İnsanlığı ve mucize dünyamızı kurtaracak sevgi dolu idealleri konuşmanın ve kötülere karşı olmanın meşru olduğu bir tarihe gelmiş gibiyiz…
24 Haziran ve sonrasında ekonomi konusunda derin bir endişe var. Döviz çıkacak mı? Türkiye’nin yeni yönetim şekli, Kıbrıs’a ekonomik desteğe devam edecek mi? falan. Eğer desteğe devam edecekse, toplum teselli olacak ve yönetilebilirliğinin muntazaman devamlılığının olduğuna inanmaya devam edecektir.
Diğer yandan, yeni yönetimden endişesi olanlar, akıllarının diğer köşesinde, ‘Acaba Kıbrıs görüşmeleri palazlanır da Avrupa Birliği şemsiyesiyle yırtabilir miyiz?’ Umudunu hayal ederler.
Bu gerginlik, Kıbrıs tarihinin her zamanki boyunduruğu olmuştur.
Yani kapitalizmin her bunalımını direkt olarak yaşamıştır. Belki geçmişte jeopolitiğinden ve sonradan enerji bölgesinde oluşundan yaşamıştır.
Bu bölgede, uluslar arası sermayenin kriz politikasının olduğu kesindir. Bu saatten sonra, Kapitalizm, sistemi sürdürebilmesine yardımcı olabilecek her toprağa, kimseye acımadan tırnaklarını geçirecektir. Güncel yaşam çarklarını çevirebilecek niteliklerinden yoksunlaşmaya başladığı için.
Doğal gaz denizinin üstünde oturmaktayız. Bundan dolayıdır ki başka bir dünya ve özgürlük ideallerimizin yeşermesi baskı altında tutulacaktır. Gerek Türkiye İktidarı olsun gerek Avrupa Birliği olsun, hiçbir sermaye bağlamı buna müsaade etmeyecektir. Kapitalizmin devam edebilme yeteneğinin kalmadığını çağrıştıracak hiçbir şeye tahammülleri olmayacaktır.
Bu yüzden, adada ‘farklılıklar’ üzerinden bir çözüm çabası vardır ki bu yolun sonu yoktur. Görüşmeler, emperyalizmin hamiliğini sürdürebilmesine yarayan bir yanılsamadır. Ona psikolojik ve lojistik destektir.
Bu tarihin selameti, toplumların birbirleri ile pazarlığa oturtulmalarından geçmiyor. Bu toplumların emperyalizme karşı itaatsizliklerinden geçiyor. Kaldı ki pazarlığa oturan dinamikler, bölge ile bağlantılı sermaye güçleridir. Öyle 100 evin, bilmem kaç dönüm tarlanın pazarlığı değildir söz konusu olan. Ülkesel egemenlik hakları paylaşımı falanla da ilgili değildir. Bölge egemenliği ve Kıbrıs’ın egemenliği, uluslararası sermayenin enerji politikalarının bir parçasıdır. Kapitalizmin kendi netliğini kaybetmesinden dolayı Kıbrıs’ın yönetim şeklini ‘Pazarlıklar Diktatörlüğü’ olarak sürdürüyorlar.
Kapitalizm ihtiraslarının yönelimleri ile bu adanın yönetiminin daha fazla devamının mümkün olamayacağı çoktan ilan edilmeliydi. Serbest bırakılan halkların özgürlüklerine izin verilmeliydi.
Tabii ki böyle bir havlu atış mümkün olmayacaktı. Kaldı ki tüm dünyada kriz yaşayan sistem yumuşama yerine daha da acımasız olmaya başlamıştır. Artarak devam edecektir. Yakınımızda veya uzağımızda olsun, dünyamızın her yanında yaşanmakta olan baskıcı yönetim alametleri, kapitalizmin ayni yüzüdür.
Sistemin çaresiz saldırganlığı, kendi iğrençliğini daha kolay algılanır kılmaktadır. Kıyılarımıza, gün ışığıyla derin denizlerden gelen, ağlayan, ölen çocuklar, gözden kaçabilecek gerçekler değildir. Fakat kapitalizm, tüm bunlara sebep olmaya devam etmek zorundadır. Bu düzen, artık bu şekilde yürütülebiliyor.
Nitekim Kıbrıs, Kapitalizmin bölge hakimiyetinin korucusu olagelmiştir. Bunu yaparken gün gelmiş, adadaki halklar birbirine dahi kırdırılmıştır. Böylelikle, kendi yeniden sömürülme biçimlerini ‘toplumlararası anlaşmazlık’ tezahürü ile yaşamaktadırlar. Görünen o ki yaşamaya devam edeceklerdir. Karşılık olarak ise ‘asgari yaşam’ sağlanmakta ve yönetim oluşturmuş oldukları yanılsamasını yaşayarak, yeni bir dalga olarak gelecek olan emperyalist şiddet ve zulmü beklemektedirler.
Bu günlerde akıllara gelen soru şu: Derinleşeceği görünen önümüzdeki krizden nasıl çıkarız.
Hükümet, Türkiye’den gelen Cumhurbaşkanı Yardımcısından sözler almaya çalışırken, bir yandan da umutsuzca Kıbrıs konusunda olumlu gelişme olur mu? Söylentilerine de kulak kabartmaya çalışıyor. Kendi ekonomimizi nasıl yaparız da ayağa kaldırırız şeklinde umutsuz hayaller kurmaktan da geri durmuyor.
Türkiye’deki gibi karayolları ve tüneller konularına dalacakları konusunda ise endişeliyim. Bu tür davranışların, tüm halkı büyük sermayelere borçlandırma anlamını taşıdığını iyice öğrendik.
Dışişlerinin İngiltere’deki Kıbrıslıları nasıl avantajlarla geri çağırıp, tefecilik yöntemleri ile gelir elde edinilebilir arayışlarında olduğu ilan edilmiş durumdadır.
Kıbrıs’la ilgili hegemonya, kapitalist sömürü ve kriz, hiç bu kadar kolay anlaşılır olmamıştı. Kapitalizmin ipliği pazara çıkmış sanki. Artık ne yapılsa kötülüğe gidiyor ve görünür oluyor. Burjuva demokrasisi, sınıflar üstü adaletçilik ve diğerleri artık yalan geliyor insanlara.
İnsanlığı ve mucize dünyamızı kurtaracak sevgi dolu idealleri konuşmanın ve kötülere karşı olmanın meşru olduğu bir tarihe gelmiş gibiyiz…