısında davet edilen katılımcıların ne zaman görüşüne itibar edildi? Hiçbir zaman.  Sanki bunu “İyi İdare Yasası”nın çıkarılmasına katkıda bulunan (bence eksiklikleri de olsa doğru bir yasadır) başbakan Tufan Erhürman bilmiyor mu? Yapılan hiçbir ÇED toplantısından sonra, katılımcılar bir İnisiyatif kurup da sokaklarda bağırmaz ve basın da buna ilgi göstermezse eğer; o toplantılardaki katılımcıların tek bir itirazına ve önerisine, ne yatırımcı, ne de devlete bağlı daire ve bakanlık zerre kadar ilgi göstermeyeceğini bilmek için kahin olmaya gerek yok!

Bu benim üç yıla yakındır bizzat şahit olduğum bir gerçeklik!.

Kürsüde konuşuyor!. Yatırım İklimiymiş!.

Çık sokağa gör ülkedeki peşkeşi, çevre felaketini, kayıt dışı ekonomiyi be bay.

Elbette yabancı yatırımcı “yatırım yapacağı ülkenin “yatırım iklimine” bakar.

Ama burası KKTC canım. Burada iklim değişikliği üniversitede ders olarak okutulan ekonomik literatürdekilerden farklı.  Bilesin bu adayarısı topraklarda KKTC literatürü var. Buradaki iklimsel dönüşüm farklı. Çocuğun adı da Taksim.

ÇOCUĞUN ADI TAKSİM

Erdoğan da nihayet Kıbrıs Sorunu konusunda konuştu:

“Kıbrıs Sorunu nereye kadar? Buna bir cevap bulmak kolay değil. Er ya da geç Türkiye Cumhuriyeti olarak herhalde biz de bir karar vereceğiz. Olacaksa olacak. Nasıl olacak, bundan sonra bunu da siz düşünün diyeceğiz ve adımımızı da atacağız. Kuzey Kıbrıs halkının bizde özel bir yeri vardır. Türkiye’deki benim vatandaşım, kardeşim ne kadar önemliyse, KKTC’deki kardeşlerimiz de bizim için aynı derecede önemlidir…”

Kıbrıslı kadar Türkiyeli vatandaşı da var adamızda. Nasıl mı?

Birincisi çift uyruklu TC vatandaşları, ikincisi karma evliliklerden çift kimlikli TC vatandaşları, üçüncüsü Kıbrıslıtürklerden TC vatandaşı olanlar…

Hepsi de aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşı olmuyorlar mı?

Bu nedenle Kıbrıs’ın Kuzeyinde yaşayan TC vatandaşları, zaten yalnızca KKTC vatandaşı olan Kıbrıslı Türklerin sayısını aşmış durumda. Zaten BM ve uluslararası diplomaside “alt yönetimi” olarak tanınan KKTC’nin, tek “üst yönetim” sorumlusu zat-ı muhterem, Kıbrıs Sorununda nihayetinde atacağı adımın adını her ne kadar zikretmemişse de, yukarıdaki yuvarlak sözcüklerden “çocuğun adının Taksim olduğunu” siyasetle yakından uzaktan ilgilenen her Adem oğlu ile Havva kızının tahmin etmemesi mümkün değildir!.

“20 Temmuz 1974 tarihinden sonra, sağlanan barış-huzur ve refah ortamında”, Kıbrıslırumların zaptu rap altına alınan malları ile bir kısmının da satın alınarak üzerinde çevre ve sosyal felaketlerine neden teşkil edecek beton casinoların inşa edildiği anlı şanlı yatırımcıları da buraya hazır taşınmışlarken.

Münasip bir anda, koyun çocuğun yeni adını da iş olacağına varsın.

Sonra da olası bir çözümmüş…

Olası bir çözümde; “garanti ve ittifak antlaşmasıymış”; “adada kademeli silahsızlandırma ve askersizleştirmeymiş”; “iki coğrafyanın sosyal gelişimi ve ekonomik büyümesinin ve bu arada AB müktesabatının Kuzey Kıbrıs’a uyumlaştırılmasıyla ilgili çalışmalarmış…

Bırakın Reis’e bu garagözlüğe bir son versin!

Adı Taksim konsa, büyükelçilik Valiliğe dönüşecek olsa, uçaklar da iç hatlardan uçmaya başlasa bile, yine de Türkiye’nin kentlerinden farklı olarak “yavruvatanın”, casinolar, bed-ofisleri ve gece kulüpleri konusunda, “dokunulmaz bir özerkliğe”, mutlaka ama mutlaka sahip olacağı kanısındayım.

Bu durumda dönüp de Kıbrıs Tarihine baktığımızda, her ne kadar son 44 yılda gelinen noktada, adanın her iki yanındaki nüfusunun önemli bir bölümünün kafasında, Taksim konusu “de facto” olarak içselleşmişse de, ilanı halinde dünyanın o anki siyasi, sosyal ve ekonomik durumu Taksime cevaz verecek ya da vermeyecektir.

Ancak Annan Planından bu yana Türkiye’de “tek adam” üzerine kurulu bir başkanlık rejimi hızla tüm kurumlarıyla yaşama hakim olmuş; Kıbrıs’ın kuzeyinde biat eden ve KKTC meclisine de giren uzantıları söz konusu iken; ada tarihinde ilk kez Türkiye’nin siyasal parti (AKP) şubeleri açılmaya da başlanmışken…

Demem o ki; adanın Kuzeyinde siyasetin, sokağın ve yaşamın üzerine ağır ağır İslam ve Türk Milliyetçiliği çökmeye yüz tutmuşken “Kıbrıs bunlarla Taksim’e gider mi?” sorusu da sorulmaya başlanmışsa eğer; durum da vahim demektir. Dahası bu gidişle adanın Kuzeyinde eski “siyasi huzuru” arayacağımız  yeni bir yaşamın içine savrulmamız bile sürpriz sayılmayacaktır.

Kıbrıslı Rumlara gelince. Onların Kıbrıs Cumhuriyeti aracılığıyla olası bir Taksim ilanına karşı verecekleri sesin, BM ve Uluslararası diplomaside bulacağı karşılık, şimdiye kadar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Türkiye Cumhuriyetine karşı yapabildikleriyle sınırlı kalmaya mahkumdur.

Ben önümüzdeki beş yılda da bir çözüm olmazsa eğer, KKTC ilanı gibi “Taksim” ilanının da bir oldu bittiyle ilanının 2023 yılı (sonrası ya da öncesi de mümkün) için hafife alınmaması gerektiğini düşünenlerdenim.

ÖZET

Adanın de facto değil, ama de jure bir Taksim’i bize neler getirecektir?

Bu konuda “yabancı yatırımcıların” adamızda bırakın çevreye ve eko sisteme verdikleri zararı, KKTC yasalarını bile hiçe sayarak vatandaşın denize girme hakkını engellemekten, molozlarını çevreye dökmekten, denizlerini kirletmekten, arıtma tesisleriyle ortalığı kokutmaktan pek çok vukuatlara sahip olduklarını biliyoruz.

Olası bir Taksim’de, yabancı sermayenin “yerli” olacağını da düşününce, “açgözlü sermayenin” Türkiye’de yarattığı çevre felaketlerinin de yakın tanıklarıyız.…

Boşuna demiyorlar eskiden komünistlerdi arsız sermayeyi sevmeyen, şimdi de “yatırımcı düşmanı” çevreciler. Türkiye’nin çevrecilerine ve demokrat insanlarına da öyle diyorlar, şimdi de Kıbrıs’ta da aynısını tekrarlıyorlar.

Türkiye’de diktatörlük, Kıbrıs’ta da Taksim’le çevrecilerden kurtulacaklarını hesaplıyorlar…

Ne Türkiye’de diktatörlük ile solun barışçı, aydın ve demokrat insanlarının mücadelesinden, ne de 35 yıl önce Taksim’i getirir diye ilan ettiğiniz KKTC ile çözüm ve barışı savunan barışçı, demokrat ve şimdi de adamızın yurtsever çevrecilerinden kurtuldunuz!

Taksim ile korkutarak mı kurtulacağınızı sanıyorsunuz?