yaklaşımlarÖzkan YıkıcıAnlatabilmek gerçekleri - Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Anlatabilmek gerçekleri – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Eksik gibi gelen yazı başlığı kulandım; Amacım: tıpkı gerçekleri anlatıp da bunları anlamama sonucuna gelmenin ince ironisiyle konuyu simgelemekten geçmektedir. Aklıma, Halkdansları ekiplerinden tanıştığım birisyle olan diyalok geçti: Arkadaş, uzun anlatıp artık ikna etme sonucuna geldiğine inanır. Dönüp baktığında da karşısındaki gösterdiği tepkiyle ayni yere geri dönüp anlatmak zorunda kalacağına gelir. Birkaçkez ayni tekrardan sonra, artık kızarak “Artık yeter, anlatımıyorum ki” deyip, sinirli halde konuyu brakır. Bu tavrına öylesine alışıp diyaloklara yansıtık ki geçenlerde yine telefonla konuşurken ben ona “Anatabilmek” kelimesini şarkı modunda söyledim. Oda dönüp bana gülerek “Ben enazından anlatamadıklarımı brakıp başka konuya geçiyorum” deyip beni tam da kalbimden vurdu! “Sen ömrünü herkesin yaşadığı işkali anlatmaya uğraştın* Herkes sözde kabulenirken, sonuçları ve nedenleri kabulenmedikleri için de yıllardır anlatıklarının yeniden başına dönmek zorunda kalınca acaba, anlatabildinmi” diye ufak bir gülüş yaptı… Ben bir an durgunlaştım; oda gülmesini devam eder gibi “Ya dostum, kolay değil burada gerçekleri anlatabilmek”…. Ardından kendini de yakan şu para hikayelerini bana sordu… Ben biraz da konudan kaçma adına refleksle “Ben sana da anlatamadıysam, kime anlatayım” diye yanıtladım. Karşımdaki hazırcevapmış…. “Kolay değil dostum, bilip de konuşamadığını bazen tekar tekrar karşındakinden duymak istersin” diye karşılığı yapıştırdı….

Konu böyle başlayınca hemen kendimce bir dolaşım cimnastiği yaptım. Belli ki Kuzey KIbrısta yaşamak, günceli de biraz doğru yakalamak olunca, hep kendince şüpelere düşersin. Bir yer düşünün ki yaşadığı olayların nedenini konuşmaktan kaçıyor, Mücadele edeceği sorunsal odağa da yönelme yerine onu kutsayarak yaşam kültürü oluşturdu. Bu ortamda, sorun bazen sorun değil doğru kavrananan, nedenleri hiç sorgulanmayan, yaşananın temel kaynağına dokunmadan teslimiyetle yaşayarak kendince bir kültürleşme oluşturdu. Taleplerini dahi olayın özünde değil de karşıta yükleyerek avunan bir yapıda yaşarken, şüpesiz her gerçekte tepki alma veya susturma tavrına hep tanık olunur….

Yeri geldikçe K. Ve genel Kıbrıs konusunda kıyas amaçlı koşulalrı hep yazılarımda sıkılmadan yazdım. En yakın iki olay Annan planı döneminde Doğu Timur ile Kosova üçkeninde Yeni Çağ ve Avrupa gazetesinde yazdım. Amacımdan birisi de mücadelelerin yönü ile gerçek sorun yakalanma bütünseliğinde insanlara veri vermekti. Nitekim, Doğu Timorun sonuçta nifusunun üçte birisinin katledilmesine karşın bağımsız olacağını, Kosovanın ise tüm B.M. toprak bütünlüğüne rağmen Sırbistandan koparılacağını gayet net şekilde yazdım. Annan planında ise temel olgunun AB rüzgarının Doğu Akdeniz ekseninde aranmasını ve yeni Ortadoğu “ki o dönemde hala tam yürürlüğe girmedi” gibi konularla Kıbrısın şekileneceğini yazdıydım. Ek olarak, K. Kıbrısın işkal sorununun hep ötelenerek üstelik Türkiyeleşerek hayaldeki kiminin Kıbrısının olmayacağını da uyardım.*****

Bu yorumları tam 20 yıl önce ilgili gazetelerde yazdım. Dileyen arayıp bulur… Şimdi ise işler daha da kökleşti. Üstünden ikinci ganimet dönemi geçti. Türkiyede o zamanlar “imkansızdır denilen “Cumhurieyt tasfiyesi” de artık sonuna geldi. Benzeri de iyice teslimieytle K. Kıbrısta Türkiyeleşerek resmen Konya valisinden daha az yetkili alt birime gelindi. Metin Münür de bazen üretiği kolay kavramlar benzetmesinin de katgısı böyle olur…..

  1. Kıbrıs sadece kendine müsaade edilen ve çıkara dokunmayacak biçimde kaçınılmaz olarak Türkiyedeki krizin Kıprıs sarsıntılarını konuşmak zorunda kalıyor. Başlangıçta Barış Burcu ile “şimdiki Maksimalist saray köftecisi olan” Kemal Derviş prokramını tartıştık ve önemli farklılığımız artı. Burcu ısrarla Derviş prokramının Türkiye için sinerji ve ayni kişinin başarılı olması halinde Kıbrıs için de Barış umudu olarak anlıyordu. Ben ise zaten bildik Ekonominin gerçeği ile belirli dönem sonra yeniden krize gireceğini, zaten yazılarımda da 98 yılında belirtiğim gibi Neoliebralizmin miyadını doldurduğunu hep savundum. İkibinlerde birçok “solcu” ile de AKP konusunun iyi anlaşılması ve Emperyalist BOP olayındaki Siyasal İslam ile ekonomik piyasa modeli olduğunu hep yazdım söyledim…..

Başka bir açıdan, Türkiyede AKP yönetimiyle öteki bazı devlet kuruluşları çatışmasının doğru okunup, devlet içi çelişkiler olduğunu, ancak, sonuçta Amerikan eksenli dinamikle AKP başarısı olacağını da belirtim. Ek olarak 2007 Yılındaki Başbakan ve Genelkurmay başkanı görüşmesi ve hiçbirşey açıklanmaması ile devlet içi mücadelede AKP yelpazesinin geliştiğini de tesbit yaptım. Tabi, güvendiğim birçok kaynağın yazdıkları ile kendi yorumlamalarımı ekleyerek bu sonuçlara ulaştım. Anıt, Erdoğan uzlaşması ile beraberinde gelişen ve duruma göre devlet içi itifaklarla yerleşen yapı, günümüz sonucuna geldi. Tıpkı Tükenen Neoliebralizmin Derviş prokramıyla ayakta tutulmasının da günümüz krizine gelinmesi gibi.******

Yukarda anımsatırdığım basit tarihsel gelişmeler sonucunda, şimdi aynen yansıyışlarla K. Kıbrıs da payını alıyor. Daha da silikleşen işbirlikcilikle, dış sermaye elkoyma hareketleri adeta ahtapotlaştı. Ancak, geriliye geriliye söyleyecek söz de kalmadı. Olmaz denilenlerin hepsi gerçekleşti. Koltuğa gelince nasıl sıfırlanma olayları zaten çoktan varoldu. Ancak, burada tutmaz denilenler de oldu. K. Kıbrısın örgütlerinin hemen hemen tümü son döviz olayında olduğu gibi gerçekler yerine kısıntılı konuşma alanıyla ses çıkarıp çıkarlama aşları pişiriyorlar.

Şu anda Türkiyede örneğin Eğitimde artık karma okumanın kırıldığı haberleri yayılıyor. Hiç uzağa gitmeyelim! Daha yazın Çanakale kanpına K. Kıbrıstan giden binlerce öğrenci, cinsiyet ayrımlı uygulama ile yolandılar. Üstelik de olayın tehlikesini söylemek istediğim Orjin Kıbrıslılar dahi” tatil bedavacılık ile gezmenin fırsatından dem vurdular. Bu dahi olmazların nasıl çıkar aşkına şerbetlendiğinin basit kanıtıdır….

Belirli kesim konuşmaya çalışıyor. Bazısı da tanıdıkalra sorup, kendince istediklerini duymaya uğraşıyor. Bol medya, epey uzmanın olduğu ülkemizde nedense tabelalarında “Doğru ve gerçek haber” ibaresi de konsa da bu halkın canını yakan krizin ne nedenini nede mücadele odağını söylüyorlar! Tepkiymiş gibi davrananlar da ansızın çıkar isteme avanta koruma döngüsünden çıkamıyorlar. Bu eksiklikler dar faydacılıkla da tamamlayıp ötekine yüklenince de mücadelenin hedefi ile konunun nedenleri resmen sorumluluktan kurtarılıyor! Ama, başta saray erkanı,durmadan Güneyden eşitlikler talep edip esas kendi yaşadığı sorunlara dokunmamanın da marifetini döktürüyor. İşin içinde koltuk aşkı ve panayır konuşmaları da olunca, demeğin gitsin…..

Son krizlerin özünde TL eksenli olduğu, Türkiyedeki ekonomik politikalar sonucu girilen kriz ile siyasetin bunu yönetemediğinden kaynaklandığı sıfır denecek derecede konuşuldu. Temel hiç gözetilmedi. Buna rağmen insanlar sokaklara yöneltilme çabasıymış gibi de davranıldı. Türkiyedeki son kriz ile yönetim şekli odenli net göstergeler sundu ki, bunları yakalamamak mümkün değildi. Hele, Telekomdan hayvancılığa varan özeleştirmelerin hortumlaşmadan şarbonlaşan ölümlere dek varılması dahi buraya pek de gelmedi. Öyle ki geçen yazılarımda yazdığım gibi, “Türkiyede hayvancılık bitirilip ital edilen ete gelinirken, bunun sonucu Şarbon ital eden ülke haline sokulurken* Bizim hayvancılarımız ülkemize topuzla vali gelip burasını düzeltmek için Erdoğana mehter marşı eşliğinde haykırıyorlardı”! Enerjideki aşmazlar ortadayken, buradaki makamcı Kaployla elektrikte de Türkiyeye bağlanma “müjdelerini” ilaç olarak sunuoyordu.. Hele de Türkiyeye gidip gelen siyasilerimizin başına gelenleri, medya başta olmak üzere yazmama adına kulaklarına koymadıkları tıkaç kalmadı.*****

Demek ki düzenimizin aygıtları şöyle yerleşti: Konuşmamıza müsaade edileni kadar olacak* Duymamayı iyice öğrenip, yerine göre kulanmamız da gerekli* Yaşanan olaylar eyer sistemce muzur görünüyorsa yasaktır! Kimse konuşmayacak ve haber yapmayacak. Bundan değil mi birçok gözümüzün önünde olan konular dahi iş habere gelince yazılmıyor… Başka duruşlar da var… Yok olan örneğin “ilaç” gibi durumlarda da “yoktur” denmeyecek! Makamcı sinirlenir ve aklına gelirse de dedikodularla “kim sızdırtı” piskolojik baskılanma da yapılır. Varın siz gerçeği anlatmaya çalaışın……

Son gelişmelerle bizler hala onca Akademisyen uzman ve siyasal lirde rağmen hehrkese etki yapan ekonomik krizin nedenini söylememekte direnme devam ediyor. Ötekinin rantına saldırmak geleneği ile parçalanan taplolar sahnede yerini almaya çalışıyor. İkinci olmazsa olmazı ise nedene karşı sorgulayıp mücadele etmek: kimse ondandır ki kriz nedeni veya Toplumsal yok olmadaki Türkiye gerçeğini konuşmak istemez. Kaybedecek bu kirli ortamdan oldukça çıkarları vardır. En iyisi Akıncıdan alınacak derslerle sanki krizden öteki sorunların nedeni Rumlar denip durmadan onlardan taleplerle şimdiki hastalığın da eklenmesi ile yeni Kıbrıs manzumesine devam edilmesidir.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
357AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin