Artık Temmuz ayında bulunuyoruz. Haziran ayından itibaren yaşamamız gereken sıcaklığı, birden Temmuz ayında yaşamaya başladık. Halbuki, yapılan ezberin aksine, yazda beyinler donuklaşıp siyasetin daralacağı kuramı da yeniden bozulma gerçekleriyle karşılaşıyorum. Nitekim, önceki yazımda Sivas katliyamını yazarak günümüz açıklamalrıyla gelinen noktayı yorumladım. Şimdi, yazıyı yazdıktan 1 Gün sonra, K. Kıbrısta, katledilen Kutlu Adalının da katlediliş yıldönümü olmaktadır. Ne ironi: Kutlu Adalı katledilirken, hükümetde, CTP, şimdi de Yönetimde ayni parti de bulunmaktadır. Tıpkı Sivas katliyamı gibi, Adalı cinayeti de aydınlatılmadı! Onca bulguya ve Uluslarası yargı uyarılarına rağmen iki olay da ülkelerin başında karanlık belge gibi uçuşmaktadır. Fakat, bu katliyamlarla yapılan tüm gelecek karanlık tehlikeleri de günümüzde normaleşip yaşamda gerçekleşmektedir. Türkiyede iktidar veya buraya uzanan yansımalrıyla bunu birlikte yaşamaya devam ediyoruz.
Tüm bu yaşananlarla ve gerçekleşmek istenen siyaset gürültülü adımlar, göserişli törenlerle gerçekleşirken, bunları gayet normal halde karşılamayı da öğretip teslim aldılar. Adalı ve Sivas katliyamları sadece birer yol taşlanma hareketleri olarak gerçekleşti. Nitekim, onca övülen yargılar ne Türkiyede nede K. Kıbrısta konunun çözülmesine veya hukuklaştırılmasına yardımcı olmadılar. Bunlar teker teker yaşanırken de özellikle son dönemlerde koltuk sevdasıyla şu garip eleştiriler de yükseldi: Türkiyedeki seçim gecesi yaşananların benzeri Lefkoşa sokaklarında adeta arabaların dolaşmasıyla da yansıdı. Fakat, bana en yakın CTp arkadaşlarım “Bunu abartmayalım” dediler. Yine, Türkiyedeki yapılanışın aynen burada kurumsalaşması gerekirken, Camilerde Kuraan Kursları, okullarda Türban siyasalaşma hamleleri hızlanırken de bunu görmezden veya “mahsun insan hak” diye savunmaya çoktan başladılar. Gerek burada, gerek se Türkiyede çocuk cinayetleri veya tecavüzleri de yoğunlaşırken, son kaçırılan çocuk olayları da eklenirken, bunarlın sosyolojik ve siyasal nedenlerinin sorgulanması yerine, idam çağrılarla adeta otoriterlikle gerçeklikleri örtme probaganda algıları aldı başını gidiyor.
Binalarıyla övündüğümüz
Sayısal öğrencileriyle ekonomik hesap yaptığımız ünüversiteden de acayip sesler yükseliyor. Kendi üretilen toplum modeli ile oluşan sonuçları yorumlayıp neden sonuç ilişkisi kurma yerine, işbirlikci ruhiye ile idamlar çağırıp, yine ilerde sistemi eleştirenleri asmak sevdaları yeniden ateşlendi. Tooplumsal travmayı kulanarak faşizmin daha da yerleşmesini kolaylaştırmakla meşkuldular. Oysa, basit bir soruyla her şey anlaşılır: Bu katliyamlar, cinayetler ve çocuk kaçırma veya tecizleri hangi toplumsal model le birlikte tırmanıp yerleşti? Daha başka pencereden bakarsak, tecavüzü iyi niyetlilikle veya tecavüzcü ile evnlenmeği kimler savunup doğalaştırdı? Bir defadan ne olur diyen Kadın bakan, işin içinde tarikat olunca baskıyla susturulan,çocuklarla evlenme fetvası yayınlanan hangi dönemdir? Bunlar artarken ve benzerleri burada olurken, birielri “Türkiyede ne varsa burada da olacak” deyince aynen tekrarlayan politik gerçeklikle, neler olması gerekirdi?
İlginç olan şu: K. Kıbrısın Türkiyeleşme gerçeğini politik alanda alahın günü tekrarlanırken, tek yol olduğunu söylerken, orada ne varsa burada olması normaleşip, tarikatlardan tutun tecavüzlere ve çocuk istismarları normaleşirken, nedense bazı yanlışlar da ortaya çıkınca, son Tufan hazretlerinin dediği gibi “Türkiyenin sorunlarını buraya taşımayın” pişkin söylemine ne demeli? Yoksa, resmi alandakiler buraya yerleşirken, ünüversitelerde mafyalardan gerici örgütler cirit artarken, biz bunları görmezden gelip, sadece bunların baskısına karşı gelenleri “ülkenizde yapın, buraya sorunlarınızı taşımayın” mı diyelim? Böylesi gariplikelr vardır. Ama, acı yansıyış, her çirkin olayda, duygusalık imajına sarılarak faşizmin dışa vurma gerçekliğini de şeytanca yaşıyoruz.****
Sivas katliyamı, Adalı cinayeti, derken Türkiyede çocuk yaşam gerçekleri birer birer Türkiyeleşen K. Kıbrıs semalarında dolaşırken dahi sesler işbirlikci teslimiyet rantını aşamıyor. Tabi, özellikle çocuk veya kadın cinayetleri sonrası oluşan travma, nedense ayni şekilde olmadıkları bir örgüt nedeniyle, sırf muhalefet görülen yüzbinlere varan tutukluların gerçeği de hukuk adıyla kıpırtı yaratamıyor. Tam da Sivas katliyamı veya Adalı cinayetinin arasına sıkışmışken, dünyanın ta uzağında “Şiliden” gelen haber se demokratikleşme ile bu karanlığa karşı verilen adalet örneği yayıldı. Tabi, onca etiketli ülkemizde bu gerçeklikle burada olanlar da elbet kıyaslanmadı.
Olayı daha iyi anlama adına, özetleyelim! Şilinin Sosyalizmin barış geçiş örneklemi ile buna karşılık ABD CİA eksenli darbeyle yıkılma yaşanmışlığı nedenli unuturulmak istense de zaman zaman gelen yeni örneklerle bu unuturulmuyor! Nitekim, Şilide Alyende devrilir. Yıl 1973…. Önemli kitleler statyumlarda toplatılır. Ünlü Şilili müzisyen Viktor Jara statyum ortasına alınıp, parmakları kırılır. Ondan gitar çarlıp şarkı söylemesi istenir. Jara ünlü Venseremos şarkısını söylemeğe başlar. Onun dili kesilir. Sonra yine susturulmayınca öldürtülür. Aradan yıllar geçer. Şilinin darbeci lideri Pinoşet yaptığı zorunlu halk refernandumu ile yasallık bulmak istese de halk ret eder. Pinoşet hilelerle galip olmak ister. Şili halkı sokakları doldurur. Günlerce direnir. Sonunda başta ABD ve giderek ordu içinde başta hava kuvetleri bakarlar ki iş devrime dek gidecek! Baskılarla pinoşeti referandumun doğru rakamlarını kabulendirmek zorunda kalırlar.
Pinoşet, bakar ki halk tüm baskılara karşın sokaktan çekilmez, ozaman geleceğini garantiye alıp, yargılanmama yasalarıyla suçlu makinesine yasalık kazandırıp, sonucu kabulenir. Fakat, kaybetme ile demokratikleşme birlikte başlayınca ve sokak buna direnince, işler çıkarılan yasallarla korunamaz. Ölüm döşeğinde dahi Pinoşet yargıdan yargıya koşmak zorunda kaldı….
İşler burada da durmadı! Son gelen haberde, Viktor Jaranın katledilmesinde rol alan 8 Özel asker 15 yıl hapis cezası aldılar. Tam da bu cezayı dinlerken, Sivastaki katliyamın katledenlerin nasıl aklatıldığı veya Adalı cinayetinin yeniden soruşturmaması noktası kafama takıldı kaldı. Elbet Jara geri gelmeyecek. Ancak, bunu katledenler, seneler sonra yaşlı halerine bakılmaksızın hapse yolandı. Bu yüzleşme denilen sürecin nedenli önemli olduğunu anlatıyor. Boşuna “Yüzleşmek ve sorgulamak” kuramlarının nedenli gerekli olduğunu haykırmıyorum.******
Derken bir başka haber duyduk: Guteres yeni temsilci atamış. Buraya gelip nabız yoklayacakmış! Klasik iki toplum ezberiyle de yine piyasada dolaşıma sokuldu. Tam da Erdoğanın adamıza gelip ilahiyat Koleji yanındaki Camiyi açacağı dönemle çakışması ise herkese “anlarsanız anlayın” resmini göstermektedir. Ama, ezbere hazır ve koltuksal sevdanın kanıtı için birielrine Rum gönderme fırsatı da çıktı.
Fakat, nedense kimse hala sorgulamıyor: kafadaki ezber ile yaşatılanlar hep banbaşka. Biraz dünyayla ilgilenenler son sızan Filistin ABD planından çok ders alacaklardır. Güvenlik Konseyi kararlarına bakarsanız, iki devletli çözüm ile ortak Kudüs başkentli Filistin kararları bolca var. Oysa, son ABD raporunda çok günceleştirilen ve yapısal yansıyış çarpıcı öneriler var. Filistinlileri kandırma adına Kudüsün bazı dış mahalleleri onlara verilip şehir İsrail merkezli olması sağlamlaştırılır. Yerleşimler falan da bozulmayacak. Ufak bir şeritle ki “hava alanı İsrail elinde olacak” şekilde kendilerine yönetim yeri verilecek. Bazı yerleşimler Ürdüne yoğunlaştırılacak. Gazle ise Sinayla bütünleştirilip serbes bölge yapılacak. En önemlisi, sürgün milyonlarca Filistinli ülkelreine dönemiyecek!
Filistinlilerin en dağınık olduğu, Uluslar arası alanda desteklerinin zayıf olduğu, arap şehlerinin de desteklediği bu plan, şimdilik uygulanmasa da aslında zamanla sorunların oluşan yapılanışlarla nasıl eksen değiştirilip, sömürgeci efendilerin yönlendirmesiyle geliştiğinin kanıtıdır. Boşuna demiyoruz: öyle “iki lider” lafazanlıklarla içi boş ve dıştan gelecek planlarla oyalanıp, içsel yapılanışı gözden kaçırmayın demiyoruz! Sanırım, ezberden kurtulan herks şu lafın artık aslında masada olmadığını görmesi gerekir. Görmesi gerekir ki ona göre baskı yapıp kendi çıkarlarımızın yansıtılmasını istemeliğiz. Federal Kıbrıs koşulları veya siyasal gelecek yapılanışı artık masada yok! Hat ta, K. Kıbrısta konulan yapılanış ile oluşturulan nifusal gerçeklik de federal veya bağımsız Kıbrıs değil, Türkiyeleşen ve yasadışılıkların liman olacağı bir coğrafya haline geldik. Masada bunun yasalaşması için mücadele veriliyor. Acı ama gerçek.
Nasıl ki Filistin paranparça edilerek ve resmen Kudüs başkentleşirken, çaresiz kalan Filistinliler, dağınıklıkla da yüzleşip taleplerini dahi söyleyemeyecek hale geldiyse! K. Kıbrısta, daha kötü şekilde bu yanlışların “kurtuluş ve gelecek” olduğu idolojisi çıkarla örtüşüp yerleşti. Hele kozmopolitik nifus ile üretimsiz milyarların rantlaştığı yapıyla artık normal Federalizme dönüşü inanın pek savunan da yok. İşte yakında gelecek Türkiye yeni rejim lideri Erdoğanla bu gerçekleri yaşayacağız.