Türkiyenin “kendine göre başkanı” olan Erdoğan, rüzgar gibi gelip geçti. Geriye nemi kaldı, derseniz, pek bir şey demek de sancılı! Türkiyenin kendine göre “Yeni rejim başkanı” ilk ziyaretini K. Kıbrısa yapacaktı! Ufak bir sapmayla, Azerbeycan bu fırsatı da aldı. Zamanın darlığı ve yapılış şekliyle de beklenen net olguyu da göremedi. Dahası, Herkes Erdoğanın çıkışları ile “esip gürlemesini” beklerken, Mustafa Akıncı kimine göre daha öne çıktı! Buda bazı kesimlerin yaptığı yorumlara dek yazıldı. Ancak, doğru dürüs kimse sorgulamadı, Bu yeni rejimin ifadesinin ne olduğunu, Türkiyede yeni rejimle birbirini ekleyen Kararnamelerin neyin işareti halini de konuşmak istemedi. Sadece, ziyareti herkes kendine göre yazıp yorumladı. Tabi, bazı romantik rüyalarda dolaşan insanlarımız da “çözüm” lafını duyma sevincini de yaşamadı…. Bir “Kral çıplak” daha yaşandı.
Aslında bazı basit sorular kafalarda olup konuşulma olanağı da vardı: örneğin; neden “önce K. Kıbrıs ziyaret etme” geneleği nasıl değişti? Gerçekten, K. Kıbrıs ne: dış ziyaret edilecek ülkemi, yoksa Türkiyenin sık sık vurgulanan “etle kemiğin ayrılmacak” kadar bütünmü? Hem dış ziyaret, hem de ilk olmanın gerçeklikle alakası dahi vurgulanmadı. Çünkü, hem konuşmama tabularla bir kuşatılma ile hem de akla getirmeme ezberi derecesinde yerleşen kültürleşmemizin aynası yeniden bu basit iki olguyla tekrardan yaşandı. Oysa, Adaya geliş ile yapılan konuşmalar bize basit bazı sonuçlar vermeğe yetiyordu. Olmadı….
Bunlar üstünde elbet durmayacam! Başka bir olguyu da sorgulayamacam: Örneğin ben sırf yazacağım için ve kulaktan dolma bilgiyle yorumlamama adına, sıkılsam da en azından Erdoğan ve Akıncının açıklamalrını dinledim. Yukarda belirtiğim kimine göre olan sonucu ben de yakaladım. Yakalarken de istemeden aklıma seçim dönemki şu ekran trafiği geldi: Yapılan “Cumhurluk” seçiminde prokram arkadaşım Mustafa Onurer de katıldı. Akıncıyla şu sahnesi bana nerede olduğumuzu ozaman kısa özet şeklinde aktardı.
Mustafa, klasik ezberle hep “Egemen değilizi” tekrarlarken; Mustafa Akıncı ona garip bir ezberi tekrarladı: “Siyaset, mümkün olanı elde etme sanatırdır la” yanıtlıyordu. Ben, tanıdığım kadar öteki Mustafanın buna basit yanıt vermesini bekledim! Olmadı. İşte, Salı gecesi Erdoğanın yanında Akıncının daha işbrilikci ruhiye ile söylediklerinin kulandığı kuramın yanıtıydı. Aslında, işbirlikcilik ile ezberciliğin kuramları boşaltıp kendisine benzetmenin ülkemiz örnekleminde dolu dolu kanıtları oluştu.
Siyasetin insanın yaşama talebinin yansıması olduğunu, siyasal düşünce yani “iodoloji” ise dünya görüşü olduğu çoktan unutuldu. Hat ta, Marksisler ve siyasal değişim isteyenler dahi siyasetin varolanla değil imkanı değil de olmayanı gerçekleştirip değiştirme yapmak olduğu da akıldan sildirtildi. Boşuna, değişim, devrim gibi olgular siyasetin dinamiği ve gelişimi olduğu kuramı temel yapılmıyordu. Oysa, Neoliberalizim kavramları boşaltıp statikledi. Politik kurama da bunu kondurtu! Neymiş; siyaset mümkün olanı elde etme sanatıdır dendi. Halbuki, siyaset sanat falan değil, sadece politikacının dili de değildir; tüm insanların kulanıp yaptığı ve sosyal yaşamlarında yansıtığı düşüncenin ifadesidir. Sağolsun, Neoliberalizim bunu da sildi. Zaten eklemeden edemiyecem: Mustafa Akıncı ben bildim bileli işbirlikciliği kendi dil aktarımı ve ulaşacağı yer için gayet güzel kulandı. Boşuna değildi, ikibinlerde insanları evrensel köleleştirme prokramlı Dünya Bankasının defterciğini meclis kürsüsünden salamıyordu. Şimdi de göstere göstere Türkiyeleşme ve son hamlelerin de imajı sözlerini kulanıyordu….
Peki, ahalinin çözümcü cepesi bu görüntüden sonra, hala “iki liderin” söz ezberiyle Federalizmin görüşüleceğine nasıl inanıyorlar?
*********
Son günlerde Rüzgar gibi bir politik zincirleme olayı yaşadık. Türkiyede artık yürütülen Rejimin cenazesi oluşmuş, ama gömülmemiş döneminden geçtik. Artık. Bildik TC cumhuriyeti falan yok. Zaten, Erdoğan konuşmasında buna “Yeni” kelimesini de ekleyip net şekilde söyledi.Üstelik, tam da jet hızıyla aldığı kararlarla da yolun taşlandırılmasını da yaptı. Daha yemin etmeden Yirmibine yakın insan işinden olurken ve buna itiraz dahi edemezken, Gazete ve televizyon kapatılırken, Birçok yetkiyi kurumlardan alıp kendi eline geçirirken, Nasıl Türkiye sorusuna da net yanıt veriyordu. Ayrıca, bunları yasayla değil kararnamelerle gerçekleştiriyordu. Kurduğu kabine ise dileyene “anla” diyordu. Fakat, bu fırtına şeklinde gerçekleşen adımlar, buradaki medya başta olmak üzere genel resmi eksende hiç konuşulmadı.
Hele de K. Kıbrıs gezisi sonrası hemen Özerk sanat kuruluşlarını da kendine bağlaması veya Bale ile Operanın başına gelenler de bilmem, en azından burada kendine sanatcı diyen kesime bir anlam vermeğe yetiyormu?Kısa zaman diliminde tüm yetkiler başkanın eline verilir, birielri de lav edilirken, demokratik veya değişik kurumların katılımlı kuruluşları da lav ederek kendine bağladı. Ama, bunlar K. Kıbrıs için anlamı yok! Sadece, duyulan bir dış kelime ile “çözüm yapılmalı” lafazanlık garnatürle kendi kendimize dans yapılıp yemek yenmektedir.
Nitekim, her bakanın sermaye ile ilişkisi ve direk oluşu yanında, hanedan tipi koltuk almalar da oldu. Pelin Cengizin Artı Gerçekte genel yorumlayıp ahbap çavuş veya kayırmalı kapitalizmin “Lünpen kapitalizim” simgesini de kulanması boşuna değildi. İlhan Özgülün Duvar Gazetesinde ortak genel tespiti ise herkese aynada kendisini gösteriyordu: “Kapitalizim, Krizi idare etmedikçe, otoriter rejime yönelir. Günümüzde yaşanan kriz ve aşırı sağın yönetime gelmesi, Kapitalizmin kendisinin yaşanmasıdır” diye özetledi. Demek ki bilmemek veya ezberle konuşmak değil, konuşmadan, görmeden kaçmakla gelip gitmenin olacağı da yok! Enazından olanlarla konuşmak ve gelmekte olanı doğru görmek kaçınılmazdır. Buradaki yapı ile işbirlikcilik oynundaki sahnelenmenin kitabı çoktan yazıldı. Fakat, en çirkin veya kirli yaşamda dahi, birileri faydalanıp bundan zengin oluyorsa, ozaman bunun da potansiyel destek örgütlenmesinin de oluştuğunun yansıması olmaktadır.
Son sıcak günlerde, Türkiyeden Rüzgarlar gelip geçti. Başka olaylar da oldu! Örneğin, Çorludaki tren katliyamı da yaşandı. Tam da Binalinin Başbakanlıkla birlikte karyerinin sonlandığı günde. Yine Binali başbakan olurken Pamuk kale katliyamı gibi…Bunlar bir şey anlatmalı. Kocaman yollar övülüp konuşulurken, Çorlu kazasında veya cinayetinde nasıl bakım yapıldığı ve düzenin işleyiş yanlışlarının insan karşılığı da anlaşılacaktı! Oysa, Önce Türkiyede yayın yasağı getirildi, ardından konuya bilimsel yerine inançlar kulanılıp “tanrıya” havale edilip “kaderleştirildi”! Boşuna değildi İmamhatipler öne çıkarıldı…Ama dedik ya: direk buraya da yansımasına karşın, hiç bunları burada konuşan olmadı. Dedik ya: gerçekten K. Kıbrıs ziyaretini sorduğunuzda dış mı iç mi diye alacağınız yanıtlar şaşırtıcı da olma olasılığı vardır.
Peki, şu soruyla yazıyı tamamlayım: Akıncı veya Erdoğanla konuşanların aklına geldi mi: Biliyorsunuz, senelerdir bizim Patates üreticileri Mersin Gümrük takıntısı şikayetnameleri meşurdur! Türkiyede Patates sıkıntısı oldu. Biliyormusunuz! Türkiye Patatesi Suriyeden aldı! Şaşırmayın* Suriyeden ital yaptı. Peki, hani burada patates vardı! Anbargo kelimesi bol kulanıldı. Üselik Esat ne olduğu belli değil Türkiye politikasında: “Esat, Eset ve kanlı lider” deniliyor. Şimdi, şu ortaklıkta Patatesi de konuşan odlumu?