Şeyhleri için çağlayana atladılar, hırsızı dövüp öldürdüler, alman yurttaşı assimile mi uyumlandı mı? – Alpay Durduran

5129

İnsanlık sorun yaşıyor ama yeni mi? Bu soruyu sormalıyız. Sanırım insanlar çıkarları için kendileri karar verirken sorun olsun olmasın olguları birbirleriyle ilişkilendirmeden karara bağlıyor ve peşin yargılara kapılıyor, onun için ülkelerindeki yasalara aykırı olsa da ona göre hareket ediyorlar. Sonuçta da “biz böyleyiz” deyip sanki bir ve tek düze davranış içinde olunduğu gibi bir yanılgıya kapılıyorlar.

İnsan çok çelişebilen ve çelişkilerle memnun mesut yaşayabilen bir varlıktır.

Örneğin solumuzun en ünlü isimlerinden birine sahip bir siyasetçi Londra’ya gider ve asimile olup Türklüklerini kaybettikleri için derin üzüntüsünü dile getirir. Sonunda da doğal olarak Türklüklerini koruyamadıkları için buna olanak veren zamanın iktidarını da sert dille eleştirir.

Sol milliyetçiliği zararlı görür ve emeğin enternasyonal olduğunu savunarak “tüm emekçiler birleşin” der. Ancak Londra’da içinde yaşadığı topluma uyum sağlaması beklenen millettaşlarına sıra gelince uyumun ipini kaçırıp eriyip gitmelerine öfke saçıp sorumlulara ver yansın eder.

CHP Papaz aslı olup olmadığı hala belirsiz bir şekilde ve belki FETÖ’yü iade etmedi diye ABD’yi rahatsız etmek için tutuklu bulunuyor ama belli ki Türkiye’yi tehdit etti diye sert açıklama yapar. Neden? Papazın tutuklamasının hukuksuzluğuna dair bir ses çıkaramaz. Neden tehdit edilebilir hale getirdiler ülkemizi diye açıklar. Yani daha güçlü olsa ve tehdit edilemese mi demek istiyor? Yoksa devlet insan haklarını ihlal etti diye de uyarıcı olsa kendinin hakkını da ihlal edip canına okuyacaklar diye korkuyor.

Korkunun ecele çaresi yok. CHP oy kaybedecek diye de korkar ama kendisi korkmayacak bir halk görmek amaçlı olması gerektiği halde halka boyun eğerek muhalefet olmaktan çıkıyor.

İnsan kendi kaderinde rol oynama hakkını aldı ama seçtiklerinin kendisini korkutmasına isyan etmezse o kadere etki edemez çünkü oy pazarı kurulduğunda etkin ve insan haklarını sağlayacak parti bulmak zorundadır. Ancak halkın devletten korktuğu bir ortamda öyle parti de olmaz. Seçim oy alma madrabazlığına çoktan dönmüş olur.

Tabloya bakarsak hayat bir aldatmacaya döner. Konuşanlar başka gerçekte yapılanlar başka olur.

Kişi bunların arasında doğru yolu bulmak zorundadır. Ancak ne yazık ki analitik düşünmeyi öğrenmeli ve beynini gerçek dışı fantezilerle kirletmemelidir. Adnan hoca gibi insanları büyülü güçlere sahip liderler olarak algılayabilenin analitik düşünmeye muktedir olduğunu sanmak ham hayaldir. İnsanlık tarihini reddedip bir kitapta dört bin dolayında yıl önce başladığı iddiasını kabul eden özürlüdür. Ona bu konudaki gerçeği öğreten okulunda bu sonuca neden daha fazla güvenmesi gerektiğini de öğretmemesi insanı eğitimden yararlandırmamış demektir.

Eğitimimiz başarısızlığını hemen herkes kabul etti ama başarısızlığın neden olduğunu saptamakta çok geride kaldılar. Öğrenci özgür olmalı ve analitik düşünceye açık olmalıdır. Öğrenciyi genç yaşta dal yaşken eğilir deyip milli birlik ve beraberlik içinde harekete hazır halde yetiştirmek tek amaçsa ki öyledir eğitim başarılı olamaz. Üniversitelerden başarıyla çıkan ve sözde liyakat süzgecinden geçip mimar, mühendis, hekim, matematikçi ve sair derken yargıç ve savcı ve hatta general, amiral olan insanlar öbür dünya vaatlerine kapılıp Fettullah’ın müridi olmakla kalmayıp emrine girebiliyorsa analitik düşünmeyi öğrenmek bir tarafa akıl hastası olur. Adnan hocanın peşine düşer. Başka zavallıların da oyuncağı olur.

Toplumsal çıkarların önemini idrak edemez ve çıkar hırsı ile kamu yönetimini bozar. Kamu yönetimi bozulunca onun da yaşamının bozulacağını, yolların güvensiz olacağını, hekimlere güvenle hareket edemeyeceğini ve salgın hastalıklardan perişan olacağını düşünemez. İşyerinde bozulan asayiş ve güvenin sonunda işinin kadrolarını da kendisini soymasından endişe etmeden gün geçiremez. Muhafızlar tutar ve müfettişler atar ama o görevlilerinin de ayni eğitim sisteminin yetiştirdikleri olduğunu unutur ve onlara kurban gider.

Gazetelerimizde çalıştığı bankayı veya marketi soyan ve ortadan kaybolanları okuruz. Polisin özel sektör çalışanlarının yolsuzluklarıyla ilgilenmemesinin sonucu çoğu vurgun haber de olmaz.

Herkes bankasından emin mi diye sorsak eminim paralarını emniyette olup olmadığını bilemeyeceklerini söyleyeceklerdir. Devlet garantisi vardır ve gördük ki vardır da. Bankalar batarken devlet/Türkiye yardıma gelmişti. Ama bankaların alacaklarını tahsile sıra gelince etkisi sıfır oldu. Bu zafiyettir, başka zamanda nasıl zafiyetin nerede nasıl ortaya çıkacağı belli olmaz.

Miami’de mafya diye ün yapmış bir kişi polise yolsuzluk yapan polisleri yakalattığında: para bizde onun için güvenlik asıl bize gerek demiş diye haber yapıldıydı. O zamanda Miami polisinde büyük ayıklama olmuştu. Bu dünya öğretici bir okuldur. Bakmasını bilmek gerek.

Devlet siyasi düzenbazların eline geçmiş olabilir ama tümü geçmemiştir. Bakınız binlerce insanımız şikâyet edilen devlet hastaneleri olmasa tedavi göremeyecek, ilaç alamayacak. Birçok kamu hizmeti olmasa daha kötü bir durum olacak. Onun için kamu malına sahip çıkmak ve parasının boşuna harcanmamasını sağlamak gerekir. Ona verdin öbürüne de vermen gerekir gibi iddialarla ve kamuya yaramayacak maksatlarla adaletsizlik olur bahanesi ile yasal olmayan uygulamaları savunmamak gerekir.

Devlet malı deniz değildir. Devlet ancak halkın parasını savurur veya kullanır. Hangi masumun parasını kesip de haksızlığa kurban edeceğinizi bilemezsiniz. Hastane kapısına dayanan insanımızın ilaç yok, aygıt bozuk ve benzeri durumlarla karşılaşmadığı gün yoktur. Çünkü bu bozuk düzen en temel konularda bile bütçesini ayırıp da kıtlığa düşmekten kaçınamaz. Bütçe disiplini diye bir şey yoktur.